Reis ve takımının acilen ve şiddetle bir hukuk dersine ihtiyacı var. Yoksa günbegün daha da kötüye gidiyorlar.
Bırakınız evrensel hukuk ilkelerini, bırakınız altında Türkiye Cumhuriyeti'nin kapı gibi devlet imzası bulunan Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'ni, bırakınız aynı kapı gibi imzanın yeraldığı 1980 Paris Şartı'nı, bırakınız yine TC'nin imzası bulunan Venedik Komisyonu (Avrupa Hukuk Yoluyla Demokrasi Komisyonu) kararlarını, bırakınız Türkiye'nin ta 1954'te imzaladığı Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ni, 12 Eylül faşizminin hazırlatıp kabul ettiği ve o günden bu güne yama üstüne yama vurularak "yama tutmaz" hale gelmiş 1982 Anayasası bile sık sık ve gittikçe daha sık ayaklar altına alınmaya, yok sayılmaya başladı...
Çok örnek var. Hangisini seçelim?
Haydi, en güncel olandan yürüyelim:
Boğaziçi Üniversitesine rektör atandı. Atanana da, atama yöntemine de öğrencilerden ve gölgesinin ardına saklanacak kadar ödlek olmayan öğretim üyelerinden tepki geldi.
Yurttaşlardan tepki gelmesine gitgide alışkın olmamaya başlayan, hele tepkiler kitleselleşince panikleyip kantarın topuzunu kaçıran, zembereği boşalan Reis ve takımı küplere bindiler.
Üniversite kapısına kelepçe takacak kadar gülünçleşen tepkileri geçelim. Ama AKP Reisi ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın bizzat kendisinin, onun içişlerine bakan memuru Süleyman Soylu'nun, mesleki kimliklerini artık mesleğe ihanet olarak tanımlamış AKP medyasının ağızları köpürerek attıkları naraları kulaklarımızı tırmaladı.
Onlara göre itiraz eden ve bunu topluca dile getiren öğrencilerin tümü (evet tümü) teröristti. Onlara destek verenler daha da teröristti. Hele o destek CHP'nin İstanbul İl Başkanı'ndan geldiyse, o kadın Reis'e göre tescilli teröristti, İçişleri bakanına göreyse teröristlerin soytarısıydı (Ne demekse artık?).
Reisin de, bakanın da, medyasının da bu taşkın tepkilerini temellendirdikleri gerekçe ise pek yalındı: Üniversite rektörlerinin nasıl belirleneceği ilgili kanunla açıkça tanımlanmıştı. Yapılan işlem tümüyle kanuna uygundu. Demek ki meşruydu. Kanuna karşı gelip, meşru bir devlet maslahatına karşı direnişe geçmek, itiraz etmek ise ancak teröristlikle açıklanabilirdi. Kanunlarımıza göreyse teröristlik suçtur.
O kadar…
Tamam mı? Anlaşıldı mı?
Hayır tamam değil.
Anlaşıldı ve silme sıvama yanlış bulundu…
Şimdi susun ve hukuk dersini anlamaya çalışın.
Zor biliyorum. Çünkü "hukuk kültürü"nden yana özellikle sizin Reis pek fukara. Ama olsun. Onun bile anlayabileceği yalınlıkta yazacağım.
Bu yazının girişinde sayılan bütün evrensel ya da uluslararası hukuk belgelerinde ve hatta şu ayıplı 12 Eylül Anayasası'nda bile "kanun devleti" değil, "hukuk devleti" yazıyor.
Bir iktidar bir kanun çıkarabilir. Meclisten geçirip Anayasa'da belirtilen "şekil şartları"nı eksiksiz yerine getirmiş de olabilir. Ama bu, o kanunun hukuka uygun olduğu anlamına gelmez.
Meselâ kamu ihalelerini düzenleyen kanunu 191 kez değiştirebilir ve ihaleleri iktidarın uygun gördüğü şirketlere verilmesini sağlayan bir kanun çıkarabilirsiniz.
Meselâ devletin mali kaynaklarının kullanımını, harcamalarını bu işleri denetlemekle görevli Sayıştay'ın yetki alanı dışında tutan bir kanun çıkarabilirsiniz.
Meselâ…
Bu kadarı yetsin. Sanırım anlaşılacak kadar yalın ve sizin için aşina örnekler verdim.
Bu kanunları Anayasa'nın öngördüğü bütün şekil şartlarını yerine getirerek çıkarmış da olabilirsiniz.
Ama bu o kanunların hukuka uygun olduğu anlamına gelmez.
Üstünüze alınmamanız için uzak bir örnek vereyim. Almanya'da Hitler döneminde "Soyağacında yüzde 25'ten daha az ari ırk kökeni bulunmayanlar devlet memuru olamaz" diye özetlenebilecek bir kanun çıkarıldı.
Evet kanun. Parlamento komisyonlarında konuşuldu, incelendi, Parlamento genel kurulunda oylandı, Cumhurbaşkanınca onayladı ve resmi gazetede yayınlandı.
Eee, şimdi bu kanun hukuka uygun mu?
Durun ders henüz bitmedi.
Hukuka uygun olmak da yetmez.
Tarih, adaleti zedeleyen, sakatlayan, yok eden hukuk örnekleriyle doludur..
İslam hukukunun geçerli olduğu ülkelerde mahkemede şahitliklerinin kabul edilebilmesi için bir erkek yeter, ama en az üç kadın gerekir.
Oralarda hukuk bunu buyuruyor. Peki bu hukuk adalete uygun mudur?
Bu yazının girişinde uzun uzun sayılan evrensel ya da uluslararası hukuk ilkeleri işte bu yüzden, hukuk ile adalet arasındaki bağı kurmak; pekiştirmek ve kopmaz kılmak için kabul edildi ve ağır akan insanlık ırmağının bugün ulaştığı değerler dizgesini gösterirler.
Ders bu kadar.
Haydi şimdi akademi dünyasında rektörler hangi ölçütlere (kriterlere) göre belirlenir, geleneklerin, yerleşik uygulamaların bağlayıcı payı nedir üstüne biraz düşünün.
Haydi şimdi Anayasasında "hukuk devleti"olduğu yazan bir cumhuriyette yurttaşların (uyrukların, kulların değil) yurttaşların iktidar sahiplerinin kararlarına, o kararlar "kanuna uygun olsa bile" itiraz etme hakları, itirazlarını şiddetten arınmış olmak koşuluyla hangi eylemlerle gösterecekleri ve bunların suç sayılıp sayılamayacağı üstüne biraz düşünün.
Sonra da "Yav biz bu Boğaziçi Üniversitesine rektörü nasıl böyle tayin ettik? Buna itiraz eden Boğaziçi öğrencilerine ve onlarla dayanışmaya gelen öteki üniversitelerin öğrencilerine asla şiddet kullanmadıkları halde ne halt etmeye terörist filan diye küfrettik, ne hakla üstülerine polislerimizi saldık, hırpaladık, dövdürdük, gözaltına aldırdık" diye kendi kendinize sorun.
Bu soruya bunca dersten sonra herhalde "Haklıyız. Doğru yaptık" demiyorsunuzdur.
Diyorsanız:
Oturun yerinize. Sıfır…