"Acaba gay olduğu için ülkesini terk eden tek Türk ben miyim?" diye soruyordu Montreal'den Ahmet.
İronik bir soru bu elbette. Eşcinsellerin dünyanın her yerinde daha rahat yaşam koşulları için ülkelerini terk ettiği hepimizin malumu!
Mesela İran'ın bilinen ilk eşcinsel mollası ve eşcinselleri gizlice evlendiren Molla Taha, 2016 yılında can güvenliği olmadığı gerekçesiyle Türkiye'ye kaçmıştı.
İranlı lezbiyen gazeteci Mitra, LGBT haklarına odaklanan bir derginin editörlüğünü yaparken aldığı ölüm tehditleri sonrasında, 2014'te Türkiye'ye kaçmış; 2017 yılında Birleşmiş Milletler tarafından kendisine mülteci statüsü tanındığı halde, ABD'de son görüşmesine girecekken, Trump engeline takılarak görüşmesi iptal edilmişti.
Brezilya'daki, Sosyalizm ve Özgürlük Partisi'nin gay olduğunu açıklayan ilk milletvekili Jean Wyllys bu yılın başında ölüm tehditleri aldığını, Rio de Janeiro'daki evinden dışarıya çıkamadığını ve yeni dönemde parlamentoda görev almayacağını belirterek, ülkesini terk etmişti.
2011'de Kanada'nın Ottawa şehrine göç eden Adıyaman Kahtalı Yusuf Çelik'in hikâyesi de farklı değil. Gay olduğundan şüphelenilip küçük yaşta medreseye yollanması, cinayete kurban gitmekten korkması, 16 yaşındayken intihar girişiminde bulunması, üniversite yıllarında Kürt olduğu için ayrımcılık görmesi, bir umutla erkek kardeşinin yanına ABD’ye göç etmesi, tam üniversiteye başlayıp, hayatını düzene sokacakken, erkek kardeşi tarafından gay olduğunun fark edilip evden atılması ve ölümle tehdit edilmesi, Çelik'in hikâyesinin satır başları. Kanada'ya uzanan yolu zorlu ve dikenli olsa da, sonu mutlu. Master dereceli iyi bir eğitim, başarılı bir kariyer, gay Müslüman göçmen ve mültecilerin haklarını savunan sıkı bir aktivist...
Bu örnekler çoğaltılabilir elbette! Bizim hikâyemizin kahramanı da kendisini Kanada'da bulanlardan... Ama bir LGBT üyesi olarak değil. İyi bir CV'si olan, normal bir beyaz yakalı olarak..
Ona göre eşcinsellik çok normal çünkü... Bu durumu hayatında ne bir artı, ne de bir eksi olarak görüyor. Açık biri... Ailesi ve tüm çevresi durumu biliyor. Buna rağmen ülkesini terk ediyor. Çünkü diyor ki; "Türkiye'de hiçbir zaman gerçek bir ilişkim olamayacaktı. Hiçbir zaman durumu iş yerimde söyleyemezdim. Söylesem başıma ne geleceğini bilemezdim. Normal bir hayat yaşamak için geldim buraya. Gece yatağa kiminle girdiğimin kimseyi ilgilendirmediği bir hayat..."
Şimdi mikrofonumuzu Montreal'den Ahmet'e uzatıyoruz...
***
"Her zaman başarılı bir öğrenciydim. Üniversite sınavını ilk 300'e girerek kazandım... ODTÜ’de mühendislik okudum. Ardından sekiz yıl süreyle Fransa ve Amerika'da burs, master, doktora... En son Fransa’da iş bulduğum halde, işe giremedim. Seçim zamanıydı ve politikacıların göçmen kartını oynadıkları dönemdi. Çalışma iznini yenileme işi altı ay sürünce pes ettim. Dönmeye karar verdim. Tek sıkıntı artık kendimi tanıyor, cinsel yönelimimin ne kadar normal olduğunu biliyordum.
Türkiye'de hiçbir zaman dramatik bir hayatım olmadı. Eşcinsel olmanın zorlukları dışında... Ama trans da olabilirdim değil mi? Onlar ne yapsın mesela... Eşcinseller en azından 'çaktırmayabiliyorlar'.
Bir şirkette beyaz yaka işe gidip gelmeye başladım. Durumumu saklamak zamanla yük oldu. Aydın bir ailem var. Bundan aldığım güçle önce kardeşlerime açıldım. Bizdeki ucuz komedilerde eşcinsel tipler efemine olur malum. Öyle biri değilim -ki olsam da bir şey değişmez- ama yine de akıllarının bir köşesine gelmiştir diyordum. Gelmemiş. Söyleyince dumur oldular!
Çok liberal fikirli olduklarını bilsem de arkadaşlarıma, özellikle de aynı iş yerinde çalıştıklarıma açılamadım. Millet hırstan ölüyor. 'Ne olur, ne olmaz' dedim.
Klasik bir beyaz yakalı olarak, hayatıma devam ettim. 3 yıl kadar...
Bir arkadaşım Kanada’dan bahsedince, eşeğin aklına karpuz kabuğu düştü. "Express Entry" göçmenlik programıyla başvurumu yaptım. Tamamen köşede bulunsun diye... Çünkü biliyordum ki cinsel yönelimimi hiçbir zaman Türkiye'de özgürce yaşayamayacaktım.
Bir sabah, başvurumun kabul edildiğini öğrenince gerçek yüzüme çarptı. Gerçekten gidiyordum. Sanırım eşcinsel olmasam ülkemi terk etmezdim. Yıllarca yurt dışında yaşamış biri olarak, o hayatın toz pembe olmadığını gayet iyi biliyordum.
Kanada’ya göçmeden bir iki hafta önce, anne ve babama durumu açıklamaya karar verdim.
Gitme nedenimi, onları neden bıraktığımı anlasınlar istedim. Yıkıldılar tabii. Köyde büyüyüp, devletin bursuyla üniversite okuyan insanlardan bahsediyoruz. Annem babamın ağladığını söyledi üzüntüden. Hayatımda sadece bir kez, babasını kaybettiğinde ağladığını görmüştüm. Kahroldum. Zamanla durumu kabullendiler. Onlara hep hayrandım, şimdi daha da hayranım. Hatta vizeleri reddedilmese şimdiye dek, buraya gelmiş ve erkek arkadaşımla tanışmış olacaklardı.
Gitme günü gelip çattığında, havalimanında bayağı bir ağlaştık diyebilirim. Gelmeden işimi ayarlamıştım. Bir hafta sonra da işbaşı yaptım.
Biraz da tesadüflerle Montreal’de buldum kendimi. Gelir gelmez, şehre hayran kaldım. İnsan yazları eve girmek istemiyor. Caz Festivali tam bir fenomen. Açık hava etkinlikleri ücretsiz. Çimlere serilip piknik yapıyor herkes. İstanbul’da nerede o keyif. Kışı ise çok soğuk. Evinizden çıkıp kayaklarınızı takarak ulaşımınızı gerçekleştirmeniz mümkün. Yaratıcı endüstri çok etkileyici. Hem büyük bir şehrin olanakları var, hem de rahat. İnsanlar keyfine düşkün.
Çift dilliliği beni ayrıca büyülüyor. Örnek olarak Leonard Cohen ile Celine Dion'u verebilirim. Celine Frankofonlar için milli kahraman Quebec’te. Oysa Anglofonlar için, Titanik filminde şarkı söyleyen bir şarkıcı. Leonard Cohen'i de çoğu Frankofon tanımıyor. Ama bu sorun olmuyor; yuvarlanıp gidiyorlar bir şekilde.
Sonra göçmen şehri... Fransa’da iken birisi bana "göçmen" dese bunu hakaret olarak algılardım ama burada çok normal. Kısaca geldiğim yere alışmam pek zor olmuyor.
Bir süre sonra gay olduğumu söylemeye çekindiğim arkadaşlarıma açıldım ve hiç fire vermedim. Ne mutlu bana ki, hayatta doğru arkadaşlar seçmişim.
Bu arada Montreal ve Quebec 1960'lara kadar, okullardan hastanelere, hayatın her alanında kilisenin varlığının hissedildiği bir yermiş. Halk baskıdan bunalınca, 60’lı yıllarda Sessiz Devrim (Révolutıon Tranquille) gerçekleşmiş. Montreal, şu anda Kanada’nın en liberal yerlerinden biri... Bundan aldığım kuvvetle cinsel yönelimimi açık seçik bir şekilde yaşamaya başlıyorum.
Kanada'da bir çocuk -ailesi katı muhafazakâr bile olsa- en azından televizyon haberlerinde Onur Yürüyüşü’nü görüyor. Küçüklükten itibaren eşcinselliğin şeytani bir şey olmadığını biliyor. Türkiye'deki çocuk ise haberlerde Onur Yürüyüşü’nün yasaklandığını bile göremiyor. Yok sayılıyor, çünkü. Milletin yatak odasında kiminle olduğuma bu kadar takılması saçmalık. Onur yürüyüşüne yasak koyanlara ben sormuyorum "Sen kimleydin dün gece?" diye.
Benim derdim eşcinselliğimi haykırmak falan değil. Derdim, bir gün bunun haykırılmayacak kadar sıradan hale gelmesi!
O kadar sıradan olsun ki, iş yerinde "Eee... Var mı hayatında biri?’ diye üstüne vazife olmayan konulara girenler, beni strese sokmasın. Onlardan Türkiye’de çok, Montreal'de ise hiç yok.
Yakın zamanda işimi değiştirdim. Bir sunum sırasında, bir anda "Biz farklılığa değer veriyoruz" diyerek, onur etkinliklerine katılan elemanlarının fotoğraflarını gösterdiler. Önceki sene Montreal Onur Yürüyüşü'nde bazı şirketleri ve hatta Justin Trudeau’yu görmüştük. Yine de o slayt beni çok şaşırttı. İşteki ilk haftamda da, kızcağızın biri içinde "kız arkadaşın" geçen bir cümle kurdu. Ben "erkek arkadaşım" diye düzeltince çok mahcup oldu. Trajikomik geliyor tabii bana tüm bunlar.
Büyük konuşmamak lazım ama kısa vadede ülkeme geri dönmem. Ve bunun ne yazık ki sadece eşcinsel olmamla da bir alakası yok. Ülkede işsizlik fonu diye bir fon var, paraların ne olduğunu bilen yok. Aynısı bireysel emeklilikte neden olmasın? Her şey bir insanın iki dudağının arasından çıkacak lafa bakabilir.
Türkiye'de kalsam da, iyi bir kariyerim olurdu. Tüm arkadaşlarıma da eninde sonunda açılırdım. Ama gerçek bir ilişkim olamazdı. Ülkenin okumuş etmiş kesiminden gelen eşcinseller bile bu konuda zorlanıyor, 40 yaşına geldikleri halde durumu aileleri ile hâlâ paylaşamıyor, sevgilileriyle aynı evde yaşayamıyorlar. Yıllarca içlerine ata ata, normal bir birey olmaktan çıkıyorlar.
Bir de belki size saçma gelebilir ama kendi ülkemde, cinsel hastalıklarla ilgili kontrollerimi yaptırmaya çekiniyordum. Malum bu bilgilerin hepsi devlette -ki normali de bu- ama devlete güvenemiyorum ki! Dünyada birçok ülkede HIV vakaları azalıyor, ama iddia ediyorum Türkiye’de artıyordur
3 yıldır Montreal'deyim. Şu anda bir finans şirketinde Business Intelligence üzerine çalışıyorum. Göçmek bana yalnız olmadığımı öğretti. Bunu zaten biliyordum da içinde olmak çok farklı. Türkiye’deki birçok sorunun, Kanada gibi zengin bir ülkede de yaşanabileceğini gördüm. Örneğin Frankofonların dil mücadelesi bazılarına komik gelebilir ama bana Kürtlerin Kürtçe mücadelesini hatırlatıyor. Burada bir ilan çift dilli ise, Fransızcanın fontunun İngilizceden ne kadar büyük olacağına kadar kural koymuşlar. Dünya mı yıkılıyor? Hayır. Kürtçe resmi dil olsun demiyorum ama Kürtçe alerjisi var ülkede resmen.
***
Ahmet, herkesin kendisi gibi şanslı olmadığının farkında... Türkiye'de maalesef her eşcinsel birey, anlayışlı bir anne baba, arkadaş çevresi, iyi bir eğitim olanağı ile dünyaya gelmiyor. Ahmet bu kişilere, en az bir kişiye de olsa açılmalarını öneriyor;
"Eğer ailenizin bu bilgiyi kaldıramayacağını düşünüyorsanız söylemeyin. Ama mümkünse bir dosta açılın. İnsanın kendine ve başkalarına karşı dürüst olabildiğini görmesi çok güzel ve hafifletici bir his. Montreal'de de kırsal kesimden gelen gençler hâlâ endişe içinde... Bazı eşcinseller gönüllü olarak onları dinliyor, kimilerini intiharın eşiğinden döndürüyor. Türkiye’de de böyle gruplar olduğunu duyuyorum. Etrafınızda hiç kimse yoksa, onlara açılın."
Not 1: Ahmet tanıdığım en açık eşcinsel olsa da, anne babasının çevresinin durumu bilmediğini ve onları üzmek istemediği için soyadını paylaşmak istemediğini belirtti.
Not 2: Göç hikâyelerinizi ve konu önerilerinizi lütfen [email protected] adresine yollamaya devam edin.