Dün kanla uyandık. Gencecik yaşlarında elde silah sınır boyuna yollanmış...
Dün kanla uyandık. Gencecik yaşlarında elde silah sınır boyuna yollanmış 24 yurttaşımız artık yaşamıyor. Yaralı gençler belki yaşam boyu sakat kalacaklar. Haber duyulur duyulmaz büyük ve haklı bir öfke dalgası kabardı. Siz bu yazıyı okurken o öfke daha da kabardıysa şaşmamak gerek. Yara derin... Dün sabah kanla uyandık. Ardından görsel, sözel ve elektronik medyada yorum bombardımanına tutulduk. Ekranlarda yorumcular PKK saldırısı üstüne aralıksız değerlendirmeler, analizler yaptılar, yapıyorlar. Kimi “zamanlama” vurgusunu öne çıkarmakta, 19 Ekim 2009’da bir grup PKK’lının Habur Sınır kapısından Türkiye’ye bir zafer gösterisi havasında girdiklerine dikkati çekiyor. Kimileri ise saldırının Anayasa Uzlaşma Komisyonunun toplanacağı güne denk getirilmesinin daha anlamlı olduğu kanısında. Kimileri saldırıda Israil’in, kimileri Suriye’nin, kimileri İran’ın, kimileri her üçünün parmağı bulunduğundan emin konuşuyor. Kafalar karışık; çözüm arayışları adeta çıkmaz sokağa sapmış; ne yapılması gerektiği üstüne öneriler havada uçuşuyor ve her biri ayrı telden çalıyor. MHP gecikmeden olağanüstü hal öneriyor; BDP saniye geçirmeden silahların susması çağrısı yapıyor; Cumhurbaşkanı devletin tutumunu “misliyle ödeyecekler” olarak tanımlıyor, “intikam” diyor; ana muhalefet partisi çareyi ve çözümü “Hükümet çözemez, Meclis çözsün”de bulmuş gibi açıklamalarla yetiniyor... Bu toz dumanda sağduyuyla (aslında “solduyu”yla) düşünmek, toz duman arasında çıplak gerçeği aramak, bulmak zor. Ama zorunlu da... Deneyelim:PKK savaşı seçti. Artık bunu Kandil mi planladı,. Yoksa o bölgedeki PKK sorumlusu kendi inisiyatifini mi kullandı sorusunun hiç bir anlamı yok. Kandil’in bir, PKK’nın iki numarası diye anılan Murat Karayılan’ın geçtiğimiz günlerde Taraf’ta iki tam sayfa tutan açıklamalarındaki “Biz barış istiyoruz” vurgusunun da ciddiye alınacak yanı kalmadı. Evet, PKK savaşı seçti. Önceki gün Bitlis’te, biri bebek, biri çocuk, biri baba, beşi polis sekiz yurttaşımızın öldürüldüğü mayınlı tuzak; ardından dün sabaha karşı Türkiye – İran – Irak sınırının hemen dibinde, Çukurca’daki büyük saldırıdan sonra farklı bir yargı ya da yorum anlamsız. Peki Devlet de savaşı mı seçecek? Görünüşe göre öyle. Cumhurbaşkanının “İntikam misliyle alınacak” cümlesini duraksamadan kurması, Başbakanın “Hesabı sorulacak” açıklaması, Genelkurmay Başkanının sınırboyuna, çatışma bölgesine gidişi, özel birliklerin sınırı 4 kilometre kadar geçerek Irak topraklarına girmesi; askeri jetlerin saldırganların olası kaçış yollarına bomba yağdırmaya başlaması; çok daha geniş kapsamlı bir sınır ötesi askeri harekâtın açıkça dillendirilmekte oluşu devletin de savaşı seçtiğinin göstergesinden başka ne olabilir? * * * Peki sonra ne olacak? Hiiiiç! Bugüne kadar sınırötesi harekâtlarda ne oldu, ne elde edildiyse yine o olacak. Kürt sorununu (Dikkat: “PKK sorununu” demedim, “Kürt sorununu” dedim) askeri yöntemlerle çözme girişim ve tercihlerinde bugüne kadar ne olduysa, ne elde edildiyse yine o olacak? Devleti yönetenler PKK gerçeğinin bir sebep değil, sonuç olduğunu kavrayıncaya kadar da bu böyle sürecek. Devlet, Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana Kürt yurttaşlarını mutlu edemediği için PKK doğdu. Devmlet Kürt yurttaşlarını anadillerini yasakladığı için mutlu edemedi. Milyonlarca Kürt (ve Rum ve Ermeni ve Yahudi ve Süryani ve Arap) yurttaşın çocuklarına her gün “Türküm, doğruyum, çalışkanım...” diye başlayan andı bir ağızdan söyleterek mutlu edemedi. (Üstelik önce “Türküm” dedirterek zorunlu yalan söyletti; hemen ardından “Doğruyum” dedirterek bir daha yalan söyletti). Anayasal yurttaşlık kavramını elinin tersiyle ve inatla itip “Türkiye Cumhuriyetine vatandaşlık bağıyla bağlı herkes Türktür” diyerek mutlu edemedi. Bu etnik vurguya itiraz edenlerin söylediklerine kulağını tıkayarak mutlu edemedi Kürt yurttaşlarının kendilerini “eşit haklı yurttaş” hissetmelerini sağlayamadığı için mutlu edemedi. * * * Daha sayayım mı?Öfkelerin kabardığı, milliyetçi duyguların şaha kalktığı böylesi günlerde bunları söylemek, doğru olsa bile söylemek, kimilerince yanlış bulunacaktır. Gün boyu bunu bana tekrarlayan çok kişiyle konuştum. Katıldığım TV programının ardından gelen maillerde aynı nakarat yineleniyordu: “Engin bey belki haklısınız, belki söyledikleriniz doğru, ama bunları söylemek böyle bir günde doğru mu?“ Evet doğru. Üstelik asıl böylesi günlerde söylemek doğru. Yalın, kısa ve kesin:Terör belasını sonlandırmak istiyorsan Kürt yurttaşlarını Türk yurttaşların kadar mutlu et. Ne fazla, ne eksik; eşit!..