Brian Haw dünyanın gördüğü en ‘inatçı’ barış aktivistlerinden birinin adı. Hayatının neredeyse tamamını savaş mağduru çocuklara yardım faaliyetleriyle geçiren Haw, 2001 yılının Haziran ayında Londra’da Britanya Parlamentosu’nun önündeki küçük parkta bir barış çadırı kurdu. 52 yaşındaki Haw’un amacı, Irak’a uygulanan ambargoyu ve yapılması planlanan askeri operasyonları protesto etmekti. Kamuoyunun ve Britanya hükümetinin dikkatini Irak’ta hayatını kaybedecek çocuklara ve diğer sivillere çekmek istiyordu. Haw etrafı pankartlarla ve barış bayraklarıyla süslenmiş ‘barış’ çadırında aralıksız on yıl boyunca yaşadı. Diğer aktivistlerin de katılımıyla Londra’nın göbeğinde küçük bir barış ‘üssü’ kurulmuş oldu. Medyanın yakın ilgisi sonucu, Irak savaşı karşıtı kampanyanın Britanya ayağında en bilinen sembollerinden birine dönüştü. Kaldırımı işgal etmek, görüntüyü bozmak ve güvenliği tehdit etmek gibi sudan gerekçelerle birçok kez tutuklandı. Barış kampının kaldırılması için kararlar çıktı. Ancak, Haw kısa süren tutuklamalardan sonra, kendisine destek veren kişi ve grupların da katılımıyla, sivil itaatsizlik eylemlerine yılmadan devam etti ve barış için direndi. Ta ki, akciğer kanserine yenik düştüğü 2011 yılının Haziran ayına kadar.
Cindy Sheehan ise Amerikalı bir barış aktivisti. Sheehan, bir Amerikan askeri olan oğlunu 2004 yılında Irak’taki askeri operasyonlar sırasında kaybetti. Bu olaydan sonra oğlunun ölümünden düşmanı sorumlu tutmak yerine, tarihin en büyük ulus-ötesi barış eylemi olan, Irak-Savaşı karşıtı kampanyaya katıldı. Irak Savaşı’nın ileri sürülen nedenlerinin geçersiz olduğunu ilan eden Sheehan, 2005 yılında kendisi gibi çocuklarını Irak Savaşı sırasında kaybetmiş 9 aileyle birlikte bir örgüt kurdu. Eski A.B.D. Başkanı George W. Bush’u “dünyanın en büyük teröristi” ilan ederken, düzenlediği Çocukları Eve Getirin Kampanyası gibi çeşitli eylemlerle savaş-karşıtlarının önde gelen seslerinden oldu. Sheehan hâlâ savaşa karşı barışı savunmak için eylemden eyleme koşmakta.
Haw ve Sheehan, yüz yıldan fazla zamandır mücadele veren barış hareketinin sembolleşen isimlerinden sadece ikisi. Temelleri 19. yüzyılda atılan Batı’daki barış hareketi, İkinci Dünya Savaşı’nın ertesinde kitleselleşmeye başladı ve savaş olasılığını tetikleyen her gelişmenin karşısında durdu. Amerikalı ve Avrupalı barış aktivistleri, 1950’lerde nükleer silahlanmaya ve nükleer silah denemelerine, 1960’larda Vietnam Savaşı’na, 1970’ler ve 1980’lerde Cruise füzelerine, Yıldız Savaşları’na ve hızlanan nükleer silahlanmaya karşı çıktı. 2000’li yılların başında, ulusal sınırların ötesinde işbirliğine giden barış eylemcileri, Irak Savaşı’na karşı küresel düzeyde koordine edilen bir kampanyaya imza attılar. 15 Şubat 2003 tarihinde, 60’dan fazla ülkeden milyonlarca barışsever, belki de tarihin en büyük ulus-ötesi eylemini düzenleyerek Irak Savaşı’nı istemediğini haykırdı.
Bu uzun soluklu hareketin, göze çarpan en önemli özelliği kalıcı olması ve kitleselleşebilmesi. Bir kampanyadan öbürüne devamı sağlanan sosyal hareket ağları sayesinde, savaş karşıtları barışı tehdit eden herhangi bir gelişme karşısında kolaylıkla harekete geçebilmekte. Önceki kampanyalarda edinilen tecrübeler hafızalarda canlı tutulmakta ve yeni kampanyalara yol göstermekte. Barışın şiddet içeren eylemlerle istenilemeyeceği fikrini şiar edinen barış hareketi eylemcileri, sınıf, ideoloji, ırk, etnik ve dinsel farklılıkların ötesine geçen bir barış dilini oluşturmakta.
Haw ve Sheehan da küreselleşen barış hareketinin içinde yerlerini aldılar. Onları (ve diğerlerini) sembol kılan tek etken, eylemlerinde gösterdikleri sebat değildi. Haw ve Sheehan, barışı biz ve onlar ayrımı yapmadan istediler. İstekleri, kendilerine söylenen ‘düşmandan’ intikam almak değildi. Onlara göre, acılarına yol açan düşman, savaşın ta kendisiydi. Kısaca, savaş olgusunun kendisini sorgularken; savaşa nedenler uydurup, savaşı meşru kılmaya çalışan devletlerden hesap sordular.
Türkiye’de ise durum barış girişimleri açısından oldukça farklı seyretti. Tarihsel olarak, Batı’dakine benzer oturmuş ve sürdürülebilmiş bir barış hareketi mevcut bulunmamakta. Biri 1950’de, diğeri ise 1977’de kurulan –ve etkileri, üye sayıları ve ömürleri oldukça sınırlı olan- iki barış derneği, 1980 öncesi dönemin yegane barış girişimleri olarak sayılabilir. Savaş-karşıtı talepler zaman zaman sol hareket içinde ifade edilse de, bu girişimler sosyalist devrim hedeflerinin yanında tâlî konular olarak kalmaktaydı. Kısaca, 1980 sonrasına gelindiğinde, üzerine hareket inşa edilecek bir birikim mevcut değildi. 1990’lardan itibaren, barış için harekete geçen kişi ve grupların sayısı da arttı. Vicdanî Retçiler, Cumartesi Anneleri, Barış Girişimi, Barışa Pedal gibi çeşitli gruplar farklı konular üzerine düzenledikleri eylemlerle savaş karşıtlığının Türkiye’deki sesleri oldu. Ancak, dağınık, kitleselleşemeyen, etkisi sınırlı ve çoğu kez kısa süren girişimler olmaktan kurtulamadılar. Bu durumun tek istinası ise, 2000’li yılların başında, dünyadaki kampanya paralel olarak düzenlenen, Irak Savaşı Karşıtı Kampanya oldu. Oluşturulan çeşitli platformlarla, Türkiye’nin Irak Savaşı’na dâhil olmaması için mücadele verildi. Bu geniş barış koalisyonun en önemli özelliği ideolojik, siyasal, dini ve etnik farklılıkların ötesine geçebilmesiydi. Farklı kimliklerin ve siyasi görüşlerin bir arada olduğu, katılımın görece yüksek olduğu bu esnek yapılı kampanyanın tek hedefi barışın sağlanmasıydı. Savaş-karşıtları, tutarlı bir şekilde, şiddet içermeyen eylemler kullanarak, barışı barış yoluyla çağırdılar. Sonuçta, barış taleplerini barışçıl yöntemlerle tezkerenin meclisten geçmemesiyle, kısmî de olsa, belki de hedefine ulaşan tek Irak Savaşı karşıtı oluşum Türkiye’den çıkmış oldu.
Ancak kampanya sonrasında bu seferberlik diğer barış meselelerine taşınamadı. Hem de, Türkiye’de 30 yıldır süren ve binlerce kişinin canına mal olan bir savaşın yaşanmakta olmasına rağmen. Bazı yazar, sanatçı ve akademisyenlerin barış çağrıları ve girişimleri kitleselleşememekte, süreklilik kazanamamakta ve yeterince kapsayıcı olamamakta. Ölüm haberlerine kamuoyundan genellikle milliyetçilik üzerinden yükselen anlık, tepkisel ve hatta şiddet içeren sesler yükseliyor. Sorulduğunda hemen herkes akan kandan ve şiddetten yakınmakta. Ama kimse milliyetçiliğinden taviz vermemekte: kendi tarafı kazansın da, sonra barış olur. Örneğin, Facebook sayfaları ölümleri lanetleyen, ama yanı zamanda milliyetçiliği yücelten mesajlarla dolup taşmakta. Böylelikle şiddetin dili tekrardan üretilmekte.
Bir sosyolog gözlüğü ile bakıldığında barış hareketinin Türkiye’de kalıcı olamamasının birçok açıklaması olabilir: eylemcilerin uygun örgütlenme modellerini oluşturamamaları, kaynak yetersizlikleri, siyasi baskılar... Bunların her biri etkili ve önemli faktörler. Ancak, her sosyal hareket gibi barış hareketi de kendi meselesine sempati ile bakanları seferber ederek büyümeyi hedefler ki iktidar sahiplerine baskı kurabilsin. Bu da, gecikmiş de olsa barışa acilen ihtiyaç duyulduğu bu zamanda, herkesin kendine dönüp sormasını gerektiriyor: Aramızda kaç kişi barışın her tür başka konudan önemli olduğunu düşünüyor? Peki, kaç kişi kendi milliyetçiliğini hâkim kılmadan barış ortamının sağlanabileceğini düşünüyor? Kaç kişi şartları, koşulları ve tavizleri düşünmeden barışı istiyor? Ve kaç kişi bunların silahların ve şiddetin kullanılmadan başarılabileceğini düşünüyor? Kısaca, aramızda kaç tane Haw ve Sheenan varsa parmak kaldırsın...