Mevsim Kışbahar.
On gündür yazmayı bıraktım, harap bir kalbin çırpınışlarındayım.
Hava soğuk, dondurucu, ayaz.
Parmaklarım üşümüş, bir türlü varmıyor tuşlara dokunmaya.
Bir kez daha bağıra bağıra geliyor ölüm.
Bir kez daha çığlık çığlığa sönüyor hayatlar.
Bir yanım kış, Nur Dağı'nın eteklerinde, bir yanım ölü hayatlar mevsimi.
Ne çok öldük bu şehirlerde biz, ne çok yaralandık, hep yarım kaldı hayallerimiz.
Ölüm haberleri nasıl da fütursuz akıyor her yandan; yıkılmış kentler, çaresiz suretler, ateş almış ocaklar, yardım çığlıkları…
Söyle kalbim, hangi yıkılmış kentin enkazlarındasın şimdi sen?
Paylaşılan videolarda gördüm, ilk kurtarılacaklar arasındaymış meğer para kasaları, çek defterleri. Depremde, candan önce geliyormuş meğer bunlar!
Çoktandır siyaset, ahlak ile arasındaki mesafeyi sıfırlamış. Deprem paralarıyla duble otoyollar yaptık diye övünüyor eski bir bakan! Kim bilir müjdeyi de yenisi verecektir, cenazelerimizi belki de bedava taşıyacaklardır merasim eşliğinde bu yollardan.
Emir büyük yerden olunca Mecliste hizaya giriyor bakanlar, milletvekilleri; pişkin bir sırıtkanlıkla topluca kalkıp iniyor eller. Malum, hesap işlerine pek vakıfsınız, bir imar affı kaç paraya bedel, iyi bilirsiniz. Milliyetçilik maskesini geçirip yüzünüze, ülke toprağını parsel parsel, vatandaşlığı haraç mezat satmakta pek mahirsiniz. Heybelerinizi doldurmaktan vaktiniz olursa eğer, hele bir sorun vicdanınıza, bir torba kanun kaç ölü eder? Yarın merak ettiklerinde, ellerinizdeki kanı çocuklarınıza nasıl açıklayacaksınız beyler?
Şimdi imdat çığlıkları enkaz altında, yaralı yüzleriyle bekliyor kentler.
Perde perde yükselirken yardım feryatları, üç vardiya çalışsa ne yazar silah fabrikaları? Kaç enkaz kaldırır dersiniz İHA'larınız? Sahi kaç hayat kurtarır SİHA'lar, bir sorti kaç çocuk gülüşüne bedel?
Şehirler viran içinde, semtler tarumar; her evde bir alaz, ateş almış, kor! Kaç TOMA söndürür şimdi bu yangını, kaç savaş uçağı can verir enkaz altındaki hayatlara, kaç mayın siper olur ki sesi çıkmayan çocuklara?
Söyleyin, nerede görülmüştür açlığa çare olduğu çok namlulu füzelerin? Tankların paletlerini kemirerek mi hayatta kalacak insanlar? Haydi, sürün namlulara mermilerinizi, haydi doldurun fırtına obüslerinizi, bileyin ötekine olan nefretinizi; daha kaç cana bedel olacak, görelim marifetinizi.
Bakın nasıl da tarumar olmuş ülkenin bir yanı. Hava zemheri, ayaz, şehirler birbirine sokulmuş, üşüyor. Kırık bakışları buz tutmuş Nur Dağları eteklerinde Hatay'ın; Malatya'nın, Maraş'ın, Antep'in, Diyarbakır'ın… Söyleyin, şimdi hangi kanun hükmünde kararnameyle gülecek yüzleri çocukların?
Ölülerin dili yok, şehirler eşit bir biçimde can çekişiyor oralarda.
Kürt'ün dağlarını bombalıyor oysa her gün uçaklarımız. Türk'ünse zeytinliklerine dadanmış kepçeler. İkizdere'de, kanun hükmünde çalışıyor taş kırma makineleri; dağı, taşı, ormanı yıka boza ilerliyor dozerler. Kalapotamos'un yamaçlarında, göz açtırmıyor köylü kadınlara jandarma.
Menzili hayli uzak askerimizin. Sesi Libya'dan, Azerbaycan'dan, Suriye'den, Irak'tan duyuluyor. Adana ise bize çok ırak; Adıyaman, Osmaniye, Urfa, Elbistan, Pazarcık da öyle; üç günde kalkamıyor ilk yardım uçaklarımız.
Oysaki Ege'de, devletin ali menfaatleri için aceleyle alınıyor kamulaştırma kararları; Salihli'de, Yırca'da, Milas'ta bir gecede kökünden sökülüyor zeytinlikler. Ansızın gitmek için sabırsızlanırken elin ülkesine, enkaz altındakilere nasılsa yetişemiyor hızınız.
Siz de duydunuz mu, cümleler hep takdirle başlıyor, fıtrattan geçilmiyor; yangında fıtrat, madende fıtrat, depremde fıtrat; tacizde tecavüzde, açlıkta sefalette fıtrat... "Depremde ölenler, aynı anda Mars'ta bile olsalar yine öleceklermiş!" Böyle buyuruyor, unvanı, şeyh bilmem ne üniversitede profesör olan zat!
Hafız sayımız boşuna katlanmamış son yıllarda. En son 105 binde bırakmıştım, şimdi baktım 160 bine çıkmış sayıları. Ha gayret, ülkedeki hekim sayısına ramak kalmış. Bakıyorum ajanslara, durmaksızın haber geçiyor televizyon kanalları; depremde ölenlerin sayısı 35 bini aşmış. Bir anda tesellimiz oluyor, cenaze başına 5 hafız düşmesi.
Ölü sayılarına bakmayın siz. İmam Hatiplerde okuyan 1 milyon 381 bin öğrenci, yaz kuran kurslarında ise 5 milyon çocuk var. Üstelik bir de ilahiyat fakültesi zenginiyiz artık biz. Sayısı 8 yılda 22'den 105'e yükselmiş. Öyle söylüyor Diyanet İşleri Başkanımız. Tez elden verilirse yıkım emirleri, dualar yetişir mi dersiniz insan cesetlerine?
Üşenmedim saydım; 85 personeli varmış Diyarbakır Müftülüğü'nün. Aynı ilin, kayyum atanmış belediyesi ise tek bir jeoloji mühendisi çalıştırmıyor! Ülkemdeki jeoloji mühendisliği bölümü sayısı zaten dokuz, ne yazar? Beş tane de jeofizik mühendisliği bölümü var, kime fayda?
Görüyorum ki, nicedir tanrısı para olmuş vurguncunun, eyyamcının, haraminin; kıblesi sermaye!
Çoğu aftan yararlanmış, kaçak gökdelenler, kâr altında cesetler.
Depremin ardından hisseleri tavan yapmış çimento şirketlerinin. Yatırımcılar ekran başından ayrılmıyor, iştahla ellerini ovuşturuyorlar. Öyle ya, serbest piyasanın nimetleri bunlar. Adına arz talep dengesi diyorlar. Sermaye artışı, teknik analizler, sür git pazarlıklar, falan filan... Borsada nasıl da hızla yükseliyor, ölü sayısına endekslenmiş gibi sanki grafikler. Peş peşe alım satım emirlerini verirken brokerlar, istatistiklerde acımasız ölü sayılarına dönüşüyor cesetler.
Açsan defterlerini imar planları suç unsuru, katliama davet, her imar affı kusursuz bir cinayet!
Şehirler deprem kuşağında diye bağırıyor durmadan uzmanlar. Avrupa'nın en yüksek 245 binasından 66'sını Türkiye'de yapmışsınız, buna ne dersiniz beyler!
Bunların 62 tanesi tam da deprem fay hatları üzerinde, eserinizle övünüyor musunuz efendiler?
Çoğu da siyasal İslam'ın şaheseri; birbirinden gösterişli rezidanslar, plazalar, towerlar… Boşuna dememiş "her büyük servetin altında büyük bir suç yatar!" diye yazar üstat.
Nasıl da isabet buyurmuşlar, 60'ı son 23 yılda yapılmış, AKP'nin sihirli ellerinin marifeti bunlar.
İstanbul'da, İzmir'de, Ankara'da ölüm kuleleri gibi yükseliyor. Kentin mezar taşları bunlar, insanlığın içine diri diri gömüldüğü beton tabutluklar.
Üstelik dahası da var; Biliyor musunuz, Avrupa'da inşası planlanmış en yüksek 24 gökdelenden 16'sı, büyük depremi bekleyen İstanbul'da, bunu nasıl becerdiniz efendiler?
Kent suçları hız kesmiyor. Deprem kuşağındaki İzmir'i de es geçmemişler bizim beyler; 25 kat ve üzerinde, 34 gökdeleni yaparak kıymışlar Simirna'ya! 33 ü, yine 2000 sonrasında saplanmış bağrına kentin; siyasal İslam'ın sihirli kuleleri gibi bunlar.
Kuşkusuz bir de suç ortakları var. DSP, CHP belediyeleri döneminde yükselmiş cümle gökdelenler.
Söylesene, niye güzel haberlerin yok bize İzmir? 24'ü inşa halinde, 6'sı planlama aşamasında, sırada 30 gökdelenin daha var!
Şimdi bütün mevsimlerim kurumuş, içimde can çekişiyor bahar.
Şehirler yenilmiş, biz yenilmişiz, öylece kalmışız harap kentlerin yıkıntılarında.
Ne kadar sürer bu ağrı, ne zaman sarılır bunca yara, failler yeni cinayetlere hazırlanıyorken hâlâ aramızda?
Her şeye rağmen, kardelenler açmaya devam eder mi, bize uzak dağların doruklarında?
Ne desem, sözler yorgun, kelimeler biçare.
Ruhum paramparça Amanos'un eteklerinde, dağılmış.
Şimdi kalbim kış, ölüler mevsimi.
Yıkık bir kentin enkazlarında.