Avrupa'nın göbeğinde bir 'insanlık dramı' yaşanıyor. Polonya, çaresizce sınıra dayanan insanların gelişini insani bir kriz olarak değil, bir istila olarak görüyor. Sınırda olağanüstü hal ilan eden Polonya, binlerce asker konuşlandırdı, toplu sınır dışı uygulamalarını mümkün kılmak ve iltica başvurularını görmezden gelebilmek için de yasa değişikliğine gitti.
Ve orada bir duvar planlıyor. AB gözlemcilerinin, yardım kuruluşlarının ve gazetecilerin sınırdaki 3 kilometrelik bölgeye girmesine izin verilmiyor. Litvanya ve Letonya daha önce Belarus sınırındaki geçişlerde AB'nin yardımını kabul etmişti, ama Polonya kabul etmiyor. Brüksel'de artık demokrasiden uzaklaşmakla suçlanan ve 'hukuk devleti' olma vasfını kaybettiğine yönelik eleştirilen yapılan Varşova, göçmenleri siyasi sermaye olarak kullanıyor.
Bugün o bölgede yaşananlar, Şubat 2020'de Türkiye'nin Yunanistan'la sınır kapısı olan Pazarkule'de yaşananları hatırlatıyor. Türkiye'nin Yunanistan'la sınır kapılarını açmasının ardından binlerce göçmen Pazarkule'ye akın etmiş, bu da Türkiye ile AB arasında ciddi krize neden olmuştu.
Her ne kadar ‘göçmen krizi’ bugünlerde Polonya-Belarus sınırında yaşansa da, Türkiye-Yunanistan sınırında yaşananlar unutulmuyor. Ve bir daha yaşanmayacağının garantisini kimse veremiyor.
Önceki gün Erdoğan yine o günleri hatırlatan bir cümle kullandı. Türkiye'de yaklaşık 5 milyon mülteciye ev sahipliği yaptıklarını belirten Erdoğan, "Eğer biz kapıları açacak olursak Yunanistan ne yapar bilemem” dedi.
Macaristan Başbakanı Viktor Orbán'ın birkaç yıl önce Macaristan-Sırbistan sınırını dikenli telle kapatmasını eleştirmeyen AB'li siyasetçi kalmamıştı. Ancak şu anda örülen dikenli tel demokrasi ve istikrarın sembolü olarak övülmeye başlandı. Aynı şekilde Yunanistan'ın Meriç nehrine duvar örmesi de övgü nedeni oldu ve hatta bizzat AB tarafından finanse edildi.
Avrupa Birliği, izlediği göçmen politikasıyla kendisini, AKP lideri Tayyip Erdoğan'ın başlattığı ve şimdi de Lukaşenko'nun sürdürdüğü şantaja açık hale getirdi. İltica siyaseti söz konusu olduğunda hükûmetler seçmenler tarafından cezalandırılmaktan korkar. Bu yüzden de geçtiğimiz yıllarda hiç kimse insani ve işleyen bir göç siyaseti için çaba göstermedi. Lukaşenko şimdi bundan faydalanıyor.
Göçmenler ise, kendileri için güvenli ve yasal yollar oluşturulana kadar Avrupa kalesinin kapılarını yumruklamaya devam edecek. AB ipleri eline almadığı sürece bu insani trajediler devam edecek ve AB, Lukaşenko gibi 'popülist' politikacıların jeopolitik oyunları karşısında çaresiz kalacak.
AB yetkilileri, insan hakları ihlalleri ve geçtiğimiz yıl düzenlenen tartışmalı başkanlık seçimlerini gerekçe göstererek yaptırım uyguladıkları Belarus'un, buna misilleme olarak Orta Doğu, Asya ve Afrika'dan göçmenleri AB sınırlarına taşımakla suçluyor. Son aylarda Polonya'nın yanı sıra Litvanya ve Letonya sınırlarından benzer haberler geliyor. Polonyalı yetkililer, Polonya-Belarus sınırında yaşananların Belarus güvenlik güçleri tarafından organize edildiği, yaklaşık binlerce göçmen sınıra gelirken onlara resmi yetkililerin eşlik ettiğini savundu. Belarus hükûmeti ise bu suçlamayı reddetti.
AB Komisyonu’nun gizli ibareli kurum içi belgesinde, Polonya-Belarus sınırında bekleyen binlerce sığınmacının Türk Hava Yolları (THY) ile bu ülkeye taşındığı iddia edildi. Gizli AB belgesinde “Belarus havayolları şirketi Belavia’nın Türk Hava Yolları ile iş birliği içinde haftada 4 ila 7 uçuş düzenleyerek her uçuşta 180’er göçmeni İstanbul’dan Minsk’e taşıdığı” bilgisine yer verildi. Bu bilgileri Almanya'nın “Die Welt” gazetesi, belgeleriyle okuyucularına ulaştırdı.
Polonya-Belarus sınırındaki göçmen krizinde Türkiye'nin de transit ülke olarak adı geçerken THY iddiaları yalanladı. Türkiye'den Belarus'a hiçbir şekilde yasa dışı göçmen taşımacılığı olmadığı, Türkiye'nin AB'yle yürüttüğü işbirliklerine bağlılığının AB makamlarınca bilindiği söylendi.
Göçmen konusu, ülkelerarası bir “hesaplaşma”, ya da “pazarlık” konusu olmayı sürdürüyor. Olan, ‘Umuda yolculuk’ adına ölümü göze alarak çoluk çocuk yollara düşen insanlara oluyor.