Başlıkta kongre rekabeti dedim ama aslında İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin rekabet derdi yok.
1923’te İzmir’de yapılan İktisat Kongresi’nin 100. yıldönümü için bir yıl önce çalışmalara başlamışlar.
İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı, İzmir Valisi’ni bir yıl önce bilgilendirmiş; yıl boyunca, işçi, sanayici, çiftçi, esnaf, ilgili paydaşlarla toplantı serileri gerçekleştirilmiş.
Ve Şubat ortasındaki kongreye günler kala, hükümet, kendi kongresini düzenlemeye karar vermiş durumda.
Bir AKP klasiği. Kutuplaştırmayı, ayırımcılığı teşvik eden, fırsatçılıktan kaçınmayan bir zihniyet.
İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı ise tam tersine, İktisat Kongresi’nin siyasal tartışmalara kurban gitmemesi, günümüzün kutuplaşmış ortamından etkilenmemesi için büyük bir titizlik içinde görünüyor.
Öyle ki, “İzmir”i isim olarak feda etmeyi bile göze almış.
15 - 21 Şubat tarihleri arasında düzenlenecek kongrenin tam adı İkinci Yüzyılın İktisat Kongresi: Geleceğin Türkiye’sini inşa ediyoruz.
Belediyenin davetlisi olarak geçen hafta gittiğimde özel olarak sordum Tunç Soyer’e, neden kongrenin başlığında İzmir yok diye.
“Bugünün bu ayrıştırıcı kutuplaştırılmış siyasal ikliminde İzmir'i öne çıkartacak bir şey, bizim içeriğe dair hassasiyetlerimizin önüne geçebilir diye endişe ettik. İçeriği korumak kaygısı asıl motivasyonumuz oldu. İzmir'den fedakarlık etmeyi o nedenle göze alabildik,” dedi Tunç Soyer.
Paydaşların hükümetin olası baskısından çekinmemeleri için özel olarak günümüz sorunlarını tartışmak yerine, geleceğin çözümlerine odaklanmayı hedef almışlar.
Tunç Soyer, “Biz bunu TÜRKONFED ve TÜSİAD’a götürdük dedik ki, ‘katılın.’ Biliyorum ki çok zor,” diye başladı anlatmaya ve devam etti:
“Özellikle hükümetin politikaları vs. nedeniyle. O nedenle şunu söyledim: Biz bugünkü siyasal sorunlara çare aramıyoruz. Biz geleceğin sorunlarına çözüm üretmeye çalışıyoruz. Dolayısıyla bugünün siyasal iklimi ile ilgili bir şey istemiyoruz sizden. Bugünün siyasal sorunlarına çare üretmenizi de beklemiyoruz. Geleceğimize bir projeksiyon yapmanızı istiyoruz. Buna inandıkları için katılıyorlar. Biz de ona büyük titizlik gösteriyoruz. Gündelik siyaseti karıştırmadan süreci yürütüyoruz.”
Kutuplaşmadan kaçınma hassasiyeti önemli. Ve muhtemelen, kongre belki de başarısını, işte bu hassasiyete, bu özene borçlu olacak. Soyer, ortak akıl inşa etme gayretinde. Hükümetin derdi ise, seçimlere giderken ön planda olmak, alanı “muhalefete” bırakmamak; o muhalefet, bundan siyaseten nemalanmamaya özen gösterse bile, bunu hiçe sayıp, üste çıkmaya çalışmak.
Tunç Soyer, aynı tarihlerde aynı şehirde iki ayrı kongrenin düzenlenmesinin olumsuz mesaj vereceğinin elbette farkında.
“Maalesef o ortak aklı inşa etme konusunda bir zafiyet yaratıyor bu tablo.
Bizim çıkış noktamız, 100 yıl önce yapılanlar. Türkiye’nin dört bir yanından çiftçiler, işçiler, sanayiciler ve tüccarlar toplanmış.
Bu nasıl 100 yıl önce sivil bir inisiyatif olarak gelişmişse, bugün de böyle olmalı. İktisat sadece, maliye bakanının veya hükümetin yöneticilerinin karar vermesi değil ki. İktisat biziz, herkes. Kapsayıcı bir masada bir araya gelirseniz, geleceğe ışık tutan bir şey ortaya çıkar.”
Soyer’e göre iki kongre arasında uçurum var; "Sadece adı benzer olan iki ayrı kongre" dedi.
“İki tane panelle iki gün yapacağınız bir çalışmayla 100 yıl önceki hikâyeyi gerçekleştirmenize imkan yok. O sadece bir anma olur ve onun hatırasına yapılmış bir panel olur.
Biz 100 yıl önce atalarımız ne yaptıysa onların izini sürerek bir şey yapıyoruz ve geleceğe ışık tutacak bir ortak akıl inşa ediyoruz.”
Hükümetin büyük tantanayla düzenleyeceği kongrenin, Cumhurbaşkanı'nın konuşması için ekstra bir platform olmaktan öteye geçeceği kuşkulu. “Mış” gibi yapılacak ama artık “mış” gibi yapmak karın doyurmuyor. Seçime dönük konuşmalar, iklim krizi kaynaklı kuraklığa çare olmuyor.
Büyükşehir Belediyesi ise, yılın tümüne yayılan çalıştaylarla sorunlara çözüm arayışında. Süreç boyunca da daha iyisi için eleştiriye açık olmaya çalıştıkları anlaşılıyor. Kadınların katılımının sınırlı, gençlik boyutunun eksik kaldığı eleştirileri üzerine, kadın ve gençlik forumu düzenlenmesini kararlaştırmışlar.
Benim de gözlemlemek üzere hazır bulunduğum çalıştayda, eleştiri de yapıldı, pek çok öneri de dile getirildi. Örneğin “konut” hakkının “su hakkının” Kongre’nin çıktıları arasında yer alması gerektiği vurgulandı.
Elbette, 100 yıl önce yapılan Kongre’nin bir amacı da kapitülasyonlar nedeniyle kesilen Lozan görüşmeleri çerçevesinde dünyaya bir mesaj da vermekti. Ve elbette, bu Kongre’den de Türkiye’nin ekonomik potansiyeline dair de mesajlar çıkacaktır.
Öte yandan kongre ne kadar geleceğe bir projeksiyon yapmak için toplanıyor olsa da, 100 yıl önce yapılan kongrenin gölgesi de elbet hissedilecek. O nedenle, benim gönlümden geçen, bir panelin de Türkiye’deki azınlıkların ekonomiye katkılarını mercek altına alan bir panel düzenlenmesi olurdu. “Düşmanı İzmir’den denize döktük,” söylemi yerine, Atatürk’ün Çanakkale Savaşı'nda ölen yabancı askerlerin analarına söylediklerini hiç akıldan çıkartmamak, İzmir’in çok kültürlü kimliğine daha çok yakışır.
İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer'le yaptığım röportajı aşağıda okuyabilirsiniz.
İkinci Yüzyıl İktisat Kongresi başlığında neden İzmir yok? İzmirli olsam içerleyebilirdim? Sivas, Erzurum, bütün bunlar o şehirlerde yapılmış ama hepsi aslında Türkiye kongresi ve İzmir İktisat Kongresi de aslında Türkiye kongresi. Bugünün bu ayrıştırıcı kutuplaştırılmış siyasal ikliminde İzmir'i öne çıkartacak bir şey, bizim içeriğe dair hassasiyetlerimizin önüne geçebilir diye endişe ettik. O nedenle o içeriği korumak kaygısı asıl motivasyonumuz oldu. İzmir'den fedakârlık etmeyi o nedenle göze alabildik. Türkiye çok derin bir ekonomik krizin altında ezilerek başlıyor ikinci yüzyıla. Ekonominin alarm verdiği bir ortamda kongreyi toplamak size ne düşündürtüyor? Bunun bir kader olduğunu düşünmüyorum. Yani 100 sene önce de atalarımız savaş ertesi koşullarının olağanüstülüğünde, her şeyin tarumar olduğu bir coğrafyada büyük bir özgüvenle ve büyük bir umutla toplanıyorlar. O zaman da bunun düzeltilemeyecek bir şey olduğuna inanmıyorlar. Tam tersine. Biz bunların üstesinden geliriz demişler. Şimdi de buna bir engel yok. Biz de biliyoruz ki bu olağanüstü coğrafya, bereketli topraklar, bu iklim kuşağı, bu kadim kültürlere ev sahipliği yapmış toplum bambaşka bir gelecek yaratabilir. Dolayısıyla biz de aynı özgüven ve umutla yola çıkıyoruz. Türkiye açısından en önemli sınamalar ne olacak ve buna karşı Türkiye’nin öncelemesi gerekenler nedir? Bir kere kendi kendine yeten bir ekonomi yaratmak; bu mümkün ve bizi farklı kılacak en önemli unsurlardan biri bu. Rusya - Ukrayna savaşında tahıl koridoru açıldı diye bayram ettik. Oysa bu topraklar dünyanın tahıl ambarıydı. Tarım arazilerimiz yanlış tarım politikaları nedeniyle çok vahim bir noktada. Bizim bunları yola getirmemiz ve tarım konusunda özellikle dünyanın en gelişmiş ülkelerinden biri haline gelmemiz mümkün. İkincisi biz melez bir yapıyız; yani doğu batı sentezine sahibiz ve bu sentez bize daha geniş bir bakış açısı, çok daha geniş bir vizyon veriyor. Bu toplumda birileri birilerinin üstüne basarak kendisine yaşam alanı açmış, refah kapısını açmış. Bazen birileri daha fazla güç kazanmış, bazen öbürleri daha çok güç kazanmış. Biz ayrıştırma üzerinden kendimize bir refah alanı yaratmaya çalışmışız hep. Bir dönem muhafazakârların üzerine basarak olmuş; şimdi başkalarının üzerine basarak başka bir şey yapmaya çalışıyoruz. Hâlbuki bu bizim gücümüzü eksiltiyor. Birbirimizin üstüne basmadan, birbirimizle el ele vererek yürümeyi bilsek o zaman herkese yetecek bir refah üretmek mümkün. Onun için ortak akıl inşa etmek diyorum. Bu durumda, Büyükşehir Belediyesi bir kongre düzenlerken, hükümetin aynı tarihlerde ayrı bir kongre düzenlemesi bu ortak aklın oluşması çabası açısından ne mesaj veriyor? Soyer: Maalesef o ortak aklı inşa etme konusunda bir zafiyet yaratıyor bu tablo. Bizim çıkış noktamız, 100 yıl önce yapılanlar. Türkiye’nin dört bir yanından çiftçiler, işçiler, sanayiciler ve tüccarlar toplanmış. Bu nasıl 100 yıl önce sivil bir inisiyatif olarak gelişmişse, bugün de böyle olmalı. İktisat sadece, maliye bakanının veya hükümetin yöneticilerinin karar vermesi değil ki. İktisat biziz, herkes. Kapsayıcı bir masada bir araya gelirseniz, geleceğe ışık tutan bir şey ortaya çıkar. Ama maalesef iki ayrı kongreden bahsediyoruz İki ayrı kongre değil, adı benzer olan iki ayrı kongre. Ama 2 tane panelle 2 gün yapacağınız bir çalışmayla 100 yıl önceki hikâyeyi gerçekleştirmenize imkân yok. O sadece bir anma olur ve onun hatırasına yapılmış bir panel olur. Biz 100 yıl önce atalarımız ne yaptıysa onların izini sürerek bir şey yapıyoruz ve geleceğe ışık tutacak bir ortak akıl inşa ediyoruz. Kızmadınız mı bizim fikrimizi çaldılar diye. Yoo; bunu bir sene önce sayın valimize arz ettim dedim ki, “İktisat Kongresi'nin 100. yılına gidiyoruz. Biz, İzmir Büyükşehir Belediyesi olarak bu kongreyi uzun soluklu bir süreç olarak tarif edip, bunun gereklerini yerine getirmeye çalışacağız. Velev ki, hükümetimiz bir başka iktisat kongresi düzenleme kararı alırsa biz varız. Bize ihtiyaç duyduğunuz her noktada sizin yanınızda oluruz, ama biz bunu yapacağız” dedik. Bunu da birebir sohbetimizde değil. Sanayi odası, ticaret odası başkanlarının olduğu bir toplantıda söyledik. Dolayısıyla biz vicdanen de ahlaken de hukuken de olmamız gereken neredeyse oradayız. “İki kongre arasında uçurum var”
Bu iki kongre birbirini gölgelemeyecek mi? Böyle algılanacak muhtemelen ama bizim yaptığımızla onların yaptığı arasında bir uçurum var. Bu süreçte sizi etkileyen ne oldu? Ortak akıl inşa etmemin bu kadar mümkün olduğunu düşünmüyordum. Ben buna teorik olarak çok inanırdım ama hayata nasıl geçirileceği konusunda kaygılarım vardı. Korkuyordum. Ama gördüm. Ben o paydaş (tüccar, çiftçi, işçi, sanayici ve esnaf) toplantılarının her birine katılıyorum. Sonuçta bugün 3 ayrı paydaş toplantısından alınan kararların 2 tanesi dışında tamamı oy birliğiyle alındı. Yani işçilerle, sanayicileri buluşturabildiniz mi ortak metinde? Soyer: 15-21 Şubat’ta göreceğiz. DİSK’le TÜSİAD başkanını yan yana oturttuk. En azından birbirlerini duyup dinlemeyi başardılar. Bugün o imkânlar çok sınırlı. İnsanlar birbirlerini dinlemiyorlar. Bugün dünyada da sorunların temelinde refah paylaşımındaki eşitsizlik görülüyor. Demokrasisiz de kalkınma mümkün. Ama demokrasiyle kalkınma, adil, ve eşit bir biçimde refahın paylaşımı anlamına gelir. Biz demokrasi ile kalkınmayı istiyoruz. Biz bu masalarda demokrasiyi inşa ediyoruz. Kimseyi geride bırakmadan hem o refahı büyütmek mümkün hem de bunun adil paylaşımını yapmak mümkün.
"Masada beşinci paydaş 'doğa'”
Altılı Masa’nın ekonomik programını mı çıkartıyorsunuz acaba? Öyle bir iddiamız yok. Öyle bir haddimiz yok. Ama şunu söylüyoruz; biz bu (kongreden çıkacak) kararların sonuna kadar takipçisi olacağız. Gelecek iktidarlar kim olursa olsun. Bunlardan yararlanmalıdır. Çünkü üzerinde çok büyük bir emek var çok büyük hassasiyet var. Örnek vereyim. Biz bunu TÜRKONGED ve TÜSİAD'a götürdük dedi ki, “katılın” Biliyorum ki çok zor. Özellikle hükümetin politikaları vs. nedeniyle. O nedenle şunu söyledim, “biz bugünkü siyasal sorunlara çare aramıyoruz. Biz bugünkü siyasal iklimde geleceğin sorunlarına çözüm üretmeye çalışıyoruz. Dolayısıyla bugünün siyasal iklimi ile ilgili bir şey istemiyoruz sizden. Bugünün siyasal sorunlarına çare üretmenizi de beklemiyoruz. Biz bugünün siyasal ikliminde geleceğin sorunlarına çözüm üretmenizi istiyoruz. Geleceğinize bir projeksiyon yapmanızı istiyoruz.” Buna inandıkları için katılıyorlar. Biz de ona büyük titizlik gösteriyoruz. Gündelik siyaseti karıştırmadan süreci yürütüyoruz. Yüzyıl öncesinden farklı olarak, günümüzün belki de en önemli meselesi iklim değişikliği. O gün masada dört paydaş vardı biz beşinci paydaşı oturtuyoruz; o da doğa. Ekonomiyle ekoloji arasındaki ilişkin sadece bir ses benzerliği değil. Ekoloji ile ekonomi birbiriyle göbekten bağlı. O nedenle beşinci paylaşımız doğa. 100 yıl öncekinden belki en büyük farkı bu. Gelecekte yerel yönetim ile merkezi yönetimin rolünü nasıl görüyorsunuz? Geleceğin dünyası, şehirler dünyası. Dünya hayatın yerelden attığı bir dünya. Kentlerin ülkelerden daha çok konuşulduğu bir dünyaya doğru gidiyoruz aslında. Ancak yerelde üretilen çözümler insanların hayatına dokunuyor ve iyileşmesine katkı verebiliyor. Merkezi otoritelerin kararlarının insanlara doğrudan teması çok daha zor. Doğrudan çözüm üretmesi çok daha zor. Hayatın yerelden değişeceğine inanıyorum. |