100'den fazla emekli amiralin Montrö sözleşmesi ile görevdeki aktif bir amiralin tarikat mekanı olduğu iddia edilen yerdeki ibadet görüntüleri hakkında hükümet politikalarını eleştiren bildirisi kamuoyunda -biraz da yapay ve zorlama- bir tartışma doğurdu.
Konu hakkındaki görüşüm öncelikle şöyle:
Emekli subaylar bence gereksiz bir iş yaptı.
Sorun bildirinin içeriği değil. Ama -emekli de olsalar- bu ülkede bir grup askerin toplu biçimde kamuoyuna bildiri sunmaları ister istemez başka şeyler çağrıştırır. Geçmişte yaşanan tecrübeler var bu konuda.
Dolayısıyla yapılan şey usuli açıdan yerinde değil. Son derece gereksiz bence.
Hükümetin bu politikalarını eleştirmek isteyen emekli subaylar bu eleştirilerini münferiden kendi sosyal medya hesapları üzerinden yapabilir; basın-yayın organları aracılığıyla kişisel görüşlerini dile getirebilirlerdi. Kaldı ki birçoğu zaten basın-yayın organlarına görüşlerini aktarma olanağı buluyordu.
Böylece kamuoyunda gereksiz biçimde geçmişin bazı kötü alışkanlıklarının hatırlanmasına ve iktidar kesiminin de bundan yapay bir siyasi yarar sağlamaya çalışmasına sebebiyet verilmezdi.
Buna karşın, bu bildiriyi toplu biçimde kamuya sunmaları kesinlikle suç değil. Hukuka aykırı bir eylem de değil. İçeriği de kesinlikle suç oluşturmuyor bence.
Zaten emri altında asker filan bulunmayan emekli bir grup subayın nasıl darbe yapabileceğini anlamak zor. Darbeyi teşvik ediyorlar deseniz, bunca yaşanan kötü tecrübeden sonra, emekli birkaç general/amiral "darbe yapın" deyince hemen faaliyete geçecek kadar basiretsiz aktif subay bulunmasının mantıksızlığı da ortada. Hele hele salt denizciler nasıl darbe yapacak hiç anlamadım. Gemileri Ankara'ya kadar karadan yüzdürüp devlet binalarını ele geçirmeleri oldukça zor olacaktır herhalde!
Diyeceğim o ki, bence bildiride öyle bir ima yok ama, darbeyi teşvik var denilse bile, bunun emekli amirallerce yapılması fiilen zaten imkansız. Yani ortada hukuken "işlenemez suç" var.
Bu emekli amirallerin yaptığı iş çok açık biçimde anayasal ifade özgürlüğü ve düşünceyi açıklama özgürlüğünün hukuksal koruması altında.
Hukuken bu korumadan çıkabilmesi için içeriğinin açıkça darbeyi teşvik niteliğinde olması, eleştiri sınırlarını aşıp hakaret ve küfür içermesi veya şiddeti övücü veya teşvik edici boyutu olması lazım. Ama bildiride bunların hiçbiri kesinlikle yok.
Kaldı ki emekli memurların siyasi konularda görüş beyan etmeleri zaten en doğal anayasal haklarından olduğu gibi, aktif memurların dahi, tarafsızlıklarını sarsmayacak şekilde, yani, belli bir siyasi görüşe angaje olduklarını bildirmemeleri ve belli bir siyasi oluşumun militanı konumunda olmamaları kaydıyla, genel siyasi konularda görüş beyan etmeleri gerek Anayasa'nın gerek AİHS'in ifade özgürlüğü koruması altındadır.
Bu bağlamda memurun hukuken "devlete sadakat" yükümlülüğü "iktidardaki partinin siyasetini onaylama" yükümlülüğü anlamına gelmez.
Bu konuda daha birkaç hafta önce AİHM, siyasi nitelikli genel beyanından dolayı yargı mensubuna ceza verilmesi nedeniyle, Eminağaoğlu içtihadında Türkiye'yi mahkûm etti.
O halde, suç teşkil etmeyen ve hukuka aykırı olmayıp anayasal koruma altında olduğu çok açık ve bariz olan bu bildiri nedeniyle birçok emekli subayın apar topar gözaltına alınması uygulaması bizzat hukuka açıkça aykırı.
Bu noktada alınması gereken ilk ders, beğenmediğimiz ve hoşumuza gitmeyen her davranış hukuka da aykırı olmaz, suç da oluşturmaz. Yapılan bir şeyi onaylamamak başka şeydir; bunu hukuka aykırı bulmamak başka şeydir.
Bu nedenle, emekli amirallerin bildirisini onaylamamak ve gereksiz bulmak, onların gözaltına alınarak linç edilmelerine karşı çıkmaya engel değildir. Tersine, bunlarla aynı dünya görüşüne ve yaşam tarzına sahip olmak, onların her yaptığının desteklenmesini de gerektirmez. Zaten irade özgürlüğü yani "fikri hür, vicdanı hür" olmak böyle bir şeydir.
Diğer enteresan nokta ise, bu gereksiz ama hem suç oluşturmayan hem de aslında fiili sonuç çıkarılması mümkün olmayan bildiri sonucu, iktidarın hemen bu "krizi" siyasi fırsata çevirme amacı kapsamında, bir düğmeye basılmış gibi, yargı kurumlarından, üniversitelerden ve idareden hemen her kesimin "durumdan vazife çıkarıp" karşı bildiri açıklama yarışına girmeleri.
28 Şubat Döneminden hatırlarız. Güncel siyasi konularda özellikle üniversitelerin ve siyaseten tarafsız olmaları gereken diğer kurumların olur olmaz siyasi bildiri yayınlamaları adettendi ve objektif ve tarafsız kesimlerce çok eleştiriliyordu.
Maalesef aynısı şimdi tekrar ediyor.
Siyaseten tarafsız olmaları gereken yargı organları ve üniversitelerin gündelik siyasete alet edilmiş böyle bir konuda bildiri yayınlayıp iktidardaki siyasetin tarafında olduklarını gösterme çabasına girişmeleri son derece hatalıdır. 28 Şubat Sürecinin kötü alışkanlıklarının tekrarı niteliğindedir.
Roland Barthes'ın şu sözünü hatırlayalım:
"Faşizm konuşma yasağı değil, söyleme mecburiyetidir!"
Orduyu, kolluğu, yargıyı ve üniversiteleri bu kadar gündelik siyasetin içine sokmak çok çok yanlıştır. Osmanlı'nın gerileme ve çöküş dönemini hatırlatmaktadır.