Eğer bencileyin ve meslek gereği AKP medyasını gün be gün izliyorsanız fark ettiniz.
Okurun midesinin zor kaldıracağı bir medya aleminden söz ediyorum. Ola ki mideniz hassas ve mesleğiniz sizi zorlamıyor ve AKP medyasının semtine bile uğramıyorsunuz. Öyleyse pek farkında değilsiniz.
AKP medyası birkaç haftadır kimi kez açıktan, kimi kez satır aralarında Tayyip Erdoğan'ın karşısına çıkacak (çıkarılacak) cumhurbaşkanı adayına dikkat kesilmiş durumda.
Özellikle Abdullah Gül onları çok ilgilendiriyor.
Hele geçen hafta Cumhuriyet'te İpek Özbey'in gündeme damgasını vuran Kemal Kılıçdaroğlu söyleşisinden sonra bu konu AKP medyasında iyiden iyiye önem ve ağırlık kazandı.
Bu söyleşide Kemal Kılıçdaroğlu Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanı adaylığı ile ilgili soruyu açık seçik cevaplamadı "Bu konuda bize gelen hiçbir şey yok. Olmayan bir konuda bir düşünce beyan etmemizin mantığı yok" demekle yetindi.
Ardından da -bence- doğru bir soru ile cevabını sürdürdü:
- Abdullah Gül'den neden bu kadar korkuyorlar?
Korkuyorlar.
Çünkü böyle bir adayın AKP seçmeninden de oy koparabileceğinden korkuyorlar.
Abdullah Gül üstünden yürüyen "Erdoğan'a karşı cumhurbaşkanı adaylığı" tartışması salt AKP medyasıyla sınırlı kalmadı. Konu yavaş yavaş "bizim mahalle"nin de gündemine girdi.
Geçen hafta sonu bizde pazar günleri yayınlanan "Haftalık"ta, Birikim'deki yazılarıyla tanıdığımızı Bilgehan Uçak bu konuyu ele aldı. Daha bugünden Abdullah Gül'ün olası adaylığının önünü tıkamak için kolları sıvayanlara seslendi:
- Partisiz, güçsüz, kabinesi İttifak'ın seçtiği partililerden oluşacak olan Abdullah Gül'e, üstelik "yapmama seçimine" giderken, aylar - yıllar öncesinden oy vermeyeceğini açıklamanın kapristen başka hiçbir manası yok.
Dün de Ümit Kıvanç, Duvar'da aynı konuya Bilgehan Uçak'ın yaklaşımına benzer bir açıdan girdi. Kıvanç'ın yazısının başlığı "Siyaset, gerçekler, Abdullah Gül – 1".
Kıvanç'ın yazısında daha bugünden Abdullah Gül'ün olası adaylığı üstüne "Zinhar olmaz. Al Gül'ü, vur Erdoğan'a. İkisi de aynı hamurdandır" yollu derin(!) analizler yapanlara yönelik sert eleştiriler var:
"… ana akım sol hep, gelişmeleri belirleyecek konumda görülmek istiyor. Oysa değil. Ne yazık ki, bu sayıca azlıkla, güçsüzlükle açıklanabilir olmaktan uzak. Çünkü sol gerçekte siyaset yapmıyor. O köşeden doğrularını tekrarlamak siyaset değil. Herhangi bir duruma dair yanlışlık tesbiti ilan etmek değil siyaset…"
Ümit Kıvanç'ın, sonunda Abdullah Gül'ün adaylığını olumlayıp olumlamayacağını anlamak için süreceği anlaşılan yazılarını bekleyelim.
Peki Erdoğan'ın karşısına çıkacak, çıkarılacak cumhurbaşkanı adayının kim olması ya da olmaması üzerine bir tartışma bugün için anlamlı mı, zamanlaması doğru mu?
Bu doğmadık bebeğe zıbın biçmek değil mi?
Olası bir erken seçimden dolayı hazırlıksız yakalanmamak gerektiğini düşünerek "Hayır erken filan değil, tam zamanıdır" diyenler çıkacak.
Ama bir erken seçimle ilgili somut bir bilgi yok. Olsa olsa bir ihtimal var. O ihtimal de cumhurbaşkanlığı seçimi mi yoksa parlamento seçimi mi belli değil.
Cumhurbaşkanı seçilebilmek için oyların yüzde 50'sinden bir fazla almak gerekiyor. Bugünkü koşullarda Tayyip Erdoğan gibi kurnaz (Dikkat: "Zeki" demedim, "akıllı" da demedim, sadece "kurnaz" dedim) bir politikacının bir erken seçimde yüzde 50+1'e ulaşamayacağını görmemesi mümkün değil. Anayasa değiştirilip "En çok oy alan birinci turda cumhurbaşkanı seçilir" gibi adrese teslim bir kural konmadığı sürece erken seçim Erdoğan için intihar olur.
Ya 2023'ü bekleyecek ve o güne kadar koşulları kendi lehine, çıkarına değiştirmek isteyecektir ya da bir savaş başlatıp, "Ülkenin bu koşullarında seçim yapılamaz. Şimdiiiii kahraman ordumuzaaaa, vatanaaaa, mavi vatanaaaa, iç ve dış hainlereeee karşı omuz vermek zamanıdırrrr…" filan gibi hamaset edebiyatı ve propagandası eşliğinde koltuğunda oturma süresini uzatabildiği kadar uzatma yoluna gidecektir.
O yüzden şu aşamada ve günlerde "Erdoğan'a karşı kim aday olmalı" sorusuna değil, "Cumhurbaşkanı seçimi sonrasında nasıl bir sistemde mutabık kalınıyor ve bu mutabık kalanlar kimlerdir ve mutabık kalanların gücü, özellikle seçmen gücü Erdoğan'a alaşağı etmeye yetecek midir" sorusunu tartışmak bana daha akla uygun geliyor.
Millet İttifakı CHP ile İyi Parti'den oluşuyor ve bu ittifakın üstünde yükseldiği ilkeler bile belirsiz. Bunlara oyları yüzde 1 bilemedin 2 aşmayan, aşamayan, aşamayacağa benzeyen Saadet Partisi'nin ve Davutoğlu'nun Gelecek Partisi'nin oylarını ekleyin; ittifaklara uzak duracağını defalarca açıklamış olan Ali Babacan'ın DEVA Partisi'ni ise eklemeyin.
Kaldı HDP.
Kürt yurttaşların oylarını kolayca alan HDP'nin böyle bir seçimde nasıl bir tutum izleyeceğini bugünden bilmek mümkün değil. Bilinen "Çantada keklik" olmadığı, çünkü "keklik" olmadığı…
Cumhurbaşkanlığı seçimi, Türkiye'nin nasıl bir rejim ile yönetileceği sorusuna cevap vermek zorunda. Otokrasiye (= tek adam yönetimine) karşı nasıl bir sistem?
"Güçlendirilmiş parlamenter sistem" demek yetmez. Bu bu haliyle bulanık, içi ayrıntılı olarak doldurulması gereken bir tanım.
Tartışacaksak bunu tartışalım ve…
Bunu vakit yitirmeden, şimdiden başlayarak tartışalım.