Normal genel seçimler ve cumhurbaşkanlığı seçimlerine 10 aydan az süre kalması doğal olarak cumhurbaşkanlığı adaylık tartışmalarını alevlendirdi.
Gerek iktidar cephesinde gerekse muhalefet cenahında cumhurbaşkanı adayının kim olacağı halen gizemini koruyor.
Bakmayın iktidar cephesinin adayının zaten belli gibi görünmesine.
Bence o bile kesin değil.
Mevcut Cumhurbaşkanı (CB) ve çevresi her ne kadar kişisel karizmasına çok güvense de, özellikle yılbaşı sonrası 2-3 aylık süreye kadar ekonomide ciddi bir düzelme sağlanamazsa ve ekonomik kriz özellikle dar gelirli kesimleri daha da vurunca ve buna ilaveten, muhalefetin adayının her kesimden oy alma potansiyeli ve kazanma şansı daha yüksek biri olacağı (M. Yavaş veya E. İmamoğlu gibi) belli olursa, mevcut CB'nin aday olmama ihtimalinin yüksek olduğu kanısındayım.
Zaten bunun için hukuksal "kılıf" hazır durumda.
YSK'nın mevcut CB için "üçüncü kez adaylığa anayasal engel var" demesi, daha doğrusu "dedirtilmesi" işten değil.
Üstelik teknik hukuk yönünden üçüncü kez adaylığına anayasal engel gerçekten var. Yani YSK'nın böyle bir kararı Anayasa'ya da uygun olur.
Bunu ise kamuoyuna, "Rakip adaydan korktuğumuzdan değil, adaylığımız Anayasa'ya takıldı, ondan aday olamadık! Yoksa aday olabilseydik yine alırdık!" diye satmak da oldukça kolay.
Muhalefete gelirsek...
Şu an için CB adaylığı konusunda kafaların karışık olması aslında doğal.
Sonuçta politik açıdan birbirlerinden ciddi farklılıkları olan 6 partinin birlikteliği var.
Sosyal demokrat/merkez sol; merkez sağ/Türk milliyetçisi; muhafazakar demokrat ve sağ/liberal partilerin aslında politik açıdan orijinal ama bir o kadar da zor bir ittifakı söz konusu.
Üstelik bu zaten zor ittifakı daha da zorlayan bir diğer husus, gerek CB seçiminin ikinci turunda gerekse seçim sonrası parlamentoda asgari işbirliğine muhtaç oldukları Kürt milliyetçisi/sol bir üçüncü gücün bulunması.
6'lı muhalefetin gerek kendi aralarındaki politik görüş ayrılıklarını, gerekse bu üçüncü güç ile ilişkilerini yönetme kabiliyetleri aslında önümüzdeki seçimlerin kaderini belirleyecek.
Buna "doğru" CB adayı belirleme kabiliyetleri de dahil.
Kendi aralarındaki siyasi görüş ayrılıkları hakkında bana en anormal ve bir o kadar da siyasi taktik açısından hatalı gelen husus, sanki 6 partinin tamamının da gerek Kürt sorunu (HDP ile ilişki dahil), gerek din-devlet ilişkileri ve laiklik anlayışı, gerekse ekonomi politikaları (daha devletçi veya daha liberal politikalar) yönünden aynı politikaları ve görüşleri savunmalarının beklenmesi.
Bu temel politik konularda aynı düşünseler zaten bu 6 partinin ayrı partiler olmasına gerek yok!
Bunların her birinin bu konularda farklı düşünmeleri zaten doğal.
Taktiksel açıdan ise zaten asıl amaç ve hedef mevcut iktidar bloğunu seçimde yenmek olmalı.
Öyleyse bırakın bu partilerden biri, "asıl gerçek Türk milliyetçisi biziz! Ayrılıkçı terörle gerçek mücadeleyi biz yaparız!" diyerek iktidarın milliyetçi kanalından oy transfer edebilsin.
Diğeri, "gerçek ve doğru İslamı biz temsil ederiz, muhafazakar demokrasiyi en iyi biz uygularız!" diyerek iktidara yakın muhafazakar kitleden oy transfer edebilsin.
Sonuçta önceki seçimlerde iktidara oy veren kitleden önemli bir miktar oyu devşirmeden ve transfer etmeden seçim kazanılamayacağı matematiksel ve bilimsel bir gerçek.
O halde İYİP'in Türk milliyetçisi çıkışlarını; Saadet ve Gelecek'in İslamcı çıkışlarını, Deva ve DP'nin liberal sağ çıkışlarını son derece doğal ve eşyanın tabiatına uygun karşılamak lazım.
Aynı şekilde HDP'nin İYİP karşıtı çıkışları da son derece doğal.
Sonuçta herkes aslında kendisine biçilen rol ve misyona uygun davranıyor.
Anormal bir durum yok.
Daha doğrusu, asıl nihai hedefin ve geçici bir süre için de olsa üst ortak amacın mevcut iktidarı ilk seçimlerde yenmek olduğu bilinci ve seçimlerde bu nihai hedefe uygun davranma iradesi bulunduğu sürece, bu tür politik görüş farklılıklarında anormal bir durum yok.
Sadece görüş farklılıklarının üslubunda abartılı olunmaması ve sonradan birbirinin yüzüne bakılamayacak sertlikte köprülerin atılmaması yeterli.
İşte tam da bu noktadan hareketle, muhalefetin CB adayının nasıl biri olması gerektiği önem arzediyor.
HDP adına Meclis Grup Başkan Vekili Beştaş tarafından yapılan dünkü açıklama bu noktada manidardı.
Mealen, 'mevcudun biraz daha iyisi bir CB aramıyoruz, ideal demokrat bir CB arıyoruz' tarzı bir açıklama idi.
Hatta açıklamadaki "kötü milliyetçi-iyi milliyetçi" vurgusu ve iyi biri de olsa Türk milliyetçisi adaya oy vermeyiz! yaklaşımını ben pazarlıkta çıtayı şimdiden olabildiğince yüksek yere koyma çabası olarak yorumladım.
Sanırım dolaylı olarak "Mansur Yavaş'a destek vermeyiz, ama K. Kılıçdaroğlu'na destek veririz" demek istedi. En azından ben böyle algıladım.
Kamuoyunda en çok destek bulan potansiyel adaya karşı sırf Türk milliyetçisi olduğu için şimdiden ön alma çabası olarak da okumak mümkün.
Kendileri açısından siyasi yönden tabii ki anlaşılır bir durum.
Mümkünse Türk milliyetçisi geçmişi olan bir birine göre merkez solda veya sosyal demokrat birini tercih ederler.
Fakat buradaki en kritik soru şu:
Sırf ideal aday olsun diye, kazanma şansını yüzde 90 noktasından yüzde 50 noktasına geriletmek ne kadar mantıklı?
Diğer yandan işin taktiksel yönü bir tarafa, bence ülkenin CB seçimlerinde "ideal" bir adaya, süper kahraman, süper kurtarıcı bir adaya ihtiyacı yok.
Sadece ülkeyi "normalleştirecek" birine ihtiyacı var.
Ülkeyi normalleştirmeden kastım şu:
Taşları tekrar yerine koyacak.
Devleti ve kurumları normal rayına oturtacak.
Normal işini yapan bir Yargı olacak.
İktidarın ve muktedirlerin işine gelmeyen bir şey yaparsa sürülmeyeceğine, pasifize edilmeyeceğine ve HSK'nın kara listesine alınmayacağına güvenen, her tür yolsuzluk, usulsüzlük, hırsızlık ve kanunsuzluk durumunda normal görevini yapacak savcı ve hakimler.
Devletin çarklarını kendi kişisel çıkarını değil kamu menfaatini ön plana alarak normal biçimde döndürmeye çalışan bürokratlar.
İradesini tarikata, cemaate, gündelik siyasete ve güç odaklarına kiraya vermeyen vicdanlı ve dürüst kamu görevlileri.
Kamuya girişlerde sadece liyakati esas alan adil bir sistem.
Vatandaşa insan gibi muamele eden ve bireyleri ezilecek böcek gibi görmeyen bir kolluk.
Yani ihtiyacımız olan, normal bir Batı ülkesinde normal kabul edilen tamamen normal bir devlet sisteminin inşasına vaziyet edecek sadece normal işini yapacak tamamen normal bir Cumhurbaşkanı.
İdeal ve "Süpermen" bir CB'ye ihtiyacımız yok.
Kürt sorunu, din-devlet ilişkileri gibi toplumun kemikleşmiş temel siyasi problemlerini mucizevi biçimde çözmeyi taahhüt ederek boyundan büyük işlere soyunacak birine ihtiyacımız yok mesela.
Bu sorunların çözüme ihtiyacı bulunmadığından değil.
Mevcut iktidarın gidip asgari demokratik uygulamaların gelip önce normalleşme yaşanmadan bu sorunları çözmeye çalışmanın yangına körükle gitmek olacağından.
Sadece normal ve sıradan bir cumhurbaşkanına ihtiyacımız var.
Ancak bir normalleşme ve restorasyon dönemi sonrasında siyaset, hukuk ve kurumlar normal mecrasında tekrar yola koyulabilir.
Ali D. Ulusoy kimdir? Halen Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi İdare Hukuku Anabilim Dalı Başkanı ve öğretim üyesi olan Prof. Dr. Ali D. Ulusoy, 1968 yılı Mersin Mut doğumludur. Öğretim üyeliği yanında EPDK Hukuk Dairesi Başkanlığı, BDDK Hukuk Danışmanlığı, Başbakanlık Bilgi Edinme Kurulu Üyeliği, TOBB-ETÜ Hukuk Fakültesi kurucu dekanlığı ve İzmir Yaşar Üniversitesi rektör yardımcılığı gibi idari görevlerde bulunmuştur. ABD Los Angeles California Üniversitesinde (UCLA) iki yıl (2006-2007; 2017-2018) misafir öğretim üyesi olarak kalmıştır. 2011-2014 arası üç yıl Danıştay Üyeliği yapmış ve kendi isteğiyle ayrılıp üniversiteye dönmüştür. Uzmanlık alanları: İdare hukuku, İdari yargı, Ekonomik kamu hukuku, İdari yaptırımlar, İnsan hakları, Devlet-din ilişkileri. Lisans: Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi. Yüksek Lisans: Fransa Bordeaux Üniversitesi. Doktora: Fransa Bordeaux Üniversitesi. Doçentlik:2002, Profesörlük: 2008. |