Nükhet Duru, Bodrum'da iki saat sürmesi beklenen konserini herhangi bir açıklama yapmadan yarıda keserek sahneden erken ayrılmış. Sahnede 50 dakika kaldıktan sonra ayrılan Duru'ya ve menajerine ulaşılamamış.
Bazı dinleyiciler, "Bayramda onu dinlemek için geldik ama bu yaptığını kendisine yakıştıramadık" diyerek şarkıcıya tepki göstermiş.
Mekanın işletmecisi Serkan Can da, izleyicileri sakinleştirmiş ve Duru'nun davranışına bir anlam veremediğini söylemiş.
Derken, Nükhet Duru'dan açıklama geldi:
" … bir sanatçının sahneye çıkabilmesi için gereken koşulları maalesef sağlayamamıştır. Korkunç bir ses sistemi, katiyen işe hakim olmayan çalışanlar, orkestramın saatlerce süren soundcheck çabasını sonuçsuz bırakmıştır."
Duru'nun dile getirdiği şikayetler umarım doğrudur, ama bir konseri yarıda kesmenin gerekçesi olabileceğini sanmıyorum.
Bu kesin yorumu hukuki açıdan yapıyorum, sahne geleneği içinde nasıl karşılanır, bilmiyorum. Mesela, tiyatro alanında, böyle bir gerekçe ile oyunun yarıda kesildiğini hiç duymadım.
Biz Nükhet Duru'nun konseri yarıda kesme olayını parmaklarımızın ucuna basarak, hukuki açıdan irdelemeye başlayalım, bakalım ortaya ne gibi sonuçlar çıkacak.
Kanımca, Nükhet Duru verdiği konserleri sadece sahne performansı olarak görüyor, yaptığı gösterinin hukuki anlamda ne ifade ettiğini çok fazla bilmiyor ya da umursamıyor.
Çünkü bir konser, belirli bir ücret karşılığı bir kişi veya topluluğun sahnede şarkı söyleyeceğini vaat eden bir sözleşme anlamına gelir. Böylece, yerine getirilmeyen vaat nedeniyle, binlerce seyirci ödemiş olduğu bilet bedelinin iadesini isteyebilir.
Ayrıca, konser için şehir dışından gelenler için, yaptıkları harcamalar için ayrıca maddi tazminat hakkı bile doğabilir.
Unutmadan ekleyelim, konserin yarıda kalması sonucu duyduğu derin üzüntü nedeniyle, bazı izleyicilerin manevi tazminat davası açma ihtimali de var.
Buraya kadar sözünü ettiğimiz ihtimallerin seyirci açısından tek muhatabı, elbette ki mekanın işletmecisi olacaktır. Ama işletmecinin de, uğradığı zararlar nedeniyle Nükhet Duru'ya, daha sonra rücu davası açma hakkı olacaktır, o da ayrı bir konu.
Nükhet Duru'nun sahne düzenin yetersiz olduğu şeklindeki sözlerinin, hukuki açıdan bir geçerli olacağını düşünmüyorum. Böyle bir durumda mahkeme mutlaka "Neden konser öncesi sahnede prova yapıp, teknik alt yapının yeterliliğini kontrol etmediniz" diye soracaktır..
Fakat işletme sahibinin, kendisine karşı açılan davalarda şöyle haklı bir savunma geliştirebilir: "Ben kimseye konserin iki saat süreceğini vaat etmedim. Sattığımız biletin üzerinde, şarkıcının sahnede kalma süresi ile ilgili bir ibare yer almıyor."
Savunma hakikaten yerinde ve haklı görünebilir ama hiçbir mahkeme bu tür bir savunma karşısında davayı düşüreceğini sanmıyorum.
Mahkemeler böyle durumlarda, konunun uzmanlarından oluşan 1-2 kişilik bilirkişi tayin eder ve onlardan " Normal bir konser saati ne kadar sürede bitmelidir? Nükhet Duru'nun sahnede kaldığı 50 dakikalık süre, müzik gösterileri dünyası içinde normalin altında mıdır?" sorularının karşılığını ister.
Aslında konu daha da uzar, ama sabrınız zorlamadan burada keseyim. Ama diyeceğim şu ki, konseri keyfi olarak yarıda kesip "Benden bu kadar, hadi bay bay" denmesi halinde, seyirci affedici olabilir, ama konu mahkeme önüne geldiğinde aynı hoşgörüyü görmeyecektir.
Her şey bir dakika içinde olup, bitmiş olmalı. 12 Temmuz gecesi saat 00.10 sıralarında, Hakan Akçelik isimli sürücünün kullandığı otomobil, cadde üzerinde scooter kullanan Dilara Gül'e çarptı. Dilara Gül, kaldırıldığı hastanede hayatını kaybetti. Sürücü tutuklandı.
Bu tutuklama ile toplumsal tepki bir miktar frenlenmiş oldu. Ölümle her kazadan sonra, kamuoyunun tüm dikkati olayın meydana gelmesinde kimin ne kadar kusurlu olduğuna değil, sadece sürücülerin tutuklanmasına odaklanıyor.
Hakan Akçelik'in çıkarıldığı mahkeme tarafından tutuksuz yargılanmasına karar verilip, serbest bırakılsaydı, medya organlarının en çok kullanacağı ezber başlığı tahmin etmek çok zor değil: "Dilara'yı öldürdü, mahkeme serbest bıraktı."
İnternete düşen kaza görüntülerinde, Dilara'nın ani bir dönüşle caddeyi enlemesine geçmeye çalıştığı sırada, yeteri kadar dikkatli davranmadığı açıkça yer almasına rağmen sonuç değişmiyor. Tutuklama konusunda gösterilen bu şuursuz hassasiyet, her defasında toplumsal koro halinde tiz bir sesle tekrarlanıyor.
Bu olay, scotterların alnına sürülen neredeyse ilk kara kara leke oldu, ama çok sürmez, yakında unutulur, gider.
Bisiklete artık 'şeytan arabası' denilmiyor ama, hız seviyesi ve mekanik yapısına bakıldığında, scotterlar bu tanıma biraz uyuyor gibi sanki… Piyasada görünmeye başladıkları andan itibaren, şehir içi trafiğinde kullanım süratleri, kaldırımlarda sık sık karşımıza çıkmasında bir gariplik seziyorduk aslında, ama çok da önemsemedik galiba. Memleketin trafik otoriteleri, halk sağlığı uzmanlarından tepki gelmediği için, ilk günlerde duyulan kuşkular, zaman içinde dağıldı.
Dilara'nın ölümüyle birlikte scotterlar tabii ki, 'günah keçisi' oldu.
Ta ki, Habertürk'te yer alan o habere kadar. Emin Arslan tarafından, scotterların Avrupa'daki macerası gözler önüne serilince, Türkiye'deki gerçeği konusunda taşlar yerine oturmaya başladı.
Mesela, Londra'da şu anda halka açık yollarda, kaldırımlarda, bisiklet yollarında veya diğer kamusal alanlarda kullanılmasının yasak olduğunu öğrendik. Sadece özel mülklerde elektrikli scooter kullanılmasına izin veriliyormuş, o da özel mülk veya arazinin sahibinden izin alınması şartıyla... Birleşik Krallık genelinde ise, scooter sürerken kask takmak zorunlu ve kullanım ehliyeti alabilmek için kursa katılım gerekiyor.
Berlin'de kurallar biraz daha gevşek, ama yine de sıkı bir şekilde takip ediliyor. Maksimum hız, hız 20 km/s ile sabitlenmiş durumda. Sadece bisiklet yollarında sürülebiliyor. Kaldırımlarda kullanmak yasak. Ayrıca, scooter kullanmak için sorumluluk sigortası zorunluluğu getirilmiş.
Paris'te ise diğer iki şehirden farklı olarak, 'otomatik yavaşlama' sistemi mevcut. Bu da kazaları büyük ölçüde önlüyor. Müzik dinlerken veya telefonla ilgilenirken binilemiyor. Park etmek isteniyorsa, ortalıkta bırakılması yasak. Kaldırımdaki yayaları rahatsız etmemek için, onlar için özel olarak düzenlemiş alanlara veya iki tekerlekli araçlar için çok daha önceden yapılmış yerlere park etmek gerekiyor. Bu kuralların herhangi bir şekilde ihlalinin, 135 Euro ile 1.500 Euro arasında değişen para cezası var.
İngiltere, Almanya ve Fransa'da kullanımıyla ilgili öğrendiğimiz bu standartlar, aslında scotterlarla değil, bu konuda bir nebze kendimizle yüzleşmemizi sağladı.
Türkiye'de kask takma zorunluluğu hariç, scotterların kullanımı konusunda neredeyse Avrupa standartları getirilmiş olduğu gözleniyor. Doğal olarak, hepsi kağıt üstünde kalmak şartıyla tabii ki... Denetleme görevi, valilik ve belediyeler arasında paylaştırılmış olması nedeniyle sahipsiz kaldığı söylenebilir, her iki kurum da sorumluğu birbirinin üzerine atıyor.
Ve scotterler üzerinden koparılan son fırtınanın hızı kesildi. Dilara Gül'ün hayatını kaybetmesi üzerine herkesi sarmalayan acı, Hakan Akçelik'in cezaevine girmesiyle biraz hafifledi gibi…
Mahkeme sürücü hakkında apar topar tutuklama kararı verirken, kamuoyu hassasiyetinin etkisinde kalmış olabileceğini düşündüm. Bu nedenle tutuklamaya yapılan itirazla, tahliye olmasını bekledim, ama öyle olmadı.
Söylemeye dilim varmıyor, tepki alacağımı biliyorum ama, bu kazanın sorumluları içinde en masum olanımız, galiba scotterin bizatihi kendisi oluyor.
İzmir'de 30 Ekim 2020'deki depremde alt katı çöken "Yılmaz Erbek Apartmanı" davasının kararı 16 Haziran'da açıklanmış, bazı sanıklara hapis cezası verilirken, bazıları beraat etmişti.
Kararı veren 9. İzmir Ağır Ceza Mahkemesi önceki gün gerekçeli kararını açıkladı.
Mahkeme heyeti, Mustafa Yılmaz'a 15 yıl, inşaat mühendisi Ali Özsoy'a 10 yıl, yapı denetim şirketi yetkilileri Binay Bükey ve Eşref Pervis Toğulga ile fenni mesul Nurettin Bozdoğan'a verdiği 7 yıl 6'şar ay hapis cezalarını neden verdiğini, tek tek ve detaylı olarak açıkladı.
Anadolu Ajansı tarafından duyurulan karar, tüm basın organlarında, doğal olarak aynı şekilde yer aldı. Ancak haberde, davada beraat eden 5 kişi daha vardı ve neden beraat ettikleri yer almadı.
Ceza hukukunun amaçlarından birisi de, toplum genelinde öğretici olmasıdır. Bu nedenle mahkemeler verdikleri hapis cezası kararlarında olduğu gibi beraat kararlarını da gerekçelendirirler.
Anadolu Ajansı'nın sadece ceza alanların gerekçelerini yayınlayıp, beraat kararlarıyla ilgili bölümünü haber değeri olarak görmemesi, bu anlamda sorunludur.
Eminim, ajans yöneticileri bu yarışmayı kasıtlı olarak yapmamışlardır. Toplumun hapis cezaları kadar, beraat kararları üzerinden de ders çıkarabileceklerini, göz önünde tutmalılar.