Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, aralık ortasında Türkmenistan’a giderek, bu ülkenin lideri ve Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’le üçlü bir zirve gerçekleştirdi.
Zirve sonrası yaptığı açıklamalardan, Türkmen gazının Türkiye üzerinden Avrupa pazarlarına ulaştırılması projesinin yeniden canlandırılacağını anlıyoruz.
Yeniden diyorum; çünkü 30 yıllık bir projeden bahsediyoruz. Cumhurbaşkanı’nın açıklamaları bende “bu filmi görmüştük” hissi yarattı. Zira Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından Türkiye’nin Orta Asya Cumhuriyetleri’yle imzaladığı enerji anlaşmalarına dair yazdığım haberlerin sayısını hatırlamıyorum. Bunlardan özellikle Türkmenistan’la olanların çoğu kâğıt üzerinde kaldı.
Bir kaç sene önce olsa; Cumhurbaşkanı’nın açıklamalarını, söylemin ötesine geçmeyecek boş vaatler olarak değerlendirebilirdim. Ancak değişen şartlar konuya daha yakından bakmamızı gerekli kılıyor.
Önce Türkmen doğalgazının, Hazar Denizi’ni geçip Azerbaycan, akabinde Türkiye üzerinden Avrupa’ya taşıyacak Hazar geçişli boru hattı projesinin bugüne kadar neden gerçeklemediğini hatırlamakta fayda var.
Enerji uzmanlarına göre projenin önündeki en önemli engeli Rusya faktörü oluşturdu.
Orta Asya ülkelerinin, Rusya’nın nüfuz alanından hele de bağımsızlıklarının ilk yıllarında çıkmaları mümkün değildi. Yeni kurmakta oldukları yönetim sisteminin kırılganlıklarından dolayı da Rusya’yla bağları gevşetmeyi göze alamadılar;
bugün bile kolay değil aslında. Aradan geçen süre içinde kırılganlıklarını telafi edemedikleri yani işleyen demokratik bir rejime geçemedikleri için hâlâ bu bağları gevşetme konusunda tedirginlik yaşıyorlar.
Bunların başında da elbet Türkmenistan geliyor.
Türkmenistan tarafsız ülke statüsünü tercin etti ve 1995’te Birleşmiş Milletler’in özel kararıyla daimi tarafsız ülke ilan edildi. Türkmenistan bu statüyü Rusya’ya karşı (ve tabii şimdilerde Çin’e karşı) bir “savunma” miğferi gibi gördü. “Bak ben siyaseten senin için tehlikesizim” demeye getirdi.
Bu miğfer Türkmenistan’ın doğalgazda elini rahatlatmaya tabii ki yetmedi.
Dünya doğalgaz rezervleri açısından dördüncü sırada gelen Türkmenistan bu konumundan azami olarak istifade etmek yerine, Moskova’yı ürkütmemek için, Rusların kendisinden ucuza aldığı gazı içerde kullanıp, kendi gazını dışarıya pahalıya satmasına göz yumdu.
Öte yandan Azerbaycan da kendi gaz ve petrolünü Batılı pazarlara satmak istediği için Türkmen gazının uluslararası piyasalara ulaşması konusunda elbet istekli olmadı. Ayrıca Hazar Denizi’ndeki enerji kaynaklarının paylaşımı bu iki ülke için çekişme konusu oldu.
Bu da bizi, diğer bir soruna; Hazar Denizi’nin yasal statüsü meselesine getiriyor.
1991 öncesinde Sovyetler Birliği ile İran’ın kıyıdaş olduğu, sonrasında ise kıyıdaş ülke sayısının beşe çıktığı Hazar Denizi’nin statüsüne dair anlaşmazlıklar da projenin önündeki en önemli yasal engellerden birini oluşturdu.
20 yıllık müzakereler sonunda taraflar Hazar’ın statüsü konusunda 2018’de bir anlaşma imzaladılar. Anlaşma, boru hattı döşeme işlemlerine taraflar arasında mutabık kalınan kurallar dahilinde imkan veriyor. Yani Azerbaycan ve Türkmenistan’ın kendi aralarında anlaşması yeterli. Bu da teoride yasal sıkıntının aşıldığı anlamına gelir. Teoride diyorum; çünkü henüz anlaşmanın uygulanması test edilmedi. Türkmen doğalgazının dünya piyasalarına girmesi Rusya ve İran’ı rahatsız edeceğinden, anlaşmanın hükümlerinin pürüzsüz uygulanıp uygulanmayacağına dair temkinli olmak gerekiyor.
Bu arada Türkmenistan ile Azerbaycan yıllarca süren çekişmelerine son verip, Hazar Denizi'nde yer alan ve "dostluk" diye isimlendirilen petrol yatağının ortak işletilmesi konusunda anlaştı.
Yani hem Hazar’ın statüsünün netlik kazanmış olması hem de Azerbaycan ve Türkmenistan’ın enerji alanında işbirliğine daha yatkın hale gelmiş olması, Türkmen doğalgazının Avrupa’ya ulaşımı açısından önemli gelişmeler.
Ancak proje açısından asıl önemli gelişme, Rusya’nın Ukrayna’ya saldırması oldu. Bu saldırı, “yarın bir gün bize de aynısı yapar,” diyen Orta Asya cumhuriyetlerini huzursuz etti. Enerji kaynaklarının Rusya üzerinden akmasının git gide zorlaşacağı hesabını yapan Kazakistan ve Türkmenistan gibi ülkeler, Moskova’yı fazlaca ürkütmeden farklı arayışlara girmiş durumdalar.
Moskova’yı ürkütmeden diyorum çünkü Rusya, Ukrayna’dan yediği darbeye rağmen hâlâ korku salabiliyor.
Örneğin, Türkiye yıllar süren ikna çabalarından sonra güç bela Türkmenistan’ı Türk Devletleri Teşkilatı’na (TDT) gözlemci yapabildi. Son bir yıldır da tam üye yapmaya çalışıyor. Ankara TDT’nin askeri boyutu olmadığı için üyeliğin Türkmenistan’ın tarafsızlık statüsüyle çelişmeyeceğini savunuyor. Üyelik konusunda mesafe alınmıştı ki; Türkmenistan son anda vazgeçti.
Bu ayrıntıyı, Rusya korkusunun hala ne kadar geçerli olduğunu göstermek için yazdım.
Fakat korku da bir yere kadar. Türkmenistan da doğalgaz zenginiyken uzun zamandır ekonomik sıkıntı çekmesinin tezatlığının da farkında.
O nedenle, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Aliyev’i de yanına alarak Türkmen doğalgazını Avrupa’ya ulaştırma projesini canlandırmasına eskisine oranla çok daha hevesli yaklaşıyor.
Azerbaycan ise, mevcut durumda hâlâ Türkmen gazının uluslararası piyasalara ulaşmasının kendisi açısından çok tercih edilir olmayabileceği hesabını yapıyor. O nedenle projeye çok büyük iştah göstermiyor. Bununla birlikte yine de ikna edilme şansı yüksek. Türkiye’nin Bakü’ye verdiği destek göz önüne alındığında Cumhurbaşkanı Erdoğan, Aliyev üzerindeki ikna etkisini muhakkak devreye sokacaktır.
Bu da bizi, Türkiye’nin rolüne getiriyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan paradoksal bir şekilde, bir yandan Türkiye’yi Rusya’ya enerji alanında bağımlı hale getirecek adımlar atarken, diğer yandan bu bağımlılığı azaltacak girişimlerde bulunuyor.
Erdoğan, doğalgaz ve petrolde Rusya’ya bu kadar bağımlıyken, bir değil iki nükleer enerji santralini de Rusya’nın inşa etmesinde bir sakınca görmüyor. Ama öte yandan Rus gazına alternatif olacak bir projenin gerçekleşmesi için de kolları sıvamaktan geri durmuyor. Avrupa’nın tam da Rusya’dan gaz ve petrol alımını en aza indirmeye çalıştığı bir dönemde, Türkmen gazını devreye sokacak adımları atmanın Moskova’yı kızdıracağının elbet farkında.
Zaten Erdoğan’ın Türkmenistan ve Azerbaycan liderleriyle yaptığı zirvenin ardından,
Rusya Federasyon Konseyi'nden Aleksandr Başkin Hazar Denizi'nin dibinden Türkmenistan gazını Türkiye’ye ve oradan da Avrupa’ya taşımak için doğalgaz boru hattı yapılmasına izin vermeyeceklerini Türkmenistan'ın Rusya, Çin ve Hindistan gazına yoğunlaşması gerektiğini söyledi.
Yani Türkiye’ye şu anda efelenemeyecek olan Rusya, Türkmenistan’a parmak sallamış.
Bir önceki cümlemde kullandığım “şu anda” vurgusuna dikkatinizi çekerim.
Ukrayna savaşında yaptığı hatalara karşın “kurt politikacı” vasfını asla küçümsemememiz gereken Putin’in, Erdoğan’ın bir yandan kendisine nefes borusu olurken, diğer yandan altını oyacak türden adımlar atması karşısında dişlerini gıcırdattığına hiç kuşkum yok.
Erdoğan’ın paradoksal stratejisinin zayıf yanı ise Rusya’ya bağımlılığın artma hızıyla, bunu dengeleyecek karşı adımların hayata geçmesinin hızının aynı olmaması. Rusya’nın nükleer enerji santralini biran önce bitirmesi için, Mersin limanının kullanımına dair hiç istemeyeceğimiz türden tavizler verilirken, Hazar geçişli Türkmen doğal gazının gerçekleşmesi için daha çok yol katledilmesi gerekiyor.
Tabii burada Türkiye’nin Rusya’ya karşı elini güçlendirecek bir aktör devreye girerse; Rusya’yı bypass edecek projelerin hayata geçmesi daha kolay olacak.
O aktör de Avrupa. Aslında Avrupa Birliği Hazar geçişli boru hattı projesine, Hazar’ın statüsünün netleşmesinden sonra çok daha fazla ilgi göstermeye başladı. Ama Rusya doğalgazını almak daha kolay olduğu için Türkmenistan da Batılı sermayeye kapıları sonuna kadar açmadığı için, bu projeye dört elle sarılmadılar.
Ukrayna savaşı nedeniyle yaşanan enerji krizi şimdi tam da bu projeye ilgilerini arttırdı. Mesele şu ki, projenin bel kemiğini Türkiye oluşturuyor ve sabah akşam Batı’yı eleştiren Erdoğan’a güvenmediklerinden tereddüt ediyorlar. En azından seçimlere kadar bekleyip ondan sonra durumu yeniden değerlendirecekler.
Batı’yla kavgayı bırakıp, hukukun üstünlüğünü ilkesini geri getirecek bir iktidarla, bu değerlendirmenin daha hızlı ve olumlu bir sonuç vereceği aşikâr.
Barçın Yinanç kimdir? Barçın Yinanç, 1968 yılında doğdu, ODTÜ Uluslararası İlişkiler Bölümü'nü bitirdi. 1990'da stajyer olarak başladığı Milliyet Ankara Bürosu'nda 10 yılı aşkın bir süre diplomasi muhabirliği yaptı. Ardından televizyon haberciliğine geçerek önce TV8, sonra CNN Türk Ankara Bürosu'nda çalıştı. Türkiye-ABD, Türkiye-AB ilişkilerinin yanı sıra Kafkaslar'dan Ortadoğu'ya, geniş bir coğrafyada Türk dış politikasıyla ilgili gelişmeleri takip etti. Çok sayıda yabancı hükümet yetkilisiyle söyleşiler yaptı, BM, NATO ve AB gibi uluslararası kuruluşların zirvelerini, perde arkası gelişmeleri yerinden haberleştirdi. 2004 yılında İstanbul'a yerleşti, CNN Türk ve Referans gazetesinin ardından İngilizce yayımlanan Hürriyet Daily News'da (HDN) çalışmaya başladı. Haber koordinatörü, yorum sayfası editörü olarak çeşitli görevler aldı; 2010'dan başlayarak on yıl boyunca gazetenin pazartesi söyleşilerini gerçekleştirdi. Bu süre boyunca dış politika analizlerini yazmaya devam etti. Pek çok uluslararası düşünce kuruluşunun toplantılarına konuşmacı, kolaylaştırıcı olarak katılıyor, yabancı yayın organlarının yayınları için yorumlar yapıyor. AtlatmaHaber adlı podcast serisini hazırlayan Yinanç Diplomasi Muhabirleri Derneği, Uluslararası Kayak Kayan Gazeteciler Derneği (Ski Club of International Journalist) ve Dış Politikada Kadınlar platformunun üyesi. Son yayını; Women, Peace and Security Agenda in Turkey and Women in Diplomacy: How to Integrate the WPS Agenda in Turkish Foreign Policy (Türkiye'de Kadın, Barış ve Güvenlik Ajandası-Diplomaside Kadın: Türk Dış Politikası'na Kadın, Barış ve Güvenlik Ajandası nasıl dahil edilir) başlığını taşıyor. Aralık 2020'de itibaren T24'te yazan Barçın Yinanç, T24 ekranında da, her hafta Metin Kaan Kurtuluş'la birlikte "Dış Politika ile İçli Dışlı" adlı programı yapıyor. |