Zaman, giderek daralıyor.
Yakındır, geleceğini oylayacak bu ülke.
Sanki bir var oluş, yok oluş meselesi.
Biraz durmak, mola vermek, soluklanmak için; derlenip toparlanmak, yeni bir hamle yapmak için; dönüp baştan, belki de sil baştan, kim bilir en baştan yola koyulmak için…
Hava boz bulanık.
Ufukta bulutlar, rüzgâr öylesine sert, gökyüzü ürkütücü, gri.
Geçmişini tüketmiş, sanki geleceğini arıyor ülke.
* * *
Sokaklar şimdiden hareketlenmiş.
Demokrasiden, insan haklarından, özgürlüklerden yana esiyor rüzgâr.
Anadolu’dan Mezopotamya’ya, hep barışın diliyle kuruluyor cümleler.
Bir yanda korku, endişe, ucu giderek hoyratlığa dönüşen bir panik.
İçimdeki sese kulak veriyorum.
Büyük suçlar, büyük korkuların eseridir diyor o ses.
Büyük korkuların sahipleri, şimdi büyük kudretleriyle iş başında!
Sokaklar perde perde kalkan, havada zehir kokusu, biber gazı, soğuk su.
Her gün kanun hükmünde iniyor emirler.
Her emir daha acımasız, daha insafsız, yeni bir demiri kesiyor.
“Hayır” afişleri asanlar mütemadiyen gözaltındalar.
Kadınlar coşuyor bir o yana, bir bu yana, orta yerde halaya duruyorlar.
Sokaklarda cop sesleri, feryat figan, çığlıklar.
Vapurda, metroda heyecanla bildirilerini okuyor üniversiteliler.
Omuzlarında gitar, küfelerinde kitapları var.
Konuşma bitiyor, apansız bir alkış tufanı yükseliyor içerden.
Bir şehirde “başkanlık karşıtı” bildiri dağıtırken, bir başkasında “anayasaya hayır!” derken gözaltına alınıyor gençler.
Başka bir şehirdeyse, “tek adama hayır!” konuşması yaptığı için derdestler!
Büyük şehrin göbeğinde, biat etmeyen sendikalar basılıyor, uluorta.
Üzerinde “hayır!” yazıyorsa eğer, afişler toplatılıyor.
Kadınların, sosyal medyaya düşüyor çığlıkları, otobüslerde yaka paça götürülürken görülüyorlar.
Sebep? Çünkü “hayır!” konuşması yapmışlar!
Muhalifsen eğer, farklıysan, en azından farklı düşünüyorsan, “ihbarlar birer sansar” a dönüşüyor o zaman.
Ya “bir telefondan bir telefona atlıyor” ya da İmzasız bir mesaja bakıyorlar.
Sonuç? Bilmen kaç numaralı kanunu taammüden çiğnemekten yine gözaltındasın.
* * *
Üniversitelerde, “bu suça ortak olmayacağız” diyenler var hala.
Dikler!
Yine dedikleri gibi, dimdikler!
Bu suça ortak olmamaya kararlılar.
Bilim ki, bu insanların evidir, bugünlerde bir bir, grup grup, topluca kovuluyorlar evlerinden.
Kimi, yeni düşmüş toprağa, taptaze fidan gibiler.
Kimi, on yıllardır kök salmış, ulu bir çınar gibiler.
Şimdiyse, kanun hükmünde, acımasızca sökülüyorlar köklerinden.
Kanun hükmünde emirlerle koparılıyorlar toprağından! Ama olsun, onurlular, kıvanç içindeler.
Yılmıyorlar!
Dayanışma akademileri kuruyorlar birbiri peşi sıra.
Belki gelecek güvenceleri yok, parasız, pulsuzlar.
Belki bugün karınları tok, yarın açlar.
Akademiden kovulmuş, kampüssüzler!
Ne kürsüleri, ne odaları, ne de unvanları.
Fark eder mi?
Varsın olmasın, çünkü geleceğe olan inançları, heyecanları var!
Her şeylerini almışlar ellerinden!
Bırakınız alsınlar; asla teslim alamayacakları cesaretleri ve umutları var!
Alınları açık, başları dik; notları var tarihe düşmek için, mirasları var geleceğe bırakmak için…
* * *
Meydanlar ne kadar da renkli.
Kadınlar inmiş sokaklara; gençler, yaşlılar, orta yaşlılar. Hep bir ağızdan şakıyorlar, cıvıl cıvıl kuşlar gibiler.
Gökyüzünü yüzlerine bulamışlar, rengârenk, gökkuşağı gibiler.
Nereye baksan bir heyecan, neye dokunsan bir neşe, ne yana dönsen bir umut.
Hayır Televizyonu da karışmış aralarına, gelene geçene mikrofon uzatıyor, nabzını tutuyor sokakların.
Göz alıcı, renk cümbüşü içindeler; zekâyla, eğlenceyle, mizahla göz kırpıyorlar hayata.
Hoyratlıkları yok, şefkatleri var.
Husumetleri dersen hiç yok; evet diyeni de, hayır diyeni de, hiçbir şey demeyeni de kucaklayacak sevgileri var.
Mümkün olsa, hep “yârin yanağından gayri” diyecekler, “hep beraber” yaşayacaklar bu dünyanın güzelliklerini.
Bazen bir parkta geceleyecekler, bazen suyu kesilen bir vadide.
Bazen de, ocağına ölüm inmiş bir madende!
Ağaçlara kıymasınlar diye kepçelere, iş makinelerine siper edecekler bedenlerini.
Ne gözaltında yılacaklar, ne mahkeme kapılarında, ne de zindanlarda!
Üzerlerine püskürtülen zehiri, Hatçe Nine’yle birlikte soluyacaklar bir vadinin yamaçlarında.
“Dereleri siyah akanlarla”, “yüz karası değil, kömür karası” olanlarla birlikte maruz kalacaklar muktedirin tekmelerine.
Bazen de, zehirli bir gaz bulutunun içinde bulacaklar kendilerini.
Köpeklerinin, biber gazından yaşarmış gözlerini, kendi gözlerinden önce silecekler.
Hep zekâ pırıltıları olacak gözbebeklerinde.
Hep onulmaz düşler taşıyacaklar heybelerinde.
Tıpkı, kendileri gibi sevecekler, kendilerine benzeyen/benzemeyen bu cennet yeryüzündeki cümle mahlûkatı.
Lokmasını, tıpkı bir sokak köpeğiyle paylaşan bir emekçi gibi, tereddütsüz paylaşacaklar hayatı; üstelik çıkarıp sırtından, kendi ceketiyle sarar gibi, işte öylesine sevgiyle saracaklar dünyayı.
Kuşku yok, ölürken bile, kendilerinden sonra kalacak dünyada olacak hep akılları; bahçesine diktiği ağacında, geride bıraktığı köpeğinde, sahipsiz olacak kedisinde.
İşte en çok da bunun için “hayır!” diyecekler çaresizliğe.
* * *
Hava açmış, bulutlar parça parça, gökyüzü alaca mavi.
Vapurlar geçiyor Yenikapı’dan Üsküdar’a.
İçinde halaya durmuşlar genç kızlar, delikanlılar.
Martılar kanat çırpıyor üzerinde.
Korkunun ecele faydası olmazmış hiç.
Nicedir, yok saymışlar sanatı, felsefeyi; karartmaya kalkmışlar bilimi, edebiyatı.
Yırtmışlar perdesini, kapısına kilit vurmuşlar tiyatronun.
Aldırır mı sanatın emekçileri, repliklerine devam ediyor, devam edecek onlar!
Baksanıza, sokaklar sahne diyor hemen; bütün pazar yerleri, vapur iskeleleri, meydanlar sahne!
Sezonu olmaz ki gösterilerin, “hayır” a perde açıyor bütün tiyatrolar.
Birden ayağa kalkıyor maestro, özenle veriyor işaretini.
Yaylı çalgılar hazır, üflemeliler beklemede, sırada vurmalılar da var!
Orkestra “hayır!” a dönüyor birden, kaldığı yerden devam ediyor çalmaya.
Uzaktan çalgı sesleri duyuluyor, köşede renkli kalabalık, içinde çengiler.
Uzun bir konvoy oluşturmuş gençler, sonu gözükmüyor sıradakilerin; şenlikli, yüzleri güleç, coşkuları yerinde; hayalleri de pek de taze.
Selamsız Bandosu değil bu, Hayır Bandosu, o da sokağa iniyor.
Ellerinde davullar, erbaneler, trompetler.
Dillerinde sevimli sözcükleriyle gençler geliyorlar; erbaneler “hayır!” diyor, çalgılar “hayır!”, çengiler “hayır!”
Bir yerden gözüm ısırıyor bunları, yollardalar, seferber olmuşlar.
Görene sevinç, duyana heyecan, dokunana umut dağıtıyorlar.
Yüreklerinden başlıyor sevinçleri, gözlerine ulaşıyor.
Yüzlerine gün vurmuş, damarlarında kıpır kıpır bir telaş, gülüşleri bahar.
“Bir yanı çürüyor, bir yanı diri”, geleceğini arıyor bu ülke.
Kim ne derse desin.
Referandumun üzerinde Gezi’nin hayaleti dolaşıyor.