Bir hafta bitti. Benim için rüya gibi bir hafta olduğunu söylememe izin verin lütfen!.. Geçmişte de aldığım birçok ödül oldu. Ama TÜYAP Kitap Fuarı’nın yılın onur yazarı ödülünün benim için böylesine bir şölene, bitmek bilmeyen bir bayrama, bir sevgiyle dostluk halesine ulaşacağını kestiremezdim. Ancak yaşanınca anlaşılan şeyler bunlar...
Elbette maddi karşılığı olmayan, ama maddiyatla asla kıyaslanamayacak şeyler getiren bir ödül bu... Aylar önce Doğan Hızlan’ın telefondaki sesinden ilk kez öğrendiğim ödülün kamuoyuna açıklanması hayli sonra oldu. Arada ben, fuar için iki yeni kitabı hızla kotardım: son on yılın yabancı film eleştirilerini toplayan Hayatımızı Değiştiren Filmler/ 2005-2015. Ve sevgili Faruk Şüyün’ün benimle yaptığı ‘nehir-söyleşi’nin kitabı Renkli- Sinemaskop Bir Yaşam: Atilla Dorsay. İkincisi TÜYAP tarafından özenle hazırlanıp bastırıldı, ziyaretçilere dağıtıldı, satışa çıkmadı ve çıkmayacak. Ama sağolsunlar, bana bol miktarda verdiler. Meraklıları bir haber etsin, yeter!..
Medyanın ilgisi şaşırtıcıydı. Tam on büyük gazete, çoğu kitap ekleri için olmak üzere, benimle çarşaf gibi söyleşiler yaptılar. Beş aylık yayın organı da öyle...Ve bir ara hep ayni şeyleri söylüyorum gibi korkunç bir izlenime kapıldım!.. Ama şimdi dosyaya bakıyorum da, biraz farklı şeyler söylemeyi de başarmışım. Elbette sorulara da bağlı olarak...
Ama asıl şamata fuarla birlikte başladı. Aslında o kadar da uzak olmayan, ama son dönemdeki inşaat furyası ve patlayan rant ilkesinin dağı-taşı yüksek binalarla doldurduğu bir güzergah üzerinde –ki bu konuya ayrıca gelmek gerekiyor- zaman zaman iki-iki buçuk saati bulan yolculuklarla, Beylikdüzü’ne beş kez gidip gelmek zorunda kaldım. Ben zorunluydum elbette... Ama o panellere veya Onur Ödülleri gecesine katılmak ya da sırf kitap aşkı için gelen, tanıdık veya tanımadık, genç veya yaşlı tüm o insanlara içten teşekkür etmek istiyorum: hem kendim, hem fuar, hem de tüm kitap yazarları ve okurları adına...
Ben fuarda beş panele katıldım. İlki Faruk Şüyün yönetiminde Hülya Koçyiğit’le, bir diğeri benim yönetimimde Türkan Şoray, Füruzan ve yönetmen Onur Ünlü ile... İkisi de sinemamızın yüzüncü yılı üzerineydi. Dopdolu koca salonlarda, gayet düzeyli gruplara seslenerek Yeşilçam’dan günümüze anılar derledik. Keşke bunlar teybe alınıp yayınlanabilseydi... Bu sayede ördeğin Füruzan’dan Ömer Kavur’un uyarladığı Ah Güzel İstanbul filmi için ilk düşünülen Türkan hanımın bu rolü çok istemesine rağmen niye kabul etmediği (elbette ünlü Şoray Kanunları yüzünden!) ve rolün Müjde Ar’a gittiği öğrenilirdi. Ve orada hepimizin ittifak ettiği gibi, bu rolün Müjde’ye 60’lardakı ünlü ‘kadın filmleri’nin baş starı olma kapısını nasıl açtığı da...
Ayrıca Faruk Şüyün’la baş başa benim için hazırladığı kitabı tartıştığımız ve de benim sadece izleyici olarak katıldığım, ama dostlarım Doğan Hızlan, Ahmet Ümit, Alin Taşçıyan ve Uğur Vardan’ın benim yazarlığımı tartıştıkları paneller de vardı. Hele ikincisinde, dakika başı adımın geçtiği ve övgülerin yağdığı bir ortamda hem çok mutlu oldum, hem de utandım. Ve içimden, MFÖ’yü anarak “ben neymişim be abi!” diye geçirdim, bunu da salonla paylaştım!..
Son bir panel ise Dame de Sion’lular derneği tarafından düzenlendi ve Sinema-Edebiyat İlişkileri konusu tartışıldı. Yazgülü Aldoğan yönetiminde Doğan Hızlan ve Osman Şahin’in katılmasıyla... Orada Dame de Sion’lular derneğinin yıllık edebiyat ödülleri de verildi. Bu arada ben, hemen heryerde olmayı başaran sevgili Doğan Hızlan’ın bunu nasıl başarabildiğini de keşfettim: geliyor, olayı başlatıyor, sözünü en özlü biçimde söylüyor. Ve bir mazeretle çekip gidiyor!.. Ama inanın, o kadarı bile olaya bir boyut katmaya yetiyor.
Ama pastanın asıl kreması, kuşkusuz Pazartesi gecesi yapılan onur ödülleri yemeği oldu. Harika bir TÜYAP organizasyonu ve akşam trafiğini göze alıp gelen sayısız dostumuzun katılmasıyla... TÜYAP yönetim kurulu başkanı Bülent Ünal ve eşiyle, kurucu- danışman Rona Aybay ve eşini ayni masada oturup tanımak, benim için çok keyifli oldu. Özellikle Bülent beyden çok etkilendim: bana ödülümü verirken yaptığı konuşmadan, tartışılan konuyu hemen kavrayıp çözüm üreten ‘yumuşak otoriter’ tavrından...Ve –kendisine de söyledim- Atatürk’e müthiş benzerliğinden!..
Gece çok hoş geçti. Servis ve yemekler kusursuz, özellikle eski Yeşilçam melodilerini çalan Tuner Band orkestrası mükemmeldi. Ve salon ünlülerle doluydu. Hangi birini sayayım? Ama ayni masayı paylaştığımız Türkan Şoray, Filiz Akın ve Müjde Ar gibi üç muhteşem kadının yanısıra, İzzet-İpek Günay, Gülsen Tuncer- Engin Ayça, Işıl Yücesoy, Prof. Oğuz Makal, Gülper Refiğ gibi sinema insanları, Füruzan, Ahmet Ümit, Nazlı Eray, Sennur Sezer- Adnan Özyalçıner, Yaşar Miraç gibi yazarlar, Hasan Cemal, Taha Akyol, Yazgülü Aldoğan, İhsan Yılmaz, Cem Erciyes, Ali Çolak gibi gazeteciler, SSM müzesi müdiresi Nazan Ölçer ya da ünlü modacı Vural Gökçaylı ve eşi vardı. Hemen tüm SİYAD’çılar, genç eleştirmen dostlarım. Ve daha kimler kimler, unuttuklarım bağışlasın...
Gecenin en güzel yanlarından biri, hemen herkesin kalkıp dolaşması ve masalar arasında oluşan müthiş hareketlilik ve dostluktu. Bunda hem ortak tutkumuz olan sanat, hem de ünlülerle konuşup resim (ya da selfie) çekme/çektirme meranın etkibi büyüktü. Ayrıca solist Özlem Kırıımlı’nın o Yeşilçam şarkılarına Filiz Akın veya Şoray’ın eşlik etmeleri de çok hoştu.
Ve de bu ‘aydınlar gecesi’nde yağmur gibi yağan düzeyli espriler. Birkaçını yazmama izin verilsin... Örneğin Müjde Ar’ın yanındaki eşi, eski bakan Ercan Karakaş’ı gösterip Türkan Şoray’a “artık senin de bir parlamenter bulma zamanın geldi” demesi...
Ya da salondaki özel davetlimiz, yakın zamanda eşim Leman’a çok ciddi bir kalp ameliyatını başarıyla yapan doktor Serdar Ener’i tanışmayı çok istediği Türkan Şoray’a takdim ettiğimde, yakışıklı bir adam olan doktordan etkilenen Türkan’ın bana dönüp “Doktor civanım” diye fısıldaması..Ve sonrasında ben “Nasıl, eski Türk filmlerindeki doktorlar kadar yakışıklı, değil mi? deyince, Türkan’ın iç çekerek “Çok daha fazla! demesi...
Ya da ben üç güzel starımızla birlikte resim çektirirken “Ah, keşke yerinde olsam” diye laf atan sevgili Hasan Cemal’e cevabım: “Kürtler üzerine yazacağına sinema üzerine yazsaydın, o zaman olurdun!”. (Umarım sevgili Kürt dostlarımız bu şakamdan alınmaz!).
İşte böyle bir hafta geçti. Umarım bu yazıyı çok kişisel bulmadınız. Ben kamuoyunu ilgilendiren şeyler olduğunu düşünerek yazdım. İnşallah öyledir.