14 Mayıs 1950 günü Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk iktidar değişikliği günüdür. 1945'te başlayan çok partili demokratik rejimdeki 14 Mayıs 1950 seçiminde, o zamana kadar iktidarda bulunan İsmet Paşa'nın liderliğindeki Cumhuriyet Halk Partisi seçimi kaybetmiş, yerine, Celal Bayar'ın başkanlığındaki Demokrat Parti iktidara gelmiştir.
14 Mayıs 1950 seçimlerinde Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde birinci sınıf öğrencisiydim. Bazı arkadaşlarımla birlikte CHP'yi destekliyorduk.
CHP'nin seçim yenilgisini öğrenince hem hayal kırıklığına uğramış, hem de o zor günlerinde partiye omuz vermek için "bir şeyler" yapmak istemiştik.
"Bir şeyler"in neler olabileceğini düşündükten sonra şu kararı verdik: CHP'ye gidip üye olacaktık!
Mustafa Kemal Palaoğlu ve Hüsnü Ertuğrul ile birlikte CHP genel merkezinde bu girişimin öncüsü olduk.
15 Mayıs'ta, yani seçimden bir gün sonra, Cumhuriyet Halk Partisi'nin Ankara'da -o zaman Ulus'ta bulunan- genel merkez binasına gittik. Ve bu dileğimizi bildirdik.
Üzerinden tam 70 yıl geçen bu girişimin hikâyesini, "Değişim Yılları" kitabımda anlatmıştım.
Aşağıda, Siyasal Bilgiler'deki buluşmalarda aldığımız kararı ve sonrasını, Değişim Yılları'ndan paylaşıyorum. T24 okurlarına "Merhaba" diyerek...
Kantinde birçok arkadaş vardı...
Sınavlar yaklaşmıştı ama sınav hazırlığıyla meşgul olan yoktu. Herkes seçim sonuçlarını konuşuyordu. Ben de aralarına katıldım.
Tabii benim bir gece önce başlayan iş arama merakımla ilgili "özel sorunumu" hemen rafa kaldırmıştım. Arkadaşlarla güncel "memleket meselesi"ni konuşuyorduk. Onunla ilgili sorunun cevabını arıyorduk:
"Peki, şimdi ne olacak?"
Öteden beri DP'yi tutanlar vardı. Onlar bayram havası içindeydiler, "Her şey çok iyi olacak" diyorlardı. Seçimden önce tarafsızlıklarını ilan etmiş olanlar ihtiyatlıydılar, "İnşallah iyi olur" gibi temenni formülleri kullanıyorlardı. Benim gibi CHP eğilimliler, DP'lilere, "Hayırlı olsun" diyorlardı ama bunu bir "demokratik nezaket" zorlaması olarak söyledikleri belliydi.
Bu ana çizgilerin etrafında, biraz da ayrıntıları tartıştık. CHP'nin bakanları, parti yöneticileri dahil, en deneyimli kadrolarının Meclis dışında kalmasının iyi olmadığını, DP'li arkadaşlar da kabul ettiler. Herkes kabahatin "çoğunluk sistemi"nde olduğunda birleşiyordu. Ama DP'liler buna şunu da eklemeyi ihmal etmiyorlardı: "Peki, çoğunluk sisteminde kim ısrar etti?"
Bizim buna verecek cevabımız yoktu. Seçim kanunu görüşmeleri sırasında "nispî temsil"i önerenler DP'lilerdi. Görüşmelerde CHP'yi temsil eden Nihat Erim çoğunluk sisteminden vazgeçmek istememişti. Diğer birçok CHP ileri geleni gibi o da, CHP'nin illerin çoğunda DP'den daha fazla oy alacağına inanmıştı.
Bir lig maçı sonrasında kazanan takımla kaybeden takımın taraftarları arasındaki medenî, ama "iğneli" ifadelerle süren bir sohbetten sonra "karşı takımı" tutanlardan ayrıldık. CHP eğilimliler kendi aramızda konuşarak bir araya geldik. Şu ortak görüşümüzdü: Bundan sonra yapılacak iş, "Atatürk'ün Partisi"ni güçlendirmekti. CHP'nin birçok hatası vardı ama bunlar parti içi reformlarla düzeltebilirdi. Gençler partiye sahip çıkmalıydı. Bu ortak görüşün içinden şöyle bir öneri ortaya çıktı:
- Peki, öyleyse gidip partiye üye olalım.
- Ne zaman?
- Bugün.
Öneriyi biraz tartıştık. Buna herkes hemen hazır değildi ama içimizden (bizim sınıftan) üç arkadaş "Bugün" konusunda anlaştık. Biri Zonguldaklı Hüsnü Ertuğrul'du, öteki Sivaslı Mustafa Kemal Palaoğlu.
Hüsnü Ertuğrul, fakülteyi bitirdikten sonra Almanya'da ihtisas yapacak, Etibank'ta yöneticilik görevlerinde bulunacaktı. Aramızdan erken ayrıldı, onu rahmetle anarım. Mustafa Kemal Palaoğlu, kaymakamlık, mülkiye müfettişliği görevlerinden sonra, 1965'ten itibaren üç dönem CHP milletvekilliği, o arada ise Meclis Başkanvekilliği yapacaktı. (Palaoğlu'yla zaman zaman görüşüyoruz, bu bölümü yazmadan önce de görüştük. Anılarımızı yeniden gözden geçirdik.)
Kararımız şuydu: O gün, 15 Mayıs günü, akşamüstü, Ulus'taki CHP Genel Merkezi'nde buluşacaktık. Partiye kaydımızı yaptıracaktık. Bir saat belirleyip, birbirimize orada randevu verdik. Bir partiye kayıt yaptırılacak yer, genel merkez midir, parti örgütünün birimlerinden biri midir, yoksa ikisi de olabilir mi, hiç bilmiyorduk. CHP denilince aklımıza, Ulus Meydanı'ndaki birinci Meclis'ten kalma taş binası geliyordu.
Ben o arada Bahçelievler'e gittim, eve uğradım. Annemi gördüm, babam Bolu'dan daha gelmemişti. Otobüse binip partideki randevuya giderken biraz geciktim. Mustafa Kemal Palaoğlu'yla Hüsnü Ertuğrul oraya vaktinde varmışlar ama dertlerini anlatmak güçlük çekmişler. Parti merkezinde yöneticilik yapan Abdurrahman Bey'le ve yardımcısı Süreyya Duman'la görüşmüşler. Demişler ki: "Biz Mülkiyeliyiz, bir arkadaşımız daha gelecek. CHP'ye üye olmak istiyoruz."
Abdurrahman Bey'in zaten canı sıkkın. Bir gece önceki yenilginin şokundan henüz kurtulamamış, bu isteğin anlamını çıkaramamış. Palaoğlu'yla Ertuğrul anlatmaya çalışıyorlarmış:
"Efendim biz zaten CHP yanlısıyız ama şimdi üye olarak CHP saflarında aktif olarak çalışmak istiyoruz. Partiye gençlerin katılması açısından faydalı olabiliriz. Bizim fakültede CHP'ye gidebilecek birçok arkadaşımız var, onlar da gelebilirler..."
Abdurrahman Bey, bu isteğin ciddi olduğundan şüphe duyuruyor olmalı ki, buna zamanın da, zeminin de pek müsait olmadığını söylüyormuş. Zaman olarak, yenilginin üstünden birkaç gün geçmesi gerektiğini söylüyormuş. Zemin olarak da parti merkezi yerine Cebeci'de fakülte yakınındaki Saimekadın Ocağı merkezine başvurmayı tavsiye ediyormuş. (O zamanlar parti örgütünün üye olunacak alt birimi, "ocaklar". Ondan sonra üst birim olarak "bucaklar" geliyor. Ilçe ve il örgütleri onlardan sonra geliyor.)
Bu cevap bizimkilerin direnişini kırmamış. Beni beklediklerini söyleyerek parti binasında kalmışlar. O arada Abdurrahman Bey'in yardımcısı Süreyya Duman'ı ikna etmeyi başarmışlar. O, bizimkilere içerden parti üyeliği formları bulup getirmiş. Benim parti binasına girişim tam o sırada oldu. Bizimkiler formları incelemeye başlamışlardı. Bir tane de benim için getirtmişler. Hep birlikte doldurduk. Benim durumumda bir sorun çıktı. 1932 doğumluyum. Kendimi 18 yaşında sayıyorum, o da Cemiyetler Kanunu'na göre, parti üyeliğine yetiyor ama doğum günüm 20 Haziran. Yani yaşımı bitirmem için 35 gün daha geçmesi gerekiyor...
Çare?.. Onu galiba Süreyya Duman hatırlattı: Başvuru formunu doldururken, günü yazmayıp, sadece yılı yazmak.
Öyle yaptım. 35 gün sonra zaten o süre dolmuş olacak. Herhalde o zamana kadar bunu sorup sorun çıkaran kimse olmaz. Yapılacak iki iş daha var. Birincisi, Doldurduğumuz formlara, iki etkin partilinin "Biz, bu kişileri tavsiye ediyoruz" diye imza atması gerekiyor. Bizi tanımasalar bile bize inanan iki partili bulacağız. İkincisi, üyeliğimizin ikametgâhımızın bağlı olduğu "ocaklar"da kayda geçmesi gerekiyor. Süreyya Duman, şöyle dedi: "Ocaklara gönderme işini biz yaparız Şimdi iki imza bulmaya bakalım."
Gitti, geldi. İçerideki bir odada, Genel Sekreter Yardımcısı Cevat Dursunoğlu'yla Hulusi Oral varmış. Harika, ikisi de babamın milletvekili arkadaşı. Hele Cevat Dursunoğlu, okurlarım biliyor, çok daha öncesinden aile dostumuz. Hemen haber gönderildi, Abdurrahman Bey'in de izniyle üçümüz birden odaya girdik. Dursunoğlu'nun gözleri parlamıştı. Bundan çok memnundu: "Gel bakalım Altan. Demek artık partili oluyorsun..."
Arkadaşlarımı tanıttım. Hulusi Oral'la da tanıştık. Onu ilk defa görüyordum. 14 Mayıs'a kadar Denizli milletvekiliydi. Sonradan oğlu Hüdai Oral'la da siyaset hayatında birlikte olacaktık. Formlarımıza imzalarını attılar. Bizi kutladılar, galiba çay da ısmarladılar. Umutlarının gençlerde olduğunu vurguladılar. "Arkadaşlarınızı da getirin, artık sıra sizde" dediler. Başlangıçta Abdurrahman Bey'in tereddütleriyle karşılaşan üyelik girişimimiz böylece teşvik edici sözlerin eşliğinde başarıya ulaşmış oldu.
CHP binasından CHP'li olarak çıktıktan sonra üyelik formalitelerimizin tamamlanması uzun sürmedi. Bir iki hafta sonra bana Çankaya ilçesine bağlı Bahçelievler Bucak Başkanlığı'ndan bir yazı geldi, "Üyeliğinizi kutlarız" denildi. Mustafa Kemal Palaoğlu'na da Saimekadın Ocağı Başkanlığından benzeri bir yazı gelmiş.
Benim iki arkadaşımla birlikte CHP'ye üyeliğim böyle başladı. Babam Bolu'dan dönüp, bunu öğrenince bir kutlamada ondan aldım. Siyasete katkıda bulunmanın önemi bir vatandaşlık görevi olduğunu söyledi. CHP saflarının güçlendirilmesinin bir ihtiyaç olduğundan söz etti ve bir uyarıda bulundu:
"Sakın derslerini ihmal etme. Mektebini bitirmezsen, siyasette de fazla işe yaramazsın."
"İş bulup çalışma" konusunda anneme söylediklerimi de ondan öğrenmiş. O konuda da şöyle dedi: "Hele sen şu imtihanlarını bitir de, ondan sonra konuşuruz. O vakte kadar aklını başka bir şeye takma..."
Aklımdaki "arzuhalcilik mi, bahçıvanlık mı?" sorusuna cevap arayışım, böylece bir kere daha ertelendi.