GODZİLLA 2: CANAVARLAR KRALI X (Godzilla: King of the Monsters) Yönetmen: Michael Dougherty Senaryo: M. Dougherty, Zack Shields Görüntü: Lawrence Sher Müzik: Bear MacCreary Oyuncular: Kyle Chandler, Vera Farmiga, Millie Bobby Brown, Ken Watanebe, Ziyi Zhang, Sally Hawkins, Bradley Whitford, Charles Dance, Thomas Middletich, Aisha Hinds, O’Shea Jackson Warner Bros filmi. |
Canavar filmlerinin en iddialısı, tarifi mümkün olmayan bir saçmalığın daniskasına dönüşmüş!”.
Cumartesi günü Hürriyet’de sevgili Uğur Vardan’ın Sinema sayfasındaki Eleştirmenler Zirvesi (estağfurullah!) tablosunda benim bu film için kullandığım tek cümle böyleydi.
Sonradan düşündüm: acaba filme haksızlık mı ettim diye... Öyle ya, bu açıkça eskiden “B pictures” denen ve hep Amerikan kökenli ikinci, hatta üçüncü sınıf filmlerden biriydi: sinemanın sanat yanıyla hiçbir ilişkisi olmayan, olmamasına da büyük özen gösterilmiş o alabildiğine naif, çocuksu, ilkel, sığ; mantık, zevk ve kültür sözcükleriyle ilişkisi olmayan; sırf oyalamaya yönelik; çocuk olan ve hep çocuk kalmış zihinleri hedef alan bir sinema tarzı değil miydi?
Ve ben, bırakınız İzmir’deki çocukluğumu, İstanbul’daki yeni-yetmelik çağımda bile böyle filmleri gösteren örneğin Beyoğlu’ndaki Alkazar sinemasının müdavimlerinden değil miydim? Binbir Roman tarzı ‘mecmua’larda yayınlanan zamanın çizgi-romanlarından esinlenen o Baytekin’leri, Tarzan’ları, Mandrake’leri, Radyolu Polisler’i ve başka “24 kısım tekmili birden” yakası açılmadık maceraları yürek çarpıntısıyla izleyen o zamane çocuklarından biri olarak!..
Evet, öyleydi. Ama hep çocuk kalınmıyor. Hatta bayağı yaşlanılıyor!....Ve bu tarz filmler geçen zaman içinde on misli, yüz misli, 500 misli gelişmiş teknolojiler içinde çok daha çarpıcı, çok daha şaşırtıcı, gözlüklerle seyredilen Üç Boyutlu ya da İMAX teknikleriyle birer görsellik fırtınasına dönüşseler de, artık bizi kandıramıyorlar. Hatta birhayli sıkıyorlar.
Bu film de öyle oldu. Ve bana tek bir temel duygu verdi: sıkıntı. Geleceğin dünyasında, dev boyutlu canavarların hızla çoğaldığı bir hayal aleminde, Godzilla, Rodan, Mothra, üç başlı King Ghidora gibi Titan’lar, yani birbirinden sevimli ( ! ) dev yaratıklar ortalığı birbirine katıyorlar!...
Çin’de açılıp Londra, Meksika, ama özellikle ABD’de Colorado, San Fransisco, Boston gibi yerlere uzanan hikayede, küçük oğullarını bu macerada yitiren bilim insanları Mark ve Emma çifti, yıllar sonra biraz farklı noktalarda yer alsalar da kendilerini büyüyüp bir genç kız olan ikinci çocukları Madison’un da karıştığı bir serüvenin içinde buluyorlar.
Bu arada Emma zaman içinde canavarları ehlileştirerek dünyadaki yaşama katma eğilimleri gösterirken, kocası dahil herkes onları yok etmeye çalışıyor. Yani dünyamızı herşeyiyle korumaya dönük bir ekolojik kaygı, burada sanki yönünü şaşırıyor. Gel de karar ver!....Ve böylece işler daha da karışıyor.
Film benim o çok sevdiğim (ve başkasının pek kullanmadığı) tabirle dur-durak bilmeyen bir tempoya sahip. Öyle ki ne olup bittiğini izlemek başlıbaşına bir sorun. Buna son derece loş, neredeyse karanlık bir görüntü çalışması gelip ekleniyor. Hatta imdb’de biri şöyle demiş, aynen veriyorum:
“Film öylesine karanlık ve sisli ki, Game of Thrones’un o çok eleştirilen final bölümü, bunun yanında güneşe boğulmuş gibi duruyor!”.
Birer gölge olmaktan ileri gitmeyen canavarların yanısıra, Kyle Chandler ve Vera Farmiga ikilisi Russel çiftinde, genç İngiliz oyuncusu Millie Bobby Brown kızlarında olabildiğince inandırıcı. İngiliz karakter oyuncuları Charles Dance ve Sally Hawkins, Japon ikonu Ken Watanabe, Çinli Ziyi Zhang o kargaşa içinde ellerinden geleni yapıyorlar.
Böylece dev maymun Godzilla’nın ana kahramanı olduğu filmler -asıl anavatanı olan Japon filmleri de katılarak- 35’i bulmuş oluyor. 2014’deki Gareth Edwards imzalı Godzilla ve 2017’nin King Kong yenilemesi Kong: Skull İsland’dan sonra, bu filmin devamı da anlaşılan 2020’de gelecek: Godzilla Kong’a Karşı adıyla...Şimdiden söyleyeyim: ben almayım!...
Filmi sevenler elbette olacaktır: imdb’deki okur mektuplarının çoğundaki gibi...Ama ben yine ayni kaynaktan iki kısa, ama özlü görüşü vereyim: The Guardian’da Benjamin Lee şöyle diyor:
“It’s a film with too much yet somehow so very little- Bu çok şeyi var gözüküp çok az şey veren bir film”.
New York Post’ta Johnny Oleksinsky ise şunu yazmış:
“The whole movie is indistinguishable rubble- Tüm film sanki ayrıştırılamaz bir moloz yığını”.
İşte böyle...Bunca zıt görüşler arasında seçim sizin.....
Yarın: MA SENİNLE İLGİLENİR