80 yaşını tamam etmişliğin verdiği özgürlük duygusuyla birkaç gündür kendime bir ayrıcalık tanıdım ve AKP medyasının semtine bile uğramadım. Böylece her günkü "Ulan yine hayatımdan bir buçuk saatı kendi elimle çaldım, yuf olsun bana" homurdanmasına da ara vermiş oldum.
İyi ettim; çünkü iyi geldi.
AKP medyası dışında kalan, yani medya gibi medyaya bile "şööööyle" bir göz atmakla yetindim.
İşte "şööyle" bir göz attığımda Boğaziçi Üniversitesinin yine tepeden inme kurulmuş Hukuk Fakültesine profesör ünvanlı Selami Kuran'ın dekan olarak atandığı gözüme ilişti. Ayrıntısını okumadan geçtim.
Ama kafama da Selami Kuran adı takıldı. Penceremden yağan karı seyredip kışın tadını çıkarırken bir yandan da "Ben bu adamı nereden tanıyorum" sorusu kafamda döndü durdu.
Sonra birden hatırladım. A Haber'de AİHM üstüne konuşuyordu, ben de izliyordum. Bir ara yanımdakine "Bu adam sahiden bir hukuk profesörü mü yoksa alttaki yazı mı yanlış?" diye sordum. Doğruymuş; adam hukukçu hem de hukuk profesörüymüş. Ben de canımı daha fazla sıkmamak için bir başka AKP medyası ekranına zıpladım.
Hukuk eğitimi verdiğine değil aldığına bile inanmakta zorlandığım bu zat şimdi Boğaziçi Üniversitesinin Hukuk Fakültesinde "kurucu dekan" oldu. Bana da sıkı bir google turu atmak düştü.
Attım da.
Aman Allahım, tam da Melih Bulu adlı "kayyım rektöre" yakışan, adeta onun "ruh ikizi" bu zat.
12 Eylül faşizminin elebaşılarına esin ve ilham kaynağı olan, "Türk-İslam sentezi" denen ideolojik örgütlenmenin temellerinin atıldığı Aydınlar Ocağı'nın uzun yıllar "Avrupa Yakası" örgütünde başkanlık yapmış. Buradaki görevini devrederken yaptığı konuşmada "Devlet, bir milletin onurudur" gibi Türk milliyetçilerinin devlet tapıncını bu cafcaflı ama içi boş "özlü söz"üyle taçlandırmış.
Bitmedi.
Türk ırkçı-milliyetçiliğinin siyasal merkezi MHP'de Merkez Yönetim Kurulu'nun yedek üyesi olmuş.
Bitmedi.
MHP saflarında ikbal kapısının dar olduğunu görünce Haziran 2011 genel seçimleri arifesinde istifa edip AKP'de milletvekili adayı olmuş.
MHP Başbuğu Devlet Bahçeli'nin tepesini attırıp "İktidar partisinin, özellikle MHP üzerinde yeni oyunlar oynayacağı anlaşılmaktadır. (...) 12 Eylül referandumu öncesine benzer kara bir propagandayla karşı karşıya kalınacağı kuvvetle muhtemeldir. AKP zihniyetine hak ettiği karşılık verilecektir" demesine sebep olmuş.
(Birkaç yıl sonra Devlet Bahçeli'nin sözünü ettiği "verilecek karşılık"ın AKP ile gayri resmi siyasal nikah masasına oturmak olduğu ortaya çıktı.)
Bitmedi.
AKP'nin saflarına kabul ettiği ancak milletvekili yapacak kadar da bağrına basmadığı Selami Kuran'ı ödüllendirmek için AİHM'de görev süresi dolan yargıç Işıl Karakaş'ın yerine aday göstermiş. Gel gör ki adayları elden geçiren AB Konseyi üyeleri ile yapılan mülâkatta koskoca(!) profesör Selami Kuran yetersiz görülmüş ve elenmiş. Türkiye onun yerine başka bir hukukçuyu aday göstermek zorunda kalmış.
Bitmedi.
Ama bana yetti.
Boğaziçi Üniversitesi'nin çiçeği burnunda Hukuk Fakültesinin dekanlığına getirilmek üzere olan zatı tanımak için bu kadarı size de yetmiştir sanırım.
"Böyle rektöre böyle dekan yaraşır" deyip geçelim…
Ve soralım:
Boğaziçi Üniversitesine kayyım yöntemi ile rektör atanmasından kaynaklanan tepki henüz diri iken ve sönümlenmeyeceği şimdiden belli iken Selami Kuran gibi siyasal sicili belli bir zatın Hukuk Fakültesine dekan atanmasındaki hesap ne olabilir?
Öyle ya, kendine yardımcı bulmakta bile çok zorlanan, danışman bulamayan Melih Bulu, rektörlük bunası önünde nöbete durmuş öğrencilere çikolata ikram ettirmek gibi çocuk bile kandırılamayacak girişimlerle sadece gülünç olurken önce tepeden inme talimatla iki yeni fakülte kuruldu.
Ahlâki olan da, gelenek olan da, meşru (kanuni değil meşru) olan da fakülte kurulmasının o akademik kurumun iç işi olduğu ilkesine uymaktır. Peki bu ilkeyi çiğnemekte sakınca görmeyip Selami Kuran gibi yukarıda yeterince tanıtılan bir "Türk – İslam sentezci" ideologu hukuk fakültesine dekan atayarak Boğaziçinin öğrenci ve akademisyenlerinden gelen tepkiyi daha da körüklemek ve protestoları şiddet düzlemine taşımak ve böylece sorunu AKP polisi ve AKP yargısı ile çözme hesabı mı?
Boğaziçi öğrenci ve akademisyenlerine "Dediğim dedik çaldığım düdük" mesajı vermek isteyen AKP Reisi'nin inadı ve kendi aydınını yaratamadığı için "kendi aydını" olmayanlara yönelik aşikâr düşmanlığı mı?
Bir üniversitenin işlemesi, varlığını sürdürebilmesi için en azından bürokratik düzlemde kurulların oluşması gerekir. Bu, Boğaziçi'nin bugünkü akademik kadrolarından devşirilemiyor. Öyleyse AKP tepelerinin buyruk ve yönlendirmelerine soru sormadan "Baş üstüne efendim" diyecek rektörler ve dekanlarla başlayan bir kadro yığıştırması mı?
Yoksa…
Yoksa "Şaşkın ördek kıçın kıçın gider" diyen halk deyişinde özlü anlatımını bulan siyasal aymazlık mı?
Göreceğiz…