Uzun bir zamandan beri rektörlük seçimlerinde yapılacak olan bir değişiklik konuşuluyor ve yeni düzenleme bekleniyordu. Kısmet 15 Temmuz sonrasına ve olağanüstü hâl koşullarınaymış, zaten sayın Cumhurbaşkanı da ülkemizdeki tüm üniversitelerin rektörlerini bir araya getirdiği açılışta bunun mesajını vermişti.
Konuşmasında üniversitelerde yapılan seçimlerin ayrılıklara neden olduğunu ve gereksiz kamplaşmalar yarattığını belirtmişti ardından ise onun belirttiği yollarla seçilen rektörlerden müthiş bir alkış kopmuştu. 29 Ekim günü yayınlanan yeni kanun hükmünde kararnamelerle (KHK) birlikte üniversitelerdeki hocaların kendi yöneticilerini seçmesi uygulamasına son verildi. Bundan böyle en az üç yılını dolduran profesörler Yüksek Öğretim Kurumu’na (YÖK) başvuracaklar ve onların belirleyeceği üç aday arasından Cumhurbaşkanı yeni rektörü belirleyecek.
Bu yeni uygulamayı darısı yargının başına nidalarıyla karşılayan milletvekilleri oldu. Her nedense çok küçük bir kısmının dışında akademi camiası içerisinden ses çıkmadı! Zaten uzun bir zamandan bu yana aradığınız kişiye ulaşılamıyor mesajında olduğu gibi aradığınız akademi artık ses vermiyor!
Bu coğrafyada okumuş yazmış insanların hoş karşılanmadığını ve onlara karşı hep bir ön yargının olduğunu şanlı geçmişimiz bizlere fazlasıyla gösterdi. Arada hocaların darbe yapanlara neler yapmaları gerektiğini anlattıkları 27 Mayıs sonrası gelişmelere de şahit olduk. Darbecilerden daha fazla darbe sever öğretim üyeleri de bu ülkenin üniversitelerinde yer aldılar. Ama dünyanın her yerinde olduğu gibi bizde de vicdan sahibi, adaletli, dürüst, ülkesini ve o ülkenin insanlarının geleceğini düşünen öğretim üyeleri de oldu. Hatta bu insanlar çoğu zaman tüm bu saydıklarım adına işlerinden, evlerinden, belki de hepsinden önemlisi ömürlerinden oldular. İktidarların karşısında yer almak pahasına doğruları zikretmekten çekinmediler.
12 Eylül darbesinin yarattığı ortamla birlikte 1402’likler olarak üniversitelerden uzaklaştırılan ve cunta lideri Evren’in her fırsatta aşağıladığı ‘aydın’lar mücadeleye devam ettiler. Üzerinden otuz altı yıl geçmesine rağmen ülkemizdeki izlerinin hala silinmediği 12 Eylül rejiminin en önemli kurumlarından bir tanesi olan YÖK ve anayasa her gelen iktidarın şikayetine rağmen varlıklarını sürdürmeyi başardılar. 15 Temmuz sonrasında FETÖ terör örgütü ile mücadele adı altında yapılan uygulamalarda başta TÜBİTAK olmak üzere üniversitelerin ve orada yer alan öğretim üyelerinin önemli bir yer teşkil ettiği görüldü. Çıkartılan kararnameler ile birlikte binlerce akademisyenin işine son verildi. Güçsüzleri ezen buna karşın güçlüleri görmezden gelen sistem burada da işlemeye devam etti ve ilgili, ilgisiz pek çok genç akademisyen haklarının ellerinden alınması ile ortada kaldılar. Kapatılan üniversitelerdeki akademisyenlerin geleceğinin ne olacağı konusunda hala net bir çalışma olmadığını ve bu insanların eğer gereken düzenleme yapılmazsa bundan sonra akademide çalışamayacaklarını söyleyemeye bile gerek yok!
Peki öyleyse insanlarını sürekli olarak öğüten ve yok farz eden bu ülkede, barışçıl ve insancıl yaşamın koşullarını birlikte nasıl yaratacağız. Ülkenin okumuşlarına zaten hiç güvenmiyorduk gerçi küçük bir kısmının dışında onların da bu durumdan herhangi bir şikayetleri yoktu. Yüksek lise pozisyonunu indirgenen üniversiteler içerisinde giderek nicelliğe indirgenen öğretim üyeliği şartlarına hızla uyum sağlamışlardı. İçinden çıktıkları topluma hızla yabancılaşan buna karşın kendi yaşam alanları içerisinde nispeten daha korunaklı olan bu yeni akademi mensupları için ne rektörlük seçimleri, ne de ülkenin içinden geçtiği sıkıntıların herhangi bir önemi bulunmuyordu. Maddi anlamda çok tatmin etmese de statüsel açıdan hala etkili olan bir kimliğe sahip bulunmak, bu kitlenin büyük bir çoğunluğuna yetiyordu. Öğrencilerin düzeyi her geçen gün daha fazla düşüyormuş, ülkenin içindeki hak ve özgürlükler azalıyormuş, içlerinden bir kısmı imza verip cezalandırılmış gibi afaki ve önemsiz konular üzerinde durmaya gerek yoktu. Sistem bizim adımıza, seçtiğimizi zannettiğimiz buna karşın istediğini iktidara taşıdığı bir düzenleme ile demokratik bir yapılanmayı değil otoriter bir düzenlemeyi hayata geçiriyordu ama olsun biz seçiyorduk! Ama bir de baktık ki bu bile problem yaratabiliyormuş, istenilen kriterlerdeki kişiler tüm dikkatli incelemelere rağmen gözden kaçabiliyormuş!
Çözüm sorunu yaratan bütün bu unsurların devre dışı bırakılması ve üniversitelerin önünün açılmasıymış. YÖK sisteminin defoları üzerinden kendi iktidarlarıyla kitleleri bir dönem terbiye etmeye kalkanların şimdi geldiğimiz nokta da olan bitenler hakkında ne kadar günah çıkartsalar ya da kandırıldık deseler azdır. Üniversitelerin kendilerini yönetecekleri seçip seçmemeleri meselesini tartışabiliriz, yeni öneriler getirebiliriz, uygulamayı değiştirebiliriz. Ancak bütün bunların yerine bir kararname ile olan biteni değiştirdiğinizde kendinizin inandırıcılığını da ortadan kaldırmış olursunuz.
Her fırsatta yurt dışındaki ülkelere gönderme yapmak ve onların demokratik yapılarını sorgulamaktan vazgeçmeliyiz. Kendi ülkemizi ve onun akademisindeki seçimler bile sıkıntı yaratıyorsa yarın bu işin mahalle muhtarlıklarına, belediye başkanlıklarına ya da milletvekillerinin seçimlerine doğru kaymayacağı konusunda kim garanti verebilir! Sistemleri oluşturamadığınız ve kurumsal işleyişi hayata geçiremediğiniz sürece ortaya konulacak her türlü düzenleme kişilere endeksli olacaktır.
Kişisellik temelinde nasıl bir duvara tosladığımızı çok değil üç buçuk ay önce acı bir biçimde öğrendik. Sonrasında yaşadıklarımız ise olan bitenin hala ayırdına varamadığımızı ve ülke içinde ayrıştırmayı sürdürmekte ısrarlı olduğumuzu ortaya koyuyor. Güven, huzur, adalet kelimeleri toplumsal hayat içerisinde önemli yer teşkil ederler. İnsanların bu kelimelere duydukları ihtiyaç kadar bu kelimelerin yaşantıları içinde nasıl bir yerde durdukları belirleyicidir. Akademi içinde yer alan tüm bireyler de bu toplumun ve her fırsatta dile getirilen milli iradenin parçalarıdırlar. Tercihlerinin bu şekilde devre dışı bırakılmasından daha acı olan ise onların tüm bu olup bitenler karşısında sessiz/duyarsız kalmayı yeğlemeleridir!