Siyasette çıta yükseldi. Benim gibiler içinse fazla yükseldi.
Ekrem İmamoğlu kar yağarken yemeğe neden gitti?
AKP Reisi ve Cumhurumun başkanı Tayyip Erdoğan 6 milyarlık ihaleye kendi imzasını attı mı, atmadı mı?
İstanbul Havalimanı'ndan kim sorumlu? Malum şirketler çetesi mi, İstanbul valiliği mi, İBB mi?
Yok...
Benim bu ölçüde "yüksek" siyasette söyleyecek sözüm olamaz. Sözü siyaset ulemasına bırakacağım ve...
Ve ben şu cumartesi günü bir "Türkçe mavrası" yazacağım.
Buyrun...
İlkokuldayken, daha okumayı yeni sökmüş, yazmayı kıvırmaya çalışan bencileyin veletlere öğrettiler:
- Türkçe yazıldığı gibi okunur.
O yaşta "Sahi mi, emin misiniz" diye soracak halimiz yok ya, sorgulamadan benimsedik. Bu benimseme epey, hem de çok "epey" sürdü.
Ta ki...
Ta ki başımdan fıkra gibi bir olay geçene kadar.
Almanya'da 12 yıl süren siyasal göçmenliğimin bir döneminde Frankfurt kentinde bir meslek yüksek okulu öğrenci olmayanların da katılabileceği bir "Türkçe kursu" açtı. Öğretmen olarak da beni seçti. Haftada iki saat. En azından ev kiramı çıkarabiliyorum. Yani tadından yenmez bir iş.
18-20 öğrenci kayıt yaptırmış. Çoğunluğu bir Türkle evli ya bir Türk sevgilisi olan genç kadın ve erkekler. Bir de Türklerin yoğun yaşadığı semtlerdeki polis memurları ve...
Ve hapishane gardiyanları.
Gardiyanlar Türkçe öğrenmekten çok ihtiyaçları olan bazı cümle ve sözcükleri öğrenmek istiyorlardı.
Bir gün ders bitiminde genç bir gardiyan yanıma geldi ve sordu:- Herr Engin, domuz eti yüzünden yemekte sorunlarımız oluyor ve anlaşamıyoruz. Tutuklu ya da hükümlü Türklerin hemen hiçbiri Almanca bilmiyor. "Etli yemek var. Yiyecek misin" diye sormak istiyoruz. Türkçe bu nasıl söylenir ve o nasıl cevap verir?
Gerçekten de hapishanede tutuklu ve hükümlülerin büyük çoğunluğu uyuşturucudan yakalanmış TIR ya da otobüs şoförleri. Gardiyana sorusunun Türkçesini öğrettim. Birkaç kez de tekrarlattım. Olası cevabı da "Yiyeceğim" ya da "yemeyeceğim" seçeneklerine indirgeyip öğrettim.
Ertesi hafta genç gardiyan ders başlamadan yanıma geldi, "Olmadı" dedi, "Soruyu anladılar ama cevap sizin dediğiniz gibi gelmiyor". Çaresiz "Cevapları tek tek harflerle becerebildiğin kadarıyla yaz" deyip yolladım.
Sonraki hafta o daha pratik bir çözüm bulmuş; cevapları küçük bir teypte kayda almış. Dinletti:
-Yiyecek misin?
-Yemeyceğum.
Bir tane daha:
- Yiyecek misin?
-Yok yemirem gardaş...
Sonunda birlikte bir çözüm bulduk. Bir kartona "Yiyecek misin" yazdık, altına da "Cevabını bir kağıda yaz" dedik.
Sanırım sorun böylece çözüldü.
O sorun çözüldü ama bende de epey gecikmiş olarak bir soru çengellendi:
Türkçe gerçekten yazıldığı gibi okunan, okunduğu gibi yazılan bir dil mi?
Yerel ağızlardan söz etmiyorum. "Gelecek misin" sorusuna Egelinin "Gelcem - gelmicem", Erzurumlunun "Gelirem - gelmirem", Karadenizlinin "Celeceğum – Celmeyeceğum" yollu cevapları değil sorun.
Almanların Hannover Almancası, Fransızların Grenoble Fransızcası, İngilizlerin Cambridge İngilizcesi gibi bizde de İstanbul Türkçesi denen, radyolarda, televizyonlarda, konferanslarda, okullardaki derslerde kullanılan Türkçeden söz ediyorum.
Gelmek fiilinde kalalım.
"Gelecek misin" yazıyoruz ama "Gelicek misin" diyoruz. "Gelmeyecek misin" diye yazıyoruz ama "Gelmiycek misin" diye okuyoruz. "Geleceğim" diye yazıyoruz ama "geliceem" gibi okuyoruz. "Gelmeyeceğim" yazıyoruz ama "Gelmiycem" diyoruz.
Örnek çok.
"Değil mi" yazıyoruz ama konuşurken "diy mi" diyoruz. "Katılacağız" yazıyoruz ama "Katılıcaaz" gibi konuşuyoruz. "Bozacağız, bozmayacağız" filan yazıyoruz; iş konuşmaya, okumaya gelince "Bozucaaz, bozmıycaaz" diyoruz...
Sanırım yeterince örnek sıraladım. Dilerseniz siz de benzer oyunu kendinizle oynarsınız. Göreceksiniz (görüceksiniz) ne çok örnek bulacaksınız (bulucaksınız).
Oh be...
Yıllardır kafamda çengelleşmiş bir konuyu nihayet mavra kılıfında da olsa yazıya döktüm.