Sayın Cumhurbaşkanı geçe gün Çanakkale Boğaz Köprüsü açılışında köprü geçiş ücretini pahalı bulanlara çıkışmış. “Hem hizmet alalım hem ücretsiz olsun diyorlar, öyle şey olmaz” demiş.
Tabii bilmeden biz idare hukukçularına gollük bir pas atmış!
Normalde siyasetçilerin sözlerine yorum yapmak veya laf yetiştirmek tarzım değil.
Ne var ki hasbelkader kamu hizmeti konusunda hem de Fransa’da kamu hizmeti ekolünün kurucusu Léon Duguit’nin kürsüsünde master ve doktora yapmış bir akademisyen olarak bu gollük pası değerlendirip birkaç söz söylemesem olmazdı.
Öncelikle belirtelim ki devletin yürüttüğü veya üstlendiği hiçbir hizmet bedelsiz değildir. Sunulan her hizmetin bir maliyeti ve bedeli vardır. Bedavaya malolan hizmet yoktur.
O halde sorun halka sunulan bir hizmetin maliyetine kimin katlanacağıdır.
Hizmetin maliyetine vergiler yoluyla tüm toplum mu katlanacak?
Yani hizmet tüm toplumun ödediği vergilerden mi finanse edilecek?
Yoksa hizmetten yararlananlardan alınan kullanım ücreti ile mi finanse edilecek?
Siyasi iktidarın alması gereken politik karar budur.
Sonuçta hizmeti devlet olarak bizzat siz de kursanız ve işletseniz; değişik finansman modelleriyle özel sektöre de kurdursanız ve işlettirseniz, eninde sonunda bu iki kapıdan birine çıkar.
Büyük projeleri özel sektör üstlenirse hizmetin finansmanı için devletin garantör/kefil olmasını sağlamadan bu işe girmez. Üstlenmek istese bile uluslararası kreditörler musluğu açmaz.
Hele devletin/iktidarın/ülkenin/ülke ekonomisinin uluslararası itibarı pek parlak değilse bu konudaki finansman koşulları çok daha ağır olur.
Bir tür “kapitülasyon” muamelesi yapılır.
Kamu hizmetinin bedelinin hizmetten yararlananlardan mı alınacağı yoksa hizmeti yararlanana bedava sunup maliyetin vergiler yoluyla tüm topluma mı yıkılacağı genelde hizmetin “idari” kamu hizmeti mi yoksa “iktisadi” kamu hizmeti mi olduğuna göre değişir.
Yani temel ölçüt budur.
Geleneksel olarak devletin üstlendiği klasik kamu hizmetleri (savunma, kolluk, temel eğitim, temel sağlık, yollar, köprüler gibi temel bayındırlık hizmetleri “idari” kamu hizmeti sayılır.
Bunlar vatandaşa kural olarak bedava sunulur ve finansmanı vergiler yoluyla sağlanır.
Daha doğrusu bunlardan yararlanma karşılığında kullanıcıdan “fiyat” niteliğinde bedel alınmaz.
Sadece gereksiz kullanımı önlemek için bazıları için hizmetin finansmanına mütevazi bir katkı olarak “harç” alınır. Adalet hizmetleri için dava “harcı” gibi.
Zaten iktisadi yönden de bunlar “kamusal” veya “yarı kamusal mal” niteliğinde olduğu için, hizmetten kimin ne kadar yararlandığını tespit etmek ya da hizmeti fiyatlandırmak genelde güçtür. “Deniz feneri” örneği gibi.
İktisadi kamu hizmetleri ise iktisadi yönü ağır basan ve hem fiyatlandırmanın hem de hizmetten kimin ne ölçüde yararlandığını tespit etmenin kolay olduğu daha modern yapıdaki hizmetlerdir.
Elektrik, doğal gaz, içme suyu, toplu taşıma, otoyollar gibi.
Bunların finansmanı ise kural olarak hizmetten yararlananlardan alınan “fiyat” niteliğindeki bedelden sağlanır. Fiyat ise maliyet + kardan oluşur.
Kural olarak bu hizmetlerin kurulumu ve işletimi büyük yatırım ve masraf gerektirdiğinden, bunların yararlanıcılara bedava sunulup maliyetinin vergilerle tüm topluma yıkılması meşru ve adil kabul edilmez.
Buna karşın bu hizmetler için kullanıcıların kazıklanmamasını sağlamak devletin görevidir. Zira bu hizmetlerin kullanım bedelini yani “tarifesini” belirleme yetkisi hukuken kamu idaresindedir.
Eğer bu tür kamu hizmetlerinde makul olmayan fahiş maliyetler çıkarılıyorsa, hizmetin kurulum ve işletiminde rayiç bedellerin üstünde maliyet çıkarılmışsa ve sonuçta devletin garantörlüğü nedeniyle fahiş maliyetler tüm vergi mükelleflerinin sırtına yükletiliyorsa, en asli hukuki ve siyasi sorumlu buna izin veren ve gereken denetimi yapmayan siyasi iktidardır.
Örneğin yılda 50 bin kişinin kullandığı küçük bir havaalanı için yıllık 1,5 milyon yolculuk garanti verilmişse. Günlük ortalama 15 bin aracın geçiş yaptığı köprü için özel işletmeciye 45 bin araç geçişi devletçe garanti edilmişse…
Burada ayrıca sorumlu idareciler için “görevi kötüye kullanma suçu”nun oluşabileceği de cabası.
İktisadi kamu hizmetlerinden idarenin “kar” elde edip edemeyeceği ise hukuken tartışmalı bir konu.
Bu konuda genel olarak idarenin bu tür hizmetlerden makul bir kar elde etmesinin hukuken mümkün olduğu; ancak bu karın mutlaka aynı idarenin kar getirmeyen başka zorunlu kamu hizmetlerinde kullanılması gerektiği kabul edilir. Buna fiyat dengelemesi (perequation) denir.
Peki tam tersine, idare iktisadi kamu hizmetini bedava sunabilir mi?
Örneğin geçmişte bir ilçe belediye başkanı içme suyunu tüm ilçede halka bedava sunmaya karar vermişti. Sonra belediyeyi zarara uğrattığı gerekçesiyle soruşturma geçirip yargılanmıştı. Sanıyorum ceza almamıştı sonunda, ama başı ciddi biçimde ağrımıştı.
Bedava sunduğu bu hizmetin maliyetini kar getirici başka hizmetlerden alınacak bedel ile dengeleyebiliyorsa, hukuken buna engel yok. Ama bu iktisadi hizmetin bedelini tüm vergi mükelleflerine yıkıyorsa, hukuka aykırı olur.
Buna karşın elektrik, doğalgaz, içme suyu gibi temel iktisadi kamu hizmetlerinin asgari makul bir seviyedeki kullanımını karşılayamayacak derecede müşkül kimselerin tespit edilip bunların sübvanse edilmesi şeklindeki “sosyal belediyeciliğe” ise hukuken tabii ki engel yok.
Başa dönersek, evet, hukuken “hem hizmet alayım hem de hizmet bedava olsun!” demek prensipte –özellikle çoğu zorunlu hizmetler için- öyle olmayacak şey değil. Hatta hukukun gereği.
“Kamu hizmeti” dediğimiz şey hukukta tam da böyle bir şey.
Öte yandan, iktisadi kamu hizmetlerinin maliyetini tüm topluma yıkmak da adil ve meşru değil.
Devletin görevi ise halkın bu işlerde kazıklanmamasını ve sömürülmemesini sağlamak.
Sonuçta piyasa koşullarına göre yüksek fiyatlardan ve finansman yükünü son tahlilde tüm topluma yıktığınız yolu, köprüyü, hava limanını, demiryolunu herkes yapar.
Maharet bunu gelecek kuşakların sırtına yük bindirmeden ve “kirlenmeden” yapabilmekte.