Öldürmekten daha coşku verici bir şey varsa,o da yaşamaya izin vermektir.
İnsan söze nereden başlasa, ne söylese de bütün taşları tastamam yerine oturtsa bilemiyor doğrusu. İlk gençliğimde benim de aklımdan hiç çıkmazdı, bir anda kendimi çekip vurmak duygusu. İnsanı bir anda bir olgu olarak eyleme çağıran bir kelime intihar. Dünyanın bütün gürültüsü, bütün kalabalığı içinde büyük bir sessizlik ve bir başınalık duygusuna kapılmış herkesi sürükleyip götürebilir kendi ile. Çünkü Sartre’ın da dediği gibi Toplum, tedavisi olmayan bir hastalıktır. Çünkü içindeki hiçbir yalnızı düştüğü çıkmazdan çekip de kurtarmaz. Sosyolojik açıdan ve psikolojik olarak da intiharın bir hastalık olduğunu herkes bilir. Bir olgu olarak içeriği ve anlamı bakımından insanın çok fazla bilgi sahibi olmasa da genetik bir kodlamayla da bu eyleme meyilli olduğu azımsanmayacak kadar güçlü bir gerçektir. Son on beş yılın yüzdelerine bakıldığında şunu görürsünüz, intihar artık sıradan bir ölme biçimi. Ve diğer ölme biçimlerine karşı daha hızlı ve yayılmacı. Her üç saniyede bir intihar eylemi gerçekleşiyor ve her kırk saniyede bir kişi yaşamına son veriyor yeryüzünün herhangi bir yerinde. Anlık ve güncel bir istatistiğinin yapılması da bu yüzden zorlaşıyor. Bunu bir kurtarıcı fikir olarak eyleme aktaranlar içinse ötenazi/k bir son vermektir yaşama.
İçimizdeki en hassas insanların en kolay kurbanlar olduğu gerçeğinden de söz etmemiz gerek elbette. Yazmayı öğrenen insanın kaderi yaşamını sorgulamak, onunla kanlı bıçaklı nefes aldığı her saniye dövüşmek mecburiyeti demektir. Hele ki, felsefi manada düşünüşün avucuna düşmüş ise! Modern dünyanın çıkmazlarına karşı yaşam yine kadim dostu ölümle omuz omuzadır hep. Modernite, yücelttiği yaşamın karşısında çaresizce ölümü aramaktadır öte yandan. Oysa insan sonsuza kadar yaşayan bir canlı da değil, pek çok tür ve nesneler gibi. Yani eyleme geçiş anında ya da daha önceden verilmiş bir kararla zamanın ve dünyanın dışına çıkma isteği çok da sağlıklı bir durum değil. Ve herhangi bir canlının kendi yaşamına son vermek için başkaları için hiçbir geçerliliği olmamasına rağmen küçücük bir sebep yeterli olabilir. Şair İlhami Çiçek bir anda bir sara nöbeti sırada karar vermiştir buna. Henüz 29 yaşında, mecburi ordu mensubu iken. Sara hastalığının verdiği acı, insanda yarattığı çıkmaza tahammülü kalmamıştı. Askerlik yapmak zorunda da değildi üstelik ama hastalığı ile ilgili alacağı rapor askere gitmesine engel olabileceği gibi çok sevdiği öğretmenlik mesleğinden de edebilirdi onu. Yani o böyle düşünmüştü bunu.
Bireysel olarak ele alınacak bir sorgulama ve cevaplama olmasının yanı sıra bir şair için çok daha kişisel bir meseledir intihar. Sağ edebiyat kesiminin bu kavramın ve eylemin çekiciliğine dair İlhami Çiçek’in intihar ettiğine karşıt bir kaza sonucu öldüğü üzerine görüşler ve anlatılar var. Oysa ölümü denemiş ya da ölümün cazibesine bir kurtuluş olarak kapılmış birinin sağ ya da sol cenahtan olmasının bir önemi yoktur.
Kişilerin ölümleri kendi karakter ve yaşantılarıyla ilgilidir. İlhami Çiçek döneminin en genç kaybı olarak tarihe geçmiş olmasına rağmen şiiriyle de bir tarihin bir yerinde anıtlaşmış bir isimdir. İyi bir şairi ölme biçiminden çok yazdığı iyi şiirler akılda tutar. Belki şiirinden yola çıkılır da şair yeterince tanınırsa intiharının bir fırtınaya dönme ihtimali de kuvvetlenebilir. İlhami Çiçek şiirleri incelendiğinde derinliği, hassaslığı, ince ve düşünen bir insan olarak pek az karşılaşılan bir şair olarak çıkar karşımıza. Hakkında pek az, fakat çok etkili yazılar yazılmıştır. Yaşasaydı bugün yine en iyi şiirleri kuvvetle muhtemel o yazardı ve asla İbrahim Tenekeci gibi bir şair olmazdı. Adına Satranç Dersleri şiirinden ve satranç uzmanlığından dolayı turnuvalar düzenlenmiş olmasından çok daha ileri bir etki ile materyalist duruşuyla akıllarımızda kalan Ahmet Oktay’a bile bir şiir yazdırmış olmasıyla da özel bir yere sahiptir.
İlhami Çiçek hakkında konuşan nadir şairlerden biridir Ahmet Oktay ve onu İslâmcı Şair olarak tanımlar. Bununla birlikte Oktay'a göre Çiçek; İslâmcı Şiir'in yükselişinde payı olan "ama" modernist şiirle bağ kurarak şiir yazan ve şiirlerinde gizilgüç halinde bir günah ve zina korkusuna ilişkin imgelere rastlanan bir şairdir. Ahmet Oktay’ın İlhami Çiçek’e yazdığı şiirin sonunda kendisine ait dizelere yer vermesi de şairin kendiliğinden samimiyetine ne kadar yakın hissettiğinin de göstergesi olmuştur:
YOL ÜSTÜNDEKİ SEMENDER İLHAMİ ÇİÇEK
Ey kalp! gece olsun, vehmi ve cinneti emziren -Avucundadır çocuğun ve delinin, Allahın eli- layemut gece -Gezginin saatidir ki titreyen kandilin nurunda arar kendi yazısız taşını her mezarlıkta
Derunumda ağır ağır kurudu kırmızı zakkum, karardı sebilin mermeri ve gizlendi bu belleksiz zamandan sönen bir yangın gibi kûfi.
Ezelden beri mi göçüyorum ben? Her hayal kalbe döner ve vurur bir eski saatin sesiyle: -Bana gel. Kimdir ki o ben, mevsim bir yaprak ırmağı gibi akıp gider içinden
Ey gözüne tuzla sürme çeken Şıblî! Başka dudaklar da var zikrle yara olan. İblis ve iğva beni uyutmayan
Ürktüm bu yüzlerden -Bu kadın yüzleri ki güzellik saptırır imanı -örtünmelidir- Mangalın korunu avcuna koy da hatırla: nasıl unutmuştu 20 yıl Kur’an’ı İbnü’l Cella
Yine de tene yöneldim. Püsküren bir yanardağ gibi lav akıttım her yanımdan öleyim diye isteğimden önce
Seyret beni Âdem, Seyret beni Doktor!
Her göz başka bir hayatın vampiri
Yaşım 27 -İnsan kökü çürümüş çınar gibi apansız ihtiyarlar- Azaltmıyor, azaltmıyor müezzinin sesi göğsümdeki kederi
Veronal ve lüminal. Naylon ve plastik kent ve çöl
Dün geceydi yandım "yaşayan sağlam delile dayanarak yaşasın" diyen ayetle
Ey Rab çürük benim delilim
Nereye ait ki bu hicranlı suret? Bu gözler çoktan kesti dünyayla o karanlık sohbetini. Satranç ve dil yeniktir ezelden
Bakıyorum pencereden sırtımda patiska bir gömlek ve avcumda Allahın eli, yerin en dibine
"Yalnız hüznü vardır kalbi olanın."