Nükleer enerjiyi savunan herkese hitaben yazıyorum. Çocuklarınızı tatile Küba plajlarının o helva...
‘CESUR’ NE KADAR ENERJİ BAKANI VARSA, TOPUNA İTHAF EDİLMİŞTİR! Nükleer enerjiyi savunan herkese hitaben yazıyorum. Çocuklarınızı tatile Küba plajlarının o helva yapasınız gelen kumlarında tatile gönderiniz. Havana yakınlarında, cennet yeşillikleri içinde Çernobil çocukları tedavi merkezini de ziyaret etsinler. Hiroşima’ya, Nagazaki’ye atılan bombaların radyasyonları ile kaç kuşak etkilendi ‘göze görünmez’. Aynı Japonya ABD’nin attığı bombalarla kaç canını yitirdiğini, kaç kuşağının zehirlenip ne acılı hayatlar sürdürdüğünü, deprem kuşağında oturduğunu unutup Fukushima’daki gibi santraller yapmak ahmaklığını gösterdi. Çocuklarınızı yollayın görsünler, Çernobil yangınından sonra her biri dünya güzeli çocuklarımızın (dünyanın bütün çocukları bizim) atalarının, anne babalarının hatalarından nasıl etkilendiklerini kendi gözleri ile görsünler; gitsinler, Karadeniz bölgemizde ya da Ukrayna’da ya da Küba’da o mağdur çocuklarla arkadaş olsunlar. Dönüşlerinde, sizleri enerji bakanlıklarınızdan alacaklardır ve sizi “boşver ölürsek cennete gideriz” diyebileceğiniz ölüm araçlarına şoför tayin edeceklerdir. Edebiyat ve sinema, büyüklerin hatalarını “HAYAT” diye sürdüren masum çocukların öyküleri ile dolu. Martin McDonagh’nın Ankara Devlet Tiyatro’sunda oynanan Yastık Adam adlı oyunu da bunlardan biridir. Nükleer enerji savunan herkese tavsiye ederim, gidiniz görünüz. Yastık Adam sizlersiniz, bunu bildiğimizi bilerek izleyiniz. Küba’daki Ukraynalı çocuklar, mutluymuş gibi yaptılar biz onları ziyarete gittiğimizde. Bizim için kardeşlik şarkıları, türküleri söylediler. “Commandante Che Guevara!” Salsa yaptılar. Rengârenktiler. Çernobil patladığında bebekmiş, şimdi abla olmuş, radyasyon izini yüzünde taşıyor, radyasyondan zehirlenmiş anne babaların yaptığı çocuklara bakmak üzere ve tedavi için orada. Gözleri ışıl ışıl bu çocuklar bir avuç kül olmamışlar, biz utanalım diye. Cilt ve benzeri bir sürü kanseri taşıyorlar, ama tedavi olurken kardeşçe bir hayatı da yaşamaya çalışıyorlar Küba’da. Bizi eğlendirdiler, onları öptük okşadık, dışarı dünyadan gelen uzaylılar gibi. Sonra ne yazık ki yüreğimiz kan ağlasa da çekip gittik, onları yazgıları ile baş başa bırakıp, kendi ‘telaşemize’ döndük.
'Çernobil Çocukları' fotoğraf galerisi için tıklayın...Galeride göreceğiniz yüzler, Küba’da gözyaşlarımı tutabildiğim anlarda çekebildiğim Çernobil mağduru çocukların fotoğrafları ve bir de resim. Çernobil patlamasından sonra annesini babasını yitiren Karadenizli öğrencimin “Yaratıcı Düşünce” dersimin final ödevi olarak yaptığı tablo. Hamakat tarihinizin ürünleri bunlar, kaydedin. Dilerim size kabus dolu geceler yaşatsınlar! Özellikle Karadeniz’de ölen annelerimizi, babalarımızı, kardeşlerimizi unutturdunuz. Radyasyonu, kanseri bize yazgıymış gibi öğrettiniz. İlaç devleri ile hayatlarımız üzerine kumar oynadınız, oynamalarına izin verdiniz. Cebinize doldurduğunuz altınlar denizinde boğulurken ve sıra size geldiğinde hastalıktan çürürken bedenleriniz bu altınlara dokununuz. Dolarlar, avro’lar gelsin kurtarsın sizi. Şimdi kendisini ölümsüz sanan sizler, yarın çocuklarınız, sizin bedeninizden türeyenler sizi yalnız bırakacaklar. Siz göçtükten sonra da, mezarlarınıza kan tükürecekler! Kurban ettikleriniz, kardeşlerinizin sofrasından çaldıklarınız yüzünüze, gözünüze, boğazınıza duracak. Hayat vermedikleriniz, çocuklarınızın hayatlarını alacak. Bu kehanetim tutacak, göreceksiniz! Tarih hep böyleydi, böyle oluyor, doğru. Böyle olacak, tarih tekerrürden ibarettir demek yanlış! Siyasi fatura diye bir şey yok. Soyut korkulardan korkmazsınız. Siz ancak kendi çocuklarınız umarsız dertlere yakalanınca, vücutlarında yaralar çıkınca, ciğerleri patlayınca, ağzından, dilinden irinler akınca belki gerçeğe ayacaksınız. 25 yaşında I. Dünya Savaşı’nda ölen şair Wilfred Owen’ın “Dulce et Decorum Est” başlıklı şiirini okuyunuz da birazcık olsun gözünüzün önüne getiriniz o günlerinizi. O da yetmezse ve güzel bir dünya inşa etmek aklınızdan, hayalinizden geçemiyorsa, bari Avatar gibi filmleri izleyin de doğaya, çocuklara kıyan canavarlara nasıl dönüşebildiğinizi görün.
Bütün dünya bizim vatanımız! Bizim küreselleşmekten anladığımız budur! İspanyolca dinlemeyi sevenler, dönüşümlü kullanılan bir yatağı anlatan “cruz de navajas” (Mecano) adlı şarkıya kulak versinler. Evet, bu dünyada kiracıyız, dönüşümlü kullanırken yatağımızı, evimizi, dünyamızı, yine anamın dediği gibi, evden çıkarken bizden sonra ya da bizimle birlikte biri gelebilirmiş gibi temiz tertipli bırakmak gerek. Arap yemeklerinin en lezzetlilerinden birinin kubba/e (içli köfte) oluşu da bu yüzden değil midir? Ne sevmişiz dünyayı ki şekli benziyor diye köfteye bu ismi vermişiz. Şu kubbe ya da bu üstünde yaşadığımız gezegen, bu dünya, bedenimiz kadar önemsememiz gereken bir vücuttur. Değil midir de imha etmeye çalışıyoruz? Bu ne kibirdir, bu ne gözüdoymazlıktır! Yazgımızı yanlış ellere bırakmak acizliktir. Bu acizliği de bizlere siz öğrettiniz. Korkularla yaşamayı hayat sandık. Biz size tahammül ettikçe, sizler azdınız. Tolstoy haklıymış. Dünya dediğimiz bu yaşlı gezegenin bağışıklık sistemini bozdunuz. İnanç safsatalarınız ile ruhumuzu sömürdünüz, bedenlerimizi beton ve ‘penli’ binalara sıkıştırıp radyasyon ile ve daha bin bir sağlıksız yöntemle dayanıksız kıldınız. Halkları köle yaptınız. Birbirine düşman ettiniz. Geriye çekilip kıs kıs güldünüz, hatta tırnak sürttünüz ki birbirimize girelim, kan dökelim. Silahlarınız, uyuşturucularınız satsın. Topraklarımızı karış karış satıp birinize beş katın istediniz! Yanlış eğitim ve öğretiminiz ile ‘daha çok istemeyi’ fazilet diye öğrettiniz.
Kendinizi, çocuklarınızı hastalıktan, ölümden muaf sanmak aşırı kibirdir. ‘Hubris’ bu! Bu gerçeğe ayınız! Cennet bu dünyada, biz biliyoruz, siz de pekâlâ biliyorsunuz fakat bu cenneti sadece siz yaşıyorsunuz! Bize de sadece yüreklerimiz kaldı. Onu size vermeyeceğiz! Dünyanın bütün çocukları haykırıyor! Savaşlara, nükleer sevdalara son! Bu tarihi biz yazmadık, bu saati biz kurmadık! Cennet sizin olsun, biz bu dünyayı istiyoruz! KIZ ÇOCUĞU Kapıları çalan benim kapıları birer birer. Gözünüze görünemem göze görünmez ölüler. Hiroşima'da öleli oluyor bir on yıl kadar. Yedi yaşında bir kızım, büyümez ölü çocuklar. Saçlarım tutuştu önce, gözlerim yandı kavruldu. Bir avuç kül oluverdim, külüm havaya savruldu. Benim sizden kendim için hiçbir şey istediğim yok. Şeker bile yiyemez ki kâat gibi yanan çocuk. Çalıyorum kapınızı, teyze, amca, bir imza ver. Çocuklar öldürülmesin şeker de yiyebilsinler.
NAZIM HİKMET