Yarışmada bir Türk filmi yoksa da saygın Eleştirmenlerin Haftası bölümünde var. Cannes’ın geleneksel bölümlerinden biri bu ve bir grup sinema yazarının özenle seçtiği sadece 7 filmden oluşuyor. Aralarına sızmak kolay değil...
Ayrıca hayli Türk de var. Örneğin sinema yazarları... FIPRESCI- Uluslarası Sinema Yazarları Federasyonu’nun iki dönemdir başkanı olan Alin Taşçıyan, bu yıl ayrıca FIPRESCI jürisinin de başkanı. Ki tam gelmeden düşüp incittiği bacağı yüzünden koltuk değneğiyle dolaşıyor. İşi zor...
Ayrıca o da FIPRESCI jürisinde olan Vecdi Sayar (evet, bu yıl bu saygın jüride iki Türk birden var!), Nil Kural, Esin Küçüktepınar, Engin Ertan, Kerem Akça, Fransız şubemiz Mehmet Basutçu vb.. yazarlar da burada. Ayrıca Türk pavyonunda geleneksel katkısını sürdüren Ahmet Boyacıoğlu, İstanbul film festivali yöneticisi Kerem Ayan ve ekipten birkaç isim de var.
Ama yarışmada filmimiz olmadığı için bir Türk gecesi yok bu yıl!.. Ve böylece hepimiz kolay kolay biraraya gelemiyoruz.
Ve de Türk filmlerinden kimi adlar. Ki bu filmler bu yıl Market bölümünde pazarlanıyor. Örneğin Annemin Hatıraları’nın ünlü Variety dergisinde tam sayfa ilanı çıktı. Bir diğer film olan Yemekteydik ve Karar Verdim’in yazar-yönetmeni Görkem Yeltan ve oyuncusu Mehmet Güreli dostumuzi ise bizzat görüp konuştum...
Mustang filminin genç yönetmeni Deniz Gamze Erguvan’ın Halle Berry’in oynayacağı Kings- Krallar adlı Amerikan filmini yöneteceği açıklanda. Film Los Angeles’de çekilecek..
Ayrıca Mustang yapımcılarının bir Fransız şirketiyle ortaklaşa tüm dünyadan gelen bağımsız filmleri yine tüm dünyaya dağıtacak bir şirket kurduğunu da öğrendik.
Son dakikada ise Cannes’ın son birkaç yıldır önem kazanan ve yeni projelere destek olmaya çalışan Cine Fondation adlı bölümündeki birçok proje arasından sıyrılıp kazanan iki de Türk filmi olduğu haberi geldi. Daha ne istersiniz?
Şimdi gelelim Cannes’daki Market dışında tek Türk filmine... Mehmet Can Mertoğlu’nun yazıp yönettiği Albüm filmi, üstelik katıldığı bölümün açılış film oldu. Bu bile tek başına önemli...
Film temelde orta yaşlı ve Antalya’da yaşayan bir evli çiftin serüvenleri üzerine. Gerçi ilk baştaki o ilginç ‘ineğin yavrulaması ve sonrası’ bölümü bize doğanın en çarpıcı gerçekleri üzerine aykırı bir belgesel vaad eder gibi oluyor.
Ama sonrası bu aile ve çevresi üzerine bir tür kara komediye dönüşüyor. Bir lisede tarih öğretmeni olan adam ve vergi dairesinde çalışan eşi, çevredeki çocuk sahibi dostlarına bakıp buna özeniyorlar. Ama bunu tek çaresinin evlat edinmek olduğu ortaya çıkıyor. Bunu duyurmamak için uzak bir yerden, Kayseri civarından gidip bir bebek buluyorlar. Ve eve dönünce kendi çocukları gibi tanıtıyorlar.
Ama bu sadece bir çıkış noktası. Yoksa yönetmen bambaşka bir proje peşinde. O da, birbirine çok da bağlı olmayan ve kendi soluğunu anlatan bölümlerle bir tür çağdaş Türkiye’ye ve onnu taşralı ortasınıflarına bakış çabası denebilir.
Böylece, diyelim ki insanımızın ahlak anlayışı, erkeklerin bitmeyen futbol muhabbetleri, kadınların ezikliği ve zaman zaman. kurnazlığı üzerine hoş paraboller yaratılıyor. Üstelik bunlar diyelim ki bir tür Luis Bunual gerçek-üstücülüğü, Jacques Tati komedi anlayışı veya Jim Jarmush biçimciliğiyle sunuluyor. İlginç bir bireşim değil mi?
Buna rağmen film kusursuz değil. Kimi harika bölümleri var. Örneğin kendi adıma babasıyla uyumaya çalışan bebeğin adamın sürekli horlamalarından ve çıkardığı seslerden ürküp nasıl ağlamaya.başlağını asla unutmayacağım. Canlandırma bebek değil ha, gerçek bebek!
Ama örneğin tüm bir vergi dairesi çalışanlarının, evet istisnasız hepsinin uykuya dalmaları... Bir sınıfta donup kalmış bir öğretmenin önünde tüm öğrencilerin birbiriyle kavga tutuşmaları vs vs. Bu tarz abartıların filme ne kazandırdığını ben çözemedim.
Yine de Mertoğlu çok farklı bir işe sıvanmış, çok değişik bir film amaçlamış. Hem bizim sinemamız için, hem de düny sineması ölçeğinde... Ve bunu büyük ölçüde başarmış.
Hele o kolay unutulmaz finali de görünce... Ben sonuç olarak filme hayli yüksek bir not veriyorum. Ve genç yönetmenine ‘hoş geldin sinemaya’ diyorum.