Ukrayna – Rusya Savaşı'nda en kanlı muharebelerin yaşandığı Bahmut (Artemivsk) kenti düştü düşecek. Birkaç ay önce Soledar’ın (Karlo-Libknekhtovsk) ellerinden çıkmasıyla bölgede tutunmaları güçleşen Ukrayna birliklerinin Bahmut’tan çekilmek durumunda kalacakları artık NATO kaynakları tarafından da dile getiriliyor. Bir yıla yakın bir zamandır çok sert çatışmaların yaşandığı ve her iki tarafın da ciddi kayıplar verdiği Bahmut’un Rus birliklerinin eline geçmesinin “kaçınılmaz” olduğu zaten bir süredir yazılıp çiziliyor, ayrıca bunun savaşın gidişatında bir kırılma anı olabileceğine kesin gözüyle bakılıyordu.
Bahmut, savaş öncesi 70 bin olan nüfusuyla belki küçük bir şehir. 1200 km’lik cephe hattında stratejik önemi olan bir yer gibi de durmuyor. Ama Ukrayna rejiminin buraya yaptığı yoğun yığınakla, aylardan beri gösterdiği büyük direnişle, özellikle Batı ve NATO çevrelerinde Bahmut muharebesi için “Stalingrad kuşatması/savaşı” benzetmesi yapılageldi. Benzerliği kuranlardan biri de ABD Savunma Bakanlığı'na araştırma raporları ve analizler hazırlayan ünlü düşünce kuruluşu RAND Corporation’ın kıdemli uzmanlarından Dara Massicot. Kuruluşun ulusal güvenlik ve stratejik çalışmalar eksperlerinden olan Massicot’a göre, “Her iki taraf da Bahmut’ta çok fazla zayiat verdi. Çok fazla mühimmat harcadı. Stalingrad gibi bir öneme sahip değil belki Bahmut ama Stalingrad’daki gibi bir savaş oluyor orada.”
Amerikan Washington Post gazetesine göre ise, “Ukrayna'daki ezici yıpratma savaşını simgeleyen bir şehir varsa, o da Bahmut.” Gazetenin Dış Haberler servisi gazetecilerinden Claire Parker’a bakılırsa, Bakhmut'u ele geçirmek, “Ruslara, E40 otoyolu boyunca kuzeybatıdaki Slovyansk'a veya kuzeydeki Siversk kasabasına ilerlemek için bir fırsat sağlayacak.”
Bir anlamda şunu söylemeye çalışıyor gazeteciler: Ruslar Bahmut’u almak suretiyle Donbas bölgesinin geride kalan son büyük kentleri Slovyansk ile Kramatorsk’u da kuşatma hedefine bir adım daha yaklaşmış olacaklar.
ABD Deniz Piyadeleri emekli istihbarat subayı Scott Ritter’e göre ise “Artemivsk (Bahmut), tarihin yazılacağı bir savaş olacak gibi geliyor bana. (…) Ukraynalılar kaybediyor, bir noktada direnişleri kırılacak ve bir dağılma süreci başlayacak ki bu da çatışmalar aynı istikamette devam ederse Ukrayna'nın yaz veya sonbahar başı gibi bir tarihlerde savaşı kaybedeceği gerçeğine yol açacak.” Ritter, Bahmut Savaşı’nı daha ziyade Almanların 2. Dünya Savaşı’nda Doğu Cephesi'nde gerçekleştirdikleri son stratejik taarruz olan ve nihayetindeki Kızıl Ordu zaferiyle, Doğu Cephesi'nde inisiyatifi Sovyetlere veren “Kursk Muharebelerine” benzetiyor. Bahmut ile savaşta çok önemli bir dönemecin geçileceğini dile getiren Ritter, Youtube blogunda yaptığı yorumlarda, Kiev'in Moskova ile silahlı çatışmayı sürdürmesi ve herhangi bir ateşkes veya barış planını kabul etmemesi halinde, ülkenin oldukça büyük bir yenilgi bedeli ödemek zorunda kalacağını savunuyor.
Öte yandan, böylesi bir tarihsel kırılma anına yaklaşırken arka planda çok önemli bir olgunun bu olup bitenlere eşlik ettiğine tanık olmaktayız. Ukrayna'yı silahlandırma çabalarının ABD ve Avrupa'daki silah ve mühimmat stoğunu tükettiği konusunda Batı basınında aylardır uyarı nitelikli haberler görüyoruz. Hatta, The New York Times, Kiev rejiminin Ruslarca kuşatılmış ve düşmesine ramak kalmış Bahmut şehrini teslim etmeyi reddetmekle Rusya'ya karşı baharda girişilebilecek bir saldırı için Ukrayna kuvvetlerinin ihtiyaç duyacağı askeri mühimmattan yoksun kalabileceğini dahi yazdı. Bir diğer deyişle, söz konusu tarihsel kırılma anına ilerlerken, Ukrayna rejiminin işleri baharda daha da olumsuz bir seyre sokacak çok ciddi riskler almakta olduğundan söz ediliyordu.
İşte Çin’in Ukrayna – Rusya savaşının sonlandırılmasına yönelik 12 maddeli barış planı, pek çok uluslararası ilişkiler yorumcusu ile askeri uzmanının “kırılma yaratacak birtakım gelişmelerin kaçınılmaz hale geldiğine” yönelik bir mutabakat içinde olduğu tarihsel bir momentte geldi.
Hatırlayalım… Çin Dışişleri Bakanlığı savaşın birinci yıldönümü olan 24 Şubat günü, Ukrayna’daki durumun kontrolden çıkarak büyümesini önlemek amacıyla, “Çin’in Ukrayna Krizinde Siyasi Çözüme Dair Tutumu” başlıklı 12 maddelik bir belge yayımlamış ve Ukrayna krizini çözebilecek tek geçerli yol olan barış müzakerelerinin, “tüm ülkelerin egemenliği, bağımsızlığı ve toprak bütünlüğü kati surette korunmalı” tezinden hareketle bir an önce başlatılması gerektiğini dile getirmişti. Ardından Çin’in beklenen diplomasi atağı başlamıştı. Çin Komünist Partisi’nin dış politika şefi Wang Yi, Münih Güvenlik Konferansı’na katıldıktan sonra Moskova’ya geçerek Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile bir araya gelmiş ve bu görüşmede, Çin’in krize siyasi bir çözüm getirilmesi için yapıcı rol oynayacağını kaydetmişti. Denildiğine göre, Çin Devlet Başkanı Şi Cinping, Ukrayna krizine yönelik barış planının detaylarını yakın bir tarihte dünya kamuoyuna açıklayacaktı.
Çin, uluslararası politikada artık aktif bir rol oynamaya başlıyordu. İran ile Suudi Arabistan arasındaki ihtilafın son bulmasına yönelik arabuluculuğuyla Pekin yönetimi, ABD’nin Orta Doğu’daki hegemonyasını sendeleten bir hamle yapmıştı. Hatırlanacağı gibi, İran ile Suudi Arabistan son 7 yılda yaşanan gerginliklerinin ardından, Çinli yetkililerin aracılığıyla 6 Mart’ta Pekin’de oturdukları müzakerelerden 10 Mart tarihinde ilişkileri normalleştirme kararı alarak kalkmışlardı. Pekin yönetimi için artık sırada Ukrayna Savaşı’nı sona erdirecek siyasi bir çözümün arabuluculuğu vardı.
Fakat o da ne! Tam da Çin’in Ukrayna Savaşı’nı sona erdirmeye yönelik diplomasi hamlesinin start aldığı günlerde Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) Rusya lideri Vladimir Putin hakkında ani bir “arama kararı” çıkarttı. Hem de “Ukraynalı çocukların Rusya’ya kaçırıldığı” şeklinde birtakım iddiaları temel alarak! Ardından da Almanya’nın Kiev Büyükelçisi Anka Feldhusen, “Putin Alman topraklarında ortaya çıkarsa, kesinlikle tutuklanacak. Bu dün Almanya adalet bakanı tarafından doğrulandı” deyiverdi.
Putin’in tutuklanma talebiyle, aslında Ukrayna liderliğinin Rusya lideri ile Çin’in garantörlüğünde müzakerelere girişmesinin önüne geçilmek isteniyor, Pekin’in barış hamlesi açığa düşürülmeye çalışılıyordu. Ancak Pekin tarafında ok yaydan çıkmış, Çin’in Orta Doğu ve Avrupa’daki meselelerin çözümünde aktif diplomatik tutum izleyen politik yaklaşımı sahaya inmişti.
Çin ve Rusya liderlerinin 20 Mart’ta Moskova’da gerçekleşen tarihi buluşması, uluslararası ilişkilerde yeni bir dönemin habercisi olduğu gibi, bu söylediğimiz yaklaşımı ortaya koymak bakımından da bir mihenk taşı niteliğindeydi. Aslında bu köşede daha önce kaleme aldığım bir yazıda altını çizdiğim üzere, Çin ve Rusya liderleri, Çin başkenti Beijing’de düzenlenen 24. Kış Olimpiyatları’nın açılış törenlerinde duyurdukları siyasi manifesto nitelikli “stratejik ortaklık” bildirisiyle, çok merkezli yeni bir dünya düzenine geçişin meşalesini yakmışlardı. Uluslararası ilişkilerde yeni bir dönemin habercisi niteliğindeki 4 Şubat tarihli bildiride, özellikle 3 hususun öne çıktığı görülüyordu: Çok merkezli dünya düzenine geçiş; NATO’ya “yeter artık doğuya doğru genişlediğin” mesajı ve ortak yeni bir finansal sistem oluşturma kararlılığı.
Çin’in bu temel tezler üzerinden yaktığı o meşale 20 Mart’ta Avrupa’da “sahaya iniyordu.” Putin için çıkarılan tutuklama kararı bir yönüyle Zelenski’nin Putin’le masaya oturmasını engellemek amacı taşıyorsa da, bir yönüyle de de işte o Çin’i “sahadan kesmek” maksadıyla fabrike edilmişti. Dünya yeni dengesini ararken bu tip atılım ve iniş çıkışları daha çok göreceğiz gibi duruyor. Daha çok sarsıntı yaşayacağız, demek bu.
Ancak umalım ki, bu sarsıntıların arasında bir yerde Ukrayna’da barışa da ulaşılabilsin.