Artık kendimiz yoğuz.
Seyircilerimiz de kalmadı.
Ama repliklerimiz fısıldaşır dururlar sabaha kadar.
Gün ağarır, temizleyiciler gelir, replikler yerlerine kaçışır…
Perde!
Yukarıdaki bu cümleler, Haldun Taner'in Sersem Kocanın Kurnaz Karısı oyunundan. Osmanlı Tiyatrosu'nun kurucularından Tomas Fasülyeciyan'ın oyundaki kapanış tiradından sadece bir bölüm.
Her ne kadar Bursa'da Ahmet Vefik Paşa'nın tiyatrosu ile adı anılsa da Fasülyeciyan'ın en önemli işlerinden birisi 1890'larda Samsun'daki ilk tiyatro kurumunu kurmuş olması.
1914 Osmanlı İmparatorluğu nüfus sayımına göre Samsun (Canik) Sancağı’nda 35.907 Ermeni yaşıyordu. 49 kilise ve toplam 3.254 öğrenciye okuma imkanı veren 74 eğitim kurumu bulunuyordu.
Karadeniz'in eğlence hayatının kalbinin attığı bu şehir 100 yıl sonra, kültürel kimliğini neredeyse tamamen yitirmiş, bu kimliğin son kırıntılarını da kentsel dönüşüm projelerine kurban edeceği günleri çaresizce bekliyor.
Samsun aslında Tarihi Ermenistan'a ve Ermeni platosuna yabancı değil. Samsun'un Bizans döneminde Armenia (Hayasa) idari bölgesi olarak göründüğü Türk tarihçilerin çok görmek istemediği bir gerçektir.
Bugün ise eski Ermeni mahallesi Selahiye bu mirasın son izlerini taşımaya çalışıyor. Mahalledeki binalar arasında gezinirken elimizde olmadan bu binaların bugüne kadar ayakta kalabiliğine şaşırıyoruz.
Yerel tarihçi Baki Sarısakal’ın ifadesine göre Selahiye Camii, Ermeni Kilisesi'nin temelleri üzerine inşa edilmiş.
Yapılış tarihi 1840 olarak görünen Surp (Aziz) Nigoğayos Ermeni Kilisesi 1897 yılında Piskoposluk Merkezi olmuştu. Hemen yanındaki Nersesyan Ermeni Koleji’nde 1914 yılına kadar 298 devam etmekteydi, kuruluş yılı 1883.
Kolejde 'Tıbrots' (okul) adlı bir de dergi yayınlanmaktaydı.
Şimdilerde, kilisenin çanı Samsun Etnoğrafya Müzesi'nin deposunda, Nersesyan Ermeni Koleji'nin antika piyanosu ise 30 Ağustos İlköğretim Okulu'nun Müdürü'nün odasında 'gizlenmekte'.
Biz Etnoğrafya Müzesi'ni gezmek istesek de kentsel dönüşüm projeleri kapsamında rehabilitasyon yapıldığından müzenin kapalı olduğu bilgisi paylaşılıyor bizimle.
Umarım bu rehabilitasyonun ardından depoda 'gizle'nen çan da ortadan kilise, okul ve diğer binalar gibi kaybolmaz.
Samsun'daki bazı sokak isimleri şöyleydi: Mihail Sokağı, Arapyan Sokağı, Boğosyan Sokağı, Tatarya Sokağı şimdi ise Mektep, İstiklal, Kurtuluş...
Sigara fabrikasının kuruluşu ile birlikte gelişen Çiftlik Caddesi üzerinde Ermeni Kilisesi ve Rum Kilisesi binaları kendini hemen gösteriyor.
Samsun her 30-40 yılda bir toplu yıkım ve inşaatlar geçiren bir şehir. Bu sebeple de 100 yıl öncesinden kalan mimari izlere rastlamak oldukça zor. Şehrin Pera'sı haline getirilmeye çalışılan Çiftlik Caddesi'nde yapılan restorasyon tek tip binalar, yüksek kiralar ve kaygan kaldırımları ile yeni bir dalganın habercisi. Bu dalga kalan son Ermeni ve Rum evlerini de yok edecek.
Rum ve Ermeni kiliselerinin olduğu bölgede kurulu okulların binaları Samsun'un yerel mimarisinden o denli keskin bir çizgiyle ayrılıyor ki anda 23 Nisan İmam Hatip Okulu olarak hizmet veren bu okullarda halen izlere rastlayabilirsiniz.
Tek tek özel şahıslardan alınarak ve karşılıklı anlaşarak restore edilen evlerden birinin önündeyiz. Bir amca ve eşi binadaki rötuşları yapıyor.
"Ben yeni aldım bu evi, ama 100 yıllık geçmişi vardır" diyor.
Bahsettiği evi Anıtlar Kurulu restore etmesi için izin vermiş. Restorasyon demek mahalledekiler için yıkıp eskisinin aynısını taştan yapmak demek. O da yıkmış binayı şimdi betondan yaptığı yeni binayı ahşapla kaplayarak 'restore' etmiş olacak...
Ermeni mahallesinde birçok evi önümüzdeki yıllarda aynı kader bekliyor.
Samsun'da kalan son Hıristiyanlar, Katolikler. Ermeni ve Rum dini yapılarından çok daha sonra inşaa edilmiş olan İtalyan Katolik Kilisesi yarı aktif durumda. Ayda bir Trabzon'dan gelen bir bekçi tarafından açılıyor, temizleniyor. Ancak aktif bir cemaat olduğu söylenemez. Kilise daha çok Samsunluların buluşma mekanı veya bir birlerine yol tarif etmek için kullandıkları bir simge sadece.
Kilisenin mahzenindeki kütüphanedeki Ermenice ve Rumca kitaplar bölgede eskiden buluna Ermeni okullarından ve kiliselerinden kalma. İtalyan Katolik Kilisesi Ermenilerin Samsun'daki izlerinin tamamen silinmesine rağmen en azından kitaplarının bazılarını kurtulmasına vesile olmuş. Buradaki kitaplar hem yerel tarihçiler hem de araştırmacılar için altın değerinde. Ancak kütüphane de kilise gibi ayda bir temizlik için açılıyor.
1915 öncesinde 3000'e yakın Ermeni'nin yaşadığı ve Amasya ve Samsun arasında kime ait olduğu hep tartışma konusu olan Ladik'e doğru yola çıkıyoruz. Burada Surp Krikor Lusavoriç adında bir kilisenin olduğu yazılı kaynaklarda.
Kasaba merkezinde eski bir kahveye atıyoruz kendimizi. Oradakiler Ladik'in belediye başkanlarından birinin tarihi beesteni yıktığını anlatıyorlar.
Aralarından biri; "O başkan da gitti buralardan zaten. Cahillikten yıktı işte" diye sitem ediyor.
Eski hamamı ve manastırı gösteriyorlar kasabanın tarihi mekanları arasında. Mansatır Surp Krikor Lusavoriç olsa gerek diye yola düşüyoruz.
Hamamı bulduk ama kiliseden eser yok.
Sokak aralarında gezinirken bize havlayan köpeklerini geri çeken Emin Bey yetişiyor yardımımıza. Kilisenin içinde olduğu söylenen arazinin sahibi. Sadece bir duvarı kalmış olan yapıyı göstermek için bizi içeri alıyor ve başlıyor anlatmaya hikayesini:
"Çok geldiler almak için buraları ama satmadım ben. Satmam da. Kilisenin olduğu yerden yol geçti 15 yıl kadar önce. Geldiler kazı yapacaklar. Bizim arsa da kilisenin bu duvarından başlıyor. Babam baktı ki kazı makineleri bizim arsaya doğru döndü hemen müdahale ettik. Yol için izin verdik ama arsamızın içinde kalan bölümüne dokundurmadık. ama kazdılar. Altını sütüne getirdiler. Bir kapısı ve duvarı duruyordu zaten o da yıkıldı. Taşlarından yine duvar yaptım. Aha burada..."
Hikayesinin en ilginç tarfı bundan sonra başlıyor: "O zaman daha gençtik. Zıpırdık. Kazıdan bir gece önce gittim dedemin küpleri vardı onlara şarap doldurdum. getirdim buraya kazacakları yere gömdüm. Ertesi gün kazı başladığında tüm kasaba buradaydı. Şenlik alanı gibi bişey çıkacak diye bekliyorlar... (gülüyor) Bir baktılar içi şarap dolu küpler çıktı. Başladılar efsaneye 'Papaz'ın gözyaşlarıymış'. Burası küçük yer insanlara meşgale lazım. Herkes bunu konuşur oldu. Efsane aldı başını gitti... Hiçbir şey de çıkmadı."
Çarşamba'dan Bülent Başokur'un bir anlatısı kulağımızda Samsun'dan ayrılıyoruz:
Babaannemin yaşadığı köyde yaşayan Müslüman olmayan aileler de yaşıyor, köyün ismi Tekfurmeydanı şimdiki ismi Beylerce. Çarşamba'ya 5 Km, Türkler ve gayrımüslümler birlikte yaşıyorlar, hiçbir problem yok, birbirlerinin düğünlerine cenazelerine gidiyorlar, doğan bebeklere hediye alıp gidiyorlar, kutlamalarını beraber yapıyorlar, bir gece köpeklerin havlamasıyla uyanıyorlar.
Babaannemin annesi dışarı çıkıyor, köpekler bir beyaz kumaşı kuşatmış havlıyorlar, bir bebek ağlaması duyuluyor, hemen köpekleri kovalıyorlar, beyaz kumaşı açtıklarında içinde bir bebek olduğunu görüyorlar, bebeği alıp eve geliyorlar sonra bu bebeğin komşularından bir gayrımüslim aileye ait olduğunu anlıyorlar fakat o zamanlar köyler 30-40 haneli ve evler birbirine uzak. Sabah hava ışıyınca bebeği götürmek üzere bebeği doyurup uyutuyorlar. Sabah kalkıp bebeği götürüyorlar fakat köyün gayrımüslim mahallesinde kimse yok. Evler boşalmış, ortalıkta kimseler yok, aile bebeği alıp tekrar geri dönüyor. Bebeğin ailesini daha önce bildikleri için aile bir gün geri döner çocuklarını alır düşüncesi ile ne ismini değiştiryorlar, ismi Harut olarak kalıyor, ailenin erkekleri savaşa götürülmek üzere askere alınınca evin reisi Harut oluyor, evdeki tüm çocuklar Harut'u Dayı olarak biliyor, babaannem de Harut Dayı diye anlatırdı. Sonra ülke yine Yunanlılar, İngilizler, Ruslar tarafından işgal edilince evde artık erkek kalmadığından bu kez Harut Dayı askere gidiyor ve bir daha gelmiyor. Evde şu anda yaşadığım vatanı savunmak üzere savaşa gidenlerden iki kişinin ismini biliyorum. Biri Harut Dayı, diğeri Mülazım Ekrem. Mülazım Ekrem'in resmi var fakat Harut dayının yok. Babaannem o zaman küçük olduğu için ve araştırma imkanımız da olmadığı için hangi milletten olduğunu bilemedi. Bende internet yaygınlaşınca araştırma yapıp Harut'un Ermeni ismi olduğunu öğrendim.Babaannem öldüğünde 100 yaş civarındaydı, öleli 20 yıl oldu. Belki birilerinin hikayesi ile çakışır da bir akrabası bulunur.