Bir dönem kapanmakta yine; bu sefer, savaş sonrası Fransa’dan kaynaklanan ve Varoluşçuluk etkisiyle dünyayı sarsan entelektüel bir hareketin sembolik sonuna mı gelmekteyiz? Le Monde haber verdi geçtiğimiz perşembe: Les Temps Modernes dergisi kapanıyor. J-P. Sartre ve S. De Beauvoir ‘ın kurduğu Les Temps modernes dergisinin, Claude Lanzmann’ın ölümünden sonra, artık kapanmasına karar verilmiş vaziyette. Gallimard Yayınlarının dergiyi artık yayınlamaktan vazgeçmiş olduğunu öğrenmek, üzücü olarak, bize, sanki yine bir dönemin kapandığını göstermekte : Sartre, Merleau-Ponty, Camus vb. Bir ruh bitiyor burada. Gallimard Yayınları yılda sadece üç defa çıkarmaya karar vermiş dergiyi ve bu şekilde yayın hayatına bir türlü yine devam edebilecek (mutlak hüzün değil).
İlk kurulduğu sırada, Fransa’nın en güçlü entelektüel isimlerinin yan yana gelerek dergiyi çıkarmaya başladığını hatırlatabiliriz: Jean-Paul Satre, Raymond Aron, Simone de Beauvoir, Michel Leiris, Maurice Merleau-Ponty, Jean Paulhan, Albert Olivier gibi isimlerle başlayan dergiye, çeşitli nedenlerden dolayı André Malraux ve Albert Camus katılmayı reddetmişlerdi. Bu isimler edebiyat, antropoloji, tarih ve felsefe alanlarını kapsayan çeşitliliği ortaya koymaktaydı. Bu, bugün, disiplinler-arası olarak adlandırılan yaklaşımın bir görüntüsünü ortaya koymaktaydı o sırada. Bu insanların ortak noktaları ise Fransa’da Vichy hükümetine ve Nazi Almanların işgaline karşı büyük bir direniş göstermeleridir. Hem fiziki hem de entelektüel direniştir bu. De Gaulle hükümetinin savaştan sonra hemen Fransız Komünist Parti ile kurduğu hükümette görüldüğü gibi, bu dergi de 1945 ile 1950 yılları arasında F.K.P’ye bağlı olmuştur. 1980 yılında önce Sartre’ın ve 1986 yılında da Simone de Beauvoir’ın ölümünden sonra, Sartre’ın yanında yetişmiş olan ve Beauvoir’ın unutulmaz aşkı Claude Lanzmann dergiyi yönetmekteydi.
Les Temps Modernes kurulduğu zamandan beri birçok yayınevi değiştirmiştir. Gallimard ile başlamış (1945-1948) Gallimard ile bugüne (2019) gelmiştir; ancak arada 1949’dan 1965’e kadar Julliard Yayınları; 1965’ten 1985’ekadar Presses d’aujourd’hui tarafından basılıp yayımlandıktan sonra 1985’ten bugüne yine Gallimard Yayınlarına geçmiştir.
Sartre’ın “angaje entelektüel” olarak başlattığı bu dergi, sadece Fransa için değil, ama aynı zamanda, “entelektüel dünya” için de önemli felsefi ve edebi bir hareket olarak durmaktadır. 1945 yılında, savaş sonrası başlayan yeni bir umut, yeni bir angajman biçimi entelektüeller için büyük bir heyecan olarak yüzünü göstermekteydi. Gilles Deleuze, Sartre için “arka bahçeden esen bir rüzgardı” gibi bir hatırlatma yapmaktaydı, 1970’li yılların sonlarında. Bernard Henry-Lévy de “yüzyılın Sartre yüzyılı” olduğunu ileri sürerek, “Sartre’ın Yüzyılı” adlı kitabında, Foucault’nun Gilles Deleuze için ifade ettiği “Yüzyıl Deleuze’cü olacak” önermesine karşı çıkmaktaydı. 20. yüzyıl Sartre’ın eseriyle kaplıydı. Kitap 1945 sonrası Sartre’ın felsefi egemenliğini hatırlatmaktaydı. Yüzyılın düşünürü, hem Spinoza hem de Stendhal olarak okunan Sartre “nasıl düşünürseniz düşünün her fikrin ardında bir Makyavelizm saklıdır” diyordu. Her zaman “arkada yatanı” göstermeye çalışan tavırlarıyla kamusal entelektüeldi. Sartre bir dönemin insanıydı; yanılmalarla, yanılsamalarla işleyen ve umutları gökyüzüne taşıyan bir dönemin içinde büyük bir entelektüel figürdü. Les Temps Modernes dergisi de, bu figürün etrafını oluşturmaktaydı. Bir anlamda o dönemin ruhu bu dergiydi . Bugüne kadar azalmakta da olsa umutları taşımaya devam etti dergi.
Sartre lanetli bir yazardı. “Ego‘nun aşkınlığı” adlı kitabında bir “bilinç sezgisi” ortaya koymaktaydı. Bütün, bir tek birey değil, kısmı olarak bireyi “Ben ve Ego”, yani parçalanmış olarak görmekteydi. Rimbaud’nun öngördüğü gibi : “Ben ötekidir”. Bu anlamıyla, öznenin “özü değil varlığı” vardır. Kimi düşünmekteysek, Sartre’a göre, bilincimizin nesnesi o kişidir. Ve bu kişi bize imge olarak görünür. Ama bu, herhangi bir imge değildir; iç düşünmenin sayesinde ortaya çıkan bir imgedir. Bakış, bu şekilde, önündeki nesneden uzaklaşarak “verili biçimdeki nesneye” doğru dönmeye başlar: Refleksif bir bilinç. Bir imgem var!
Psikanalizin spaltung (talep ve arzu arasındaki mesafe) olarak adlandırdığı bölünmeyi ileri sürmekteydi. Sartre, bilincin varlığını “mutlak özgürlük” olarak tanımlamaktaydı. Mutlak özgürlük hem siyasi, hem de aşkın içinden geçen cinsellikte mevcut olmalıydı. Bir imge, mutlak özgürlük imgesiyle kendisini varoluşa sokabilecekti. Bu anlamda da Sartre’a göre, empresyonlar ve fikirler aynı şeyler değildir; çünkü bize kuvvetli ve şiddetli şekilde gelen algılamalara empresyon adı vermekteydi (D. Hume da böyle söylemekteydi). Fikirler ise aklın zayıf imgeleriydi.
Sartre her şeye ilgi duymaktaydı. Beraber gibi duran Sartre ve Beauvoir arasındaki çift ilişkisi, Sartre, çapkınlıklarını Castor’a (yani, Beauvoir’a verilen isim olan Kunduz’a) anlattığı zaman 18.yüzyılın liberten çağının “tehlikeli ilişkiler” kitabındaki dünyada olduğu gibi özgür aşk tekrar ortaya çıkmaktaydı. 44 yaşındaki Simone de Beauvoir, kendisine bu yaşta aşkı tattıran Lanzmann’a tutukuyla bağlıydı ve Lanzmann 27 yaşındaydı o sıralarda. Beauvoir, Gallimard Yayınları tarafından yayımlanan “Şeylerin Gücü” kitabında bu çılgın aşkı anlatmıştı.
Sartre’ın çehresi, 1950‘li yıllarda Fransa’da ve Batı dünyasında popülerleşmeye başlayan cinsel özgürlüğü ve Paris’te, Saint-Germain mahzenlerinde Jazz dünyası özgürlüğünü açan toplumsal bir yüzü ortaya çıkarmaktaydı: Yakışıklılığı mı yoksa çirkinliği mi kadınları çekmekteydi ? O, ama, büyük bir baştan çıkarıcıydı. Bugün kadın ve erkek ilişkileri bakımından arkada kaldığı öne sürülebilen bu ilişkiler, dönemin serbestliğini, erkek ve kadının eşit olarak duran bireysel cinsel özgürlüğünü ifade etmekteydi. Hem Sartre hem de Beauvoir “özgür bir çift” olarak farklı aşkları yaşamaktaydılar.
2019 yılına geldiğimizde bu dünyanın çok uzaklarda kaldığını mı düşünmeliyiz ? Bu düşünce aynı zamanda bize oldukça reaksiyoner olarak duran bugünkü bakışı vermekte değil midir ?
Benzer bir şekilde, derginin yayınlanmasının sonuna gelindiğinde, “insanlar artık kitap okumuyorlar mı?” sorusunun getirmiş olduğu çerçeve içinde, aslında bugün kitap satışlarının merkezileştiğini görmekteyiz. Aynı zamanda da belirli kitapların (çok satarlar) daha da çok piyasaya sürülüp, daha çok satılmakta olduğunu da izlemekteyiz. Açılan yeni yayınevlerinin isimlerinin yeniliği bile kitapların ticari olarak işlerinin sonuna ermediğini ortaya koymakta. Ama bitenin belki, çeşitliliğin ve dağıtımın sorunları üzerine odaklanmakta olduğunu söyleyebiliriz?
Bugün hâlâ kağıt malzemesi üzerinden geçen bir dergi yapmak mümkün müdür? Yoksa nümerik dünyada modernliğin ötesine geçen başka bir çıkış veya epistemolojik bir kopuş mu yaşanmaktadır ? Gutenberg-sonrası bir dünya içinde akıl ve anlama gücünü üzerine kurulu olan entelektüel bir dünya imgeler dünyasına mı (bu Sartre’ın bilinçte bulduğu imgelemi yaratan imgeler değil) dönüşecek yalnızca ve bilhassa Instagram’ın bize vermekte olduğu görüntülerle ? Bu sorular bugün entelektüel dünyayı, edebiyatı, sosyal bilimler ve sanatları olduğu kadar gazeteciliği de bağlayan sorulardır. Başka entelektüel bir dünya mümkün mü ? Kitap öncesi çağ diye bir veri yok muydu ? Eski çağlarda tabletler, papirüsler, elle kopyalama teknikleri ve matbaa sonrası gelişen kitapların çoğaltılması ve yaygınlaştırılması, dinde reform gibi bir takım yenilikleri ortaya çıkarmış olduğunu var sayarsak, o zaman: “Bugün nereye doğru yol almak zorundayız ?”sorusu bizi bulmaktadır. Kitabın kağıt sayfa ile saklanması yerine vürtüel bir espasta var olması büyük teknolojik bir sorun değil mi? Çünkü, teknolojinin sürekli değişim ve yenilenme koşularında arta kalanları saklanma ihtimalleri nasıl doğmaktadır? Her seferinde değişen teknolojiyle birlikte, tekrar tekrar kopyalanmak zorunda kalınan bir yenilik dünyası bıktırıcı ! Her seferinde değişik bilgisayar programlarıyla malzeme ve form değiştiren yazı dünyası yerine sabit bir kağıt üzerindeki fikirler ve eserlerle ilerlemek daha garantili klasik bir şey değil mi ? Ve tam da böyle, her seferinde entelekt ile işleyen akıl ve anlama gücünün duygular popülerliğinin yerini almaya başlattığını hatırlamak mı lazımdır ? Bunu zaman gösterecek tabii!