Füruğ Ferruhzad, elli-altmış yıl aradan sonra Reyhaneh Jebbari kimliğiyle yeniden karşımıza çıktı. Biri yirmialtı, diğeri otuz iki yaşındaydı. Ferruhzad, İran’daki tüm kadınlar adına elini çabuk tuttu. Evliliğini bitirerek, daraltılan, bitirilen kadın yaşamını yüzyıllara yaymak için kısa hayatına şiirlerini, resimlerini, denemelerini… sığdırdı. Çocuğu elinden alınmıştı ama, kendisi başta olmak üzere, tüm kadınlara birey olma özgürlüğünün umudunu taşımıştı. Ferruhzad’ın acelesi vardı. Kadını geleneksel yaşam modellerine hapseden duvarları yıkmadığı takdirde, sadece kendisi değil, hemcinsleri de o duvarların altında kalabilirdi. İran’da kadın olmak zordu, bedelleri vardı. Bir yol açmalıydı. Karşılığında tek çocuğu Kamyar’dan olarak, o yolu açtı. Ferruhzad yirminci yüzyılın en önemli kadın şairiydi artık.
İlk şiirine Esir adını verdi. Ardından Duvar ve İsyan geldi. Dizeleri gibi şiirlerinin adları da özgürlük uğruna çıkılan yolu anlatıyordu. Yol uzundu. Aynı yolun kıyısına düşecek olanları daha o andan itibaren görüyor, hissediyordu. Şah Rıza Pehlevi’nin despotluğu altında inleyenlerin sesi olurken, kadınlığını, duygularını hep korudu. Sesini boğmak isteyenler onun şiirlerine “erotik” sıfatı yakıştırmakta gecikmediler. Tıpkı Jebbari’nin tecavüze uğraması gibi.
Jebbari, Ferruhzad’ın hep yanı başındaydı. Ferruhzad’ın diğer bir adıydı. Özgürlük tutkusu onda da vardı. Ferruhzad’ı çok iyi tanıyordu. Zaten Ferruhzad, tüm şiirlerini, eserlerini yüzlerce Jebbari adına yazmıştı. Ferruhzad’ın yolları Jebbari’lerle kesişiyordu. Elli-altmış yıl öncesi ya da sonrası birbirinin içine geçmişti. On yıllar sonra çok geç olabilirdi, mollalar bu kez kadınları hedeflerine koyup, Şah’ın gözünden kaçan kadın imgesini boğabilirlerdi. Şah’ın dikta rejimine yakalanan Ferruhzad’ın ardından, Jebbari de molla rejimine yakalanacaktı. Acele eden Füruğ, tam Jebbari’nin elini tutacakken bir arabaya çarparak boynunu kırdı.
Artık Jebbariler yollarına yalnız devam edeceklerdi. Aslında yalnız değildiler. Füruğ’un şiirlerine tutunabilirlerdi. O derin yalnızlıklar etkisini yitirebilirdi. Füruğ zaten daha önce, -adaletsizliğe gönderme yaparak- dünyanın “yaşamak için çok dar” olduğunu söylemişti. Özellikle de kadınlara… Bir erkeğin eşi olmak dışında, hiçbir role layık görülmeyen kadını zorbaların elinden çekip almıştı. “Rüzgar Bizi Götürecek” diyordu şiirinde.
küçücük gecemde benim, ne yazık
rüzgârın yapraklarla buluşması var
küçücük gecemde benim yıkım korkusu var
dinle
karanlığın esintisini duyuyor musun?
bakıyorum elgince ben bu mutluluğa
bağımlısıyım ben kendi umutsuzluğumun
dinle
karanlığın esintisini duyuyor musun?
şimdi bir şeyler geçiyor geceden
ay kızıldır ve allak bullak
ve her an yıkılma korkusundaki bu damda
bulutlar sanki, yaslı yığınlar misali
yağış anını bekliyorlar
bir an
ve sonrasında hiç.
bu pencerenin arkasında gece titremede
ve yeryüzü giderek durmada
bu pencerenin arkasında bir bilinmez
seni ve beni merak ediyor
ey baştan aşağı yeşil!
yakıcı anılar gibi ellerini,
bırak benim aşık ellerime
ve dudaklarını
varlığın sıcak duygusunu
benim sevdalı dudaklarımın okşayışına bırak
rüzgâr bizi götürecek
rüzgâr bizi götürecek.
Yirmi altı yaşında idam edilen Reyhaneh Jebbari’de annesine yazdığı mektupta, “Rüzgar Beni Alıp Götürsün” dedi.
Tecavüze uğrayan, kaderine razı olmadığı için de idam edilen Reyhaneh Jebbari, Füruğ Ferruhzad’ın diğer bir yüzü; bir önceki yüzyıldan, bir sonraki yüzyıla uzanan haliydi. Ferruhzad, onlarca şiir, deneme, oyun, senaryo yazdı, resim çizdi. Hepsinde de yaşam alanı, dünyası daraltılan kadının çığlığını, isyanını duyurdu. Reyhaneh Jebbari tek bir mektup yazdı. Ferruhzad’ın çığlığını da yanına alarak, çığlığını, annesine yazdığı o tek mektupla duyurdu.
Sevgili Sholeh,
Öğrendim ki bugün kısasla tanışma sırası benimmiş. Yaşam kitabımın son sayfasına geldiğimi senden öğrenemediğim için kırgınım. Bilmem gerektiğini düşünmüyor muydun? Üzgün olduğun için ne kadar mahcup olduğumu biliyorsun. Neden senin ve babamın elini öpme şansını bana vermedin?
Dünya bana yaşamak için 19 yıl verdi. O uğursuz gecede ölmeliydim. Bedenim şehrin bir köşesine atılmalı ve birkaç gün sonra polis beni teşhis etmen için seni tecavüze uğradığımı da orada öğreneceğin adli tıp doktorunun ofisine götürmeliydi. Biz onların gücü ve servetine sahip olmadığımız için, katilim asla bulunamayacaktı. Hayatına utanç ve ızdırapla devam edecek, birkaç yıl sonra da bu ızdırap seni öldürecekti.
Her nasılsa bu lanetlenmiş hikâye değişti. Bedenim bir köşeye atılmadı, ama Evin Hapishanesi ve onun tek kişilik hücresine gömüldü, şimdi de mezarlığa benzeyen Şehr-e Ray hapishanesine. Ama kaderim buymuş, şikâyet etme. Sen benden iyi bilirsin ki ölüm yaşamın sonu değildir.
Sen bizlere okula giderken bir kavga ya da şikâyet karşısında bir hanımefendi gibi olmamızı öğretmiştin. Nasıl davranmamız gerektiğinin altını ne kadar çok çizdiğini hatırlıyor musun? Senin deneyimlerin yanlıştı. O kaza başıma geldiğinde, öğrendiklerimin bana yardımı olmadı. Mahkemede beni soğukkanlı ve zalim bir suçlu gibi anlattılar. Hiç gözyaşı dökmedim. Hiç yalvarmadım. Kanunlara güvendiğim için ağlamadım.
Ama kayıtsız olmakla suçlandım. İşte, sivrisinek bile öldüremez, hamam böceklerini antenlerinden yakalayıp dışarı atardım. Taammüden cinayetle suçlanıyorum. Hayvanlara yaptığım muamele bir erkeğe eğilim olarak yorumlandı ve hâkim kazanın yaşandığı sırada tırnaklarımın uzun ve ojeli olduğu gerçeğine bile bakma zahmetine katlanmadı.
Kendisinden adalet beklenen bir hâkim için ne kadar da iyimser! Ellerimin sporcu kadınlar gibi, özellikle de boksörler gibi, iri olmadığını sorgulamadı. Ve içime sevgisini ektiğin bu ülke beni hiçbir zaman istemedi, beni sorgulayanların hakaretleri yüzünden ağlarken, en adi sözlerini dinlerken hiç kimse bana destek olmadı. Güzelliğimin son işareti saçlarımı kazıdığımda 11 gün hücre cezasıyla ödüllendirildim.
Sevgili Sholeh,
Duydukların yüzünden ağlama. Karakoldaki ilk günümde, yaşlı bekâr bir görevli canımı yakmak için tırnaklarımı kullandığında, güzelliğin burada aranan bir şey olmadığını anlamıştım. Güzel görünmek, güzel düşünce ve dilekler, güzel el yazısı, güzel gözler ve görüş, hatta hoş bir sesin güzelliği…
Anneciğim, düşüncelerim değişti ve bunun sorumlusu sen değilsin. Sözlerimin sonu gelmeyecek; onları, senin yokluğunda ve senden habersiz beni infaz ederken sana ulaştırması için birine veriyorum. Sana miras olarak pek çok el yazımı bırakıyorum.
Yine de ölmeden önce senden bir şey istiyorum. Aslında bu dünyadan ve bu ülkeden bir tek isteğim var. Biliyorum bunun için zaman lazım. Ama lütfen ağlama ve dinle…
Senden mahkemeye gidip bu arzumu anlatmanı istiyorum, hapisteyken böyle bir mektup yazamazdım. Bir kez daha benim yüzümden acı çekeceksin. Eğer yalvarman gerekirse, bunun için sana kızmam. Gerçi sana yapmamanı söylememe rağmen infaz edilmemen için onlarca kez yalvarmıştın.
İyi kalpli annem, sevgili Sholeh, canımdan daha çok sevdiğim, toprağın altında çürümek istemiyorum. Gözlerimin, genç kalbimin toza dönüşmesini istemiyorum. Ben asılır asılmaz bunu ayarlamanı; kalbimin, böbreğimin, gözlerimin, kemiklerimin, vücudumdan ne nakledilebilirse onları ihtiyacı olanlara hediye etmeni istiyorum. Organlarımı alanların ismimi bilmesini, bana bir buket çiçek almalarını hatta benim için dua etmelerini bile istemiyorum.
Şunu çok içten söylüyorum, gelip yas tutarak acı çekeceğin bir mezar istemiyorum. Benim için siyahlar giymeni istemiyorum. Zor günlerimi unutmak için elinden geleni yap. Rüzgâr beni alıp götürsün.
Dünya bizi sevmedi. Kaderimi istemiyorum. Ve şimdi ölümü kucaklayarak buna bir son veriyorum. Çünkü Allah’ın mahkemesinden, beni sorgulayanlardan ben davacı olacağım. Hâkimden; beni taciz etmekten geri durmayan Yüksek Mahkeme’nin hâkimlerinden davacı olacağım.
Yaratıcının mahkemesinde Dr. Farvandi ve Kasım Şabani’den davacı olacağım; tüm o bilgisizlerden, yalanlarıyla bana haksızlık eden, benim haklarımı çiğneyen ve gerçeğin bazen görünenden farklı olduğuna dikkat etmeyenlerden davacı olacağım.
Sevgili iyi kalpli Sholeh, diğer bir değişle sen ve ben suçlayanlar, diğerleri ise sanık. Bekleyip Allah’ın ne istediğini görelim. Ölene dek seni kucaklamak isterdim. Seni seviyorum.
Reyhaneh