24 Ocak tarihinde ölenler/öldürülenler listesine bir büyük isim daha eklendi: Fatma Girik. Türkiye sinema tarihinin en önemlilerinden bir tanesiydi ve onun ölümü sonrasında pek çok şey yazıldı, çizildi. Son yıllarda sosyal medya üzerinden ölenlerin ardından başlayan bir furya söz konusu ve burada yapılan paylaşımlar aracılığıyla kişiler bir anlamda ölenleri anma yoluna gidiyorlar. Fakat burada yine son dönemde ülkenin içinde bulunduğu tuhaf iklimle bağlantılı olarak bir durum ortaya çıkmaya başladı ve ölenleri de tıpkı yaşayanları yapmakta olduğumuz gibi ayrıştırır hale geldik! Öleni anarken bile onun yanında bir başkasına yönelik ithamlarda bulunmak gibi hiç ama hiç olmaması gereken yaklaşımlar sergilenmeye başlandı. Burada hiç kuşkusuz içinden geçmekte olduğumuz süreçlerin büyük etkisi söz konusu ve bu yüzden de insanlar birbirlerini içinde bulundukları konum üzerinden değerlendirmek gibi bir yanlışın içerisine düşüyorlar. Oysa hiçbirimiz mükemmel değiliz ve yanlışsız varlıklar olamayız! Kişilerin beğendikleri, arkalarında durmaktan gurur duydukları siyasi liderler, önderler tabii ki olabilir, bu son derece doğaldır. Burada doğal olmayan husus ülke içerisindeki insanların birbirlerini konumlandırdıkları gibi sanatçıları, aydınları, sporcuları vb. pek çok alandaki kişileri de yandaş ve muhalif şekilde konumlandırmak suretiyle topyekûn bir algı yaratma yolunu tercih ediyor olmalarıdır.
Fatma Girik gerçekten de Türk sinema tarihinin en önemli isimlerinden bir tanesidir ve ortaya koyduğu eserlerle yıllarca anılmayı hak etmiştir. Buna karşın Hülya Koçyiğit ile ilgili yazılanların Fatma Girik'in ölümü ile ilgili herhangi bir bağlantısı söz konusu değildir. Fatma Girik üzerinden Hülya Koçyiğit'e laf söylemek hiç de hakkaniyetli bir yaklaşım değildir. Hülya Koçyiğit'in açıklamalarını, son yıllarda durduğu yeri beğenmeyebilirsiniz ve onu kendinize göre bir yere konumlandırmakta da özgürsünüz. Fakat ölen bir sanatçının ardından hayatta olan bir sanatçıya yönelik ithamlarda bulunmak ve bu şekilde karalamaya girişmek hiç de hoş kaçmamaktadır. Her şeyden önce bu yapılan ölenin aziz hatırasına saygı göstermek değildir! Şimdi birileri olur mu öyle tam aksine onun ne kadar önemli bir isim olduğunu ortaya zaten koyuyoruz gibisinden laflar edeceklerdir. Oysa eğer derdiniz buysa sadece o kişiye ilişkin lafları sıralar ve sessizliğin gücüne sözü bırakırsınız. Aksini yaptığınız her durumda derdiniz üzüm yemek değil bağcı dövmektir ve bu durum az önce belirtmiş olduğum gibi hem hoş değildir hem de şık bir duruşa karşılık gelmemektedir.
Bu ülkenin yıllar içerisinde gelmiş olduğu noktanın ortak paydayı oluşturan sanatçı, sporcu, aydın vb. isimlerin ayrıştırılarak bizden ve onlardan şeklinde bir duruma indirgenmiş olması son derece sıkıntılı bir ruh halinin yansımasıdır. Kişileri yapıp ettikleri ile yargılama görevi hiçbirimizin üzerine vazife değildir ve kimsenin yaşadıklarımızdan böylesi bir vazife çıkarmak gibi bir sorumluluğu da bulunmamaktadır. İster Sezen Aksu'nun yıllar önce söyledikleri üzerinden şu anda karşı karşıya kaldığı pozisyonda olsun isterse ölen Fatma Girik'in ardından Hülya Koçyiğit'e reva görülen yaklaşımdaki gibi olsun fark etmez! İfade özgürlüğü kişilerin yanında oldukları fikirler için değil karşısında oldukları fikirleri söyleyenlerin de bunu söyleyebilme hakları olduğunu ortaya koyabilmeleri için olmazsa olmaz bir durumdur. Ülke olarak sürekli biçimde kendi küçük ve konforlu güven alanlarımıza gömülüp oradan bizim gibi düşünmeyen, inanmayan, giyinmeyen, konuşmayan vb.lerini gerçekleştirmeyen herkesi bir çırpıda ötekileştirmeyi maharet addediyoruz. Oysa bizim yaptığımız gibi onların da benzer hareket ve düşünce biçimlerine sahip olması gibi bir durumla karşı karşıya kalabileceğimizi anlamak istemiyoruz. Ne de olsa hiçbir biçimde kabul etmiyor olsak bile hepimiz bu toprakların ürünleriyiz ve buradaki topraktan beslenmiş olarak, şekillendik. İşte bu yüzden her yapıp ettiğimizle sadece kendi yaşam alanlarımızı değil bizimle birlikte var olmak durumunda olanların yaşam alanlarını ve zihniyet dünyalarını da çölleştirmekte olduğumuzu görmek zorundayız. Birilerini sevmek güzel bir duygudur fakat birilerine de saygı duymak gerektiği gerçeğini atlamamalıyız. Ötekileştirdiğimiz her bir kişi beraberinde biraz daha yaşanamayacak bir ülkeye doğru bizi götürmekte olan yol arkadaşımız haline dönüşüyor. Sorunun başkalarının doğruları/yanlışları, kutsalları, ithamları, ideolojileri olmadığını asıl meselenin kendi doğrularımız/yanlışlarımız, kutsallarımız, ithamlarımız, ideolojilerimiz olduğunu fark edebildiğimiz de işler başka bir noktaya doğru yol almaya başlayacaktır. Eleştirmek ile hakaret etmek arasındaki ince çizgi birlikte yaşamayı başarabilme ve ayrışma arasındaki farkları da ortaya koymaktadır. Ölümün olduğu dünyada hiçbirimiz öte tarafa bir şeyler götürecek değiliz, hiç değilse yaşarken iyi yaşayalım ve öldüğümüzde de iyi bir biçimde hayırla yad edilelim.
Fatma Girik bu ülkenin değerlerinden bir tanesiydi, kendisine Allah'tan rahmet, kederli ailesi, yakınları ve tüm sevenlerine baş sağlığı dilerim. Nurlar içinde yatsın.