Suriye’nin kuzeyinde son bir hafta içinde meydana gelen gelişmeler geçen haftaki yazımda işaret ettiğim olguları temel alan bir doğrultuda gerçekleşti.
Hatırlanacağı gibi, geçen hafta kaleme aldığım “Olası Kuzey Suriye Operasyonu’nun Şifreleri” başlıklı yazımda, Fırat’ın doğusundaki gelişmelerin batısından, yani rejim karşıtı grupların elinde kalan son kale olan İdlib’teki gelişmelerden bağımsız ilerlemeyeceğini savunmuştum. Fırat’ın doğusunda arzulanan “güvenli bölgeye” dönük tartışmaların İdlib’te olup bitenlerle bağlantısı olduğunu ileri sürmüş ve özetle şunları söylemiştim:
Bölgede 12 gözlem istasyonu kuran Türk Silahlı Kuvvetleri’ne (TSK) barışın tesisi konusunda epeyce fırsat tanıyan Rusya, Suriye Arap Ordusu ile birlikte İdlib’teki operasyonlarına büyük bir ivme katmaya hazırlanıyor. Bunun TSK desteğindeki ÖSO unsurları için bölgede “yolun sonu” anlamına geldiğini bilen Türkiye için zaman daralıyor. Dolayısıyla Ankara’nın “güvenli bölge” tartışmaları ve sınıra yaptığı yığınak İdlib’teki bu gelişmelere paralel olarak hız kazanıyor.
Bunları belirtirken, İdlib’in Ankara’nın sözünü dinleyen cihatçı unsurlardan temizlenmesi sırasında, Türk hükümetinin hem oradaki gelişmeleri gölgeleyerek aktarmasına olanak tanıyacak bir zafer anlatısına hem de oradan çekilecek ÖSO güçlerinin yerleştirilebileceği bir sığınma coğrafyasına ihtiyacı olacağını vurgulamıştım. Böyle olmalı ki, uzun yıllardır Şam yönetimine karşı İdlib bölgesinde savaşan ÖSO unsurları moral güçlerini ve “gelecek ufuklarını” yitirmeden bu bölgeden çekilip daha doğuda bir yerlere nakledilmeye razı olsunlar, demiştim mealen.
Tabii olası “zafer coğrafyası” seçenekleri arasında sadece Fırat’ın doğusundaki Tel Abyad, Resulayn gibi merkezlerin olmadığını, batıdaki Menbiç’in ve hatta Rusların denetimi altındaki Tel Rıfat’ın da “aday” olarak öne çıktıklarını vurgulamıştım.
Ama özünde, İdlib’te hükümete bağlı güçlerin Rus Hava Kuvvetleri desteğindeki taarruzlarını hızlandıracak olmasının Ankara’yı “terör koridoru” adını verdiği bölgeye operasyon” düzenlemede ve yine aynı bağlamda sınır hattı boyunca “güvenli bölge” oluşturma gayretlerinde telaşa sevk eden bir husus olduğunu belirtmiştim.
Nitekim, geçen hafta Fırat’ın her iki yakasında sanki birbirinden bağımsızmış gibi yaşanan gelişmeler kurgunun bu şekilde olduğunu doğrulayan bir seyirde gerçekleşti. İdlib’te pek de yürümeyen ateşkesin çökmesiyle birlikte özellikle 5 Ağustos pazartesi günü Suriye Hava Kuvvetleri Hama’nın kuzeyi ile İdlib’in güneyine yoğun hava operasyonları düzenlemeye başladı. Suriye’nin kuzeybatısındaki çok sayıda üsten kalkan uçaklar “düşman” mevzilerinde gedik açmayı ve cihatçıların ikmal yolları ile iletişim kanallarını çökertmeyi başardılar. Bir gün sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Suriye'nin kuzeyindeki terör bataklığını kurutmak ülkemizin en öncelikli meselesidir. (…) Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı harekatlarıyla başlattığımız süreci inşallah çok yakında farklı bir aşamaya geçireceğiz,” şeklinde konuştu.
7 Ağustos Çarşamba günü Ankara ile Washington’un güvenli bölgeye dönük müşterek bir operasyon merkezi kurulması yolunda anlaştıkları haberi geldi. Aynı gün Rus yapımı gelişkin T-90 tanklarının da desteğindeki seçkin Kaplan Kuvvetleri Tümeni İdlib’teki Kefr Nebude – Tel Mala ekseninde cihatçı güçlere dönük yeni bir saldırı harekâtı başlattı.
Deyrizor, Rakka, Palmira ve Halep’teki operasyonlarda da ön cephelerde yer alan Kaplan Kuvvetleri’nin yoğun hava bombardımanı ve topçu desteği ile sürdürdüğü saldırılar sonucunda, Hama ve İdlib kırsalında 30 Nisan’dan bu yana operasyon yapan Suriye Arap Ordusu aylardır gerçekleştiremediği ilerlemeleri mümkün kıldı ve yine 7 Ağustos (2019) günü Han Şeyhun kasabasının batısındaki, aralarında el Zekat ve el Erbain beldelerinin de olduğu çok sayıda yerleşim birimini birbiri ardına cihatçıların elinden aldı.
2012’den bu yana silahlı grupların elinde bulunan ve Han Şeyhun’un hemen doğusunda bulunan Sukeyk’e de aynı günlerde bir taarruz başlatıldı. Ancak Sukeyk saldırısı biraz “düşmanın” enerjisini dağıtmak amaçlıymış gibi göründü. Nihayet batıdan gerçekleştirilen saldırılar sonucunda el Hubeyt beldesinin kontrolünün dün erken saatlerde cihatçılardan alındığı bildirildi. El Hubeyt, Şam Hükümeti için son derece önemli bir kazanım anlamına geliyor. Zira, Suriye Ordusu bu sayede hem Halep -Hama karayolu (M5) üzerindeki stratejik Han Şeyhun kasabasına çok yaklaştı, hem de buraların hemen güneyindeki Kefr Zita ile El Latamani beldelerinin savunmasını iyice zayıflatmış oldu.
Bu gelişmelere paralel olarak M5 karayolunun hemen yakınındaki TSK’ya ait Morek gözlem istasyonunun yakınlarındaki cihatçı noktalarına yönelik Suriye Hava Kuvvetleri tarafından helikopter ateşi gerçekleştirildiği bildirildi. Türk askerlerinin de Morek istasyonunu boşalttığı yolunda teyit edilmeyen bilgiler geldi. Bu arada, Lazkiye’nin kuzeyindeki dağlık bölgelerde de, Suriye Ordusu’nun 4. Zırhlı Tümen’ine mensup 42. Tugay’ın önemli başarılar kazandığını takip ettik. Tugayın çok uzun süredir Heyet Tahrirü’ş Şam (HTŞ) militanlarının kontrolünde olan ve bir türlü savunması aşılamayan, Züveykat Dağları’nın kuzey ucundaki, stratejik öneme sahip 121 no’lu tepe ile civarındaki noktaları ele geçirdiği bildirildi.
Velhasıl Suriye Arap Ordusu 30 Nisan’dan bu yana sürdürdüğü İdlib operasyonunda geçtiğimiz hafta ele geçirdiği kadar önemli ve çok sayıda beldeyi daha önce ele geçirememişti. İdlib’de hızlanan askeri operasyonlar Ankara’nın Suriye’nin kuzeyinde bir “güvenli bölge” oluşturma arzusunu iyice kamçılamış olmalı. Gerçi Amerikalılar ile Türklerin “müşterek operasyon merkezi” kurmasına dönük olarak varılan son uzlaşma ile Washington, Ankara’nın arzularına yumuşak bir fren yaptırmış oldu. Ancak ben bir yol haritası içermeyen “anlaşmanın” topu bir süreliğine taca atan bir fren, bir ara durak olarak görülmesi gerektiğini ve şu aşamada büyük bir barış beklentisi içinde olmamıza imkan tanıyacak bir anlam içermediğini düşünüyorum.
Başkan Trump’ın ne düşündüğünü pek bilemiyoruz ama Pentagon muhtemelen Menbiç’te Ankara ile tesis ettiği (oyalama taktiğine dayalı) ilişki formatını bu anlaşma sonrası burada da sürdürmeyi umuyor. Türkiye’nin güvenliğini garantiye almayı sağlayacağını düşündüğü “ortak devriye” turlarına yönelik askeri personele eğitim programı oluşturma, bunların hazırlığı, tatbiki vs. derken Menbiç’te zamanında “altı aydan” açtığı kapıyla burada da zamana yayacağı bir “süreç” peşinde. Öte yandan, anlaşmadan sadece bir gün önce sahadan gelen ve görüntülerle desteklenen haberlere bakılırsa, ABD güçleri Kamışlı’daki Suriye Demokratik Güçleri (SDG) birliklerine 200 kamyon dolusu silah ve mühimmat teslimatı gerçekleştirdi. Ankara bu “lahana turşusunu” sindirmekte çok uzun süredir güçlük çekiyor.
Ankara’nın böyle bir “ara” anlaşmadan muradı, -olsa olsa- Pentagon’u yumuşatarak Suriye’nin kuzeydoğusundaki Amerikan inisiyatifinin Pentafon’daki şahinlerden Başkan Donald Trump’a geçmesini teşvik etmek, bu doğrultuda güvendikleri Trump’ın elini güçlendirmek. Ankara bu hamleyle, ABD yönetimine biraz da “bakın işte burada işler ‘güvenli’ şekilde gidiyor, IŞİD’i yenilgiye uğratınca askerlerinizi çekeceğinizi söylemiştiniz. Sayın Başkan Trump size valizlerinizin yerini gösterecektir. Bundan sonrasını biz halledebiliriz,” demek istiyor.
Ankara’ya göre, Başkan Trump Pentagondaki askeri kurmayların kendi kararlarına dönük tüm muhalefetine ve “aman efendim bakın IŞİD yeniden örgütleniyor, her yerde alametleri var, çekilemeyiz” şeklindeki uyarılarına rağmen er ya da geç Suriye’den çekilmeyi gerçekleştirecek. Öyle umuluyor. Ankara Trump’ın, Temmuz ayı ortalarında yeniden dile getirdiği “Suriye’den hızla çekileceğiz. Bırakalım kendi sorunlarını kendileri çözsünler. Suriye – İran ile, Rusya’yla, Irak’la, Türkiye’yle birlikte- kendi sorunlarının üstesinden gelebilir. Biz 7 bin mil uzaktayız,” şeklindeki ifadelerine güveniyor.
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun, “Bu çalışmanın Menbiç yol haritasına dönüşmesine, oyalama sürecine girmesine müsaade etmeyeceğiz” demesi, ardından da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Kurban Bayramı mesajında, “Fırat Kalkanı Harekatı'nı da yine bir Ağustos günü başlattık. İnşallah bu ağustosta da tarihimizin zaferler halkasına bir yenisini ekleyeceğiz,” şeklindeki sözleri, Ankara – Washington arasındaki uzlaşmaya rağmen Suriye’de barışa pek de yakın olmadığımızın ve Ruslar tarihi İdlib üzerinden hızlandırırken Ağustos’un Fırat’ın öbür tarafında da “sıcak” geçeceğinin birer göstergesi.
Zira Ankara “Ben bu Amerikan filmini Menbiç’te de gördüm. Bir daha yutmam” havasında. Türk hükümetinin içini rahat ettirecek bir yol haritası Menbiç’te de bir türlü çıkmıyordu. Bu nedenle, iki gücün Menbiç meselesine dair bakış farklılığını aktardığım 21 Ocak 2019 tarihli “Güvenli Bölge’ye Ne Kadar Yakınız” başlıklı yazımı, iki üçün anlaşmasına rağmen, “Türkiye ile ABD birbirlerini anlamaya belki 1 adım daha yakın görünüyor, doğru. Ancak Suriye’nin kuzeyinde çözüme belki 100 adımdan da fazla uzağız!” diye bitirmiştim. İdlib’te olanlara da bakarak, sanıyorum bugünkü yazımı da, geçen haftaki anlaşmaya bakarak, 7 ay öncesine nazaran en fazla 1 adımlık bir tenzilatla, “çözüme bugün belki 99 adımdan da fazla uzağız” diye bitirilebilirim.
Peki Ankara arzuladığı “Güvenli Bölge”ye ne kadar yakın? Bugün görünen o ki, Ankara arzuladığı “Güvenli Bölge”ye “7 bin mil uzakta.” Yani Trump ABD askerini eve döndürmeden Ankara’ya istediği gibi bir “zafer coğrafyası” armağan etmeyecek gibi görünüyor.
twitter@akdoganozkan
(Not: Bayram dolayısıyla sizlerden -Suriye’de çok önemli bir gelişme meydana gelmedikçe- 26 Ağustos Pazartesi gününe kadar izin istiyorum. -AÖ)