Erdoğan, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin kaynaklarını keserek İmamoğlu’nun İstanbul’da başarılı olmasını engelleyebilir mi?
Birçok insanın aklında bu endişe var. Haksız bir endişe değil. Ne de olsa belediyelerin gelirlerinin büyük kısmı genel bütçeden aktarılan kaynaklardan oluşuyor. Yani İstanbul’un parasının büyük kısmı Ankara’dan geliyor.
Ne kadarı? Derecelendirme kuruluşu Fitch’e göre İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin faaliyet gelirlerinin (operating revenue) yüzde 80’i.
Diğer şehirlerde oran İstanbul kadar yüksek olmasa da bütün belediyeler için genel bütçeden aktarılan paranın önemi büyük.
Bu aslında nispeten yeni bir durum. Elif Ayşe Şahin İpek’in araştırmasına göre (x) 2009 yılına kadar belediyelerin öz gelirleri, genel bütçeden aktarılanlara hemen hemen eşitti. Ama 2010 yılından itibaren Ankara’dan aktarılan kaynakların ağırlığı artmaya başladı.
Yani evet, belediyeler sahiden de Ankara’dan gelecek paraya muhtaç. Ama bu yazının başlığındaki kaygıyı dile getirenlerin unuttuğu bir nokta var: Genel bütçeden pay almak belediyelerin yasal hakkı!
Belediyeler Cumhurbaşkanı’nın ya da İçişleri Bakanı’nın keyfine göre değil, birazdan açıklayacağım, yasayla tanımlanmış bir formüle göre genel bütçeden pay alıyorlar.
Formüle geçmeden önce biraz temel bilgi: Belediye Kanununa göre belediye gelirleri şunlardan oluşuyor:
12 Kasım 2012 tarihinde yürürlüğe giren 6360 sayılı Kanun uyarınca büyükşehir belediyeleri, genel bütçe vergi gelirleri tahsilatı toplamı üzerinden belirli oranda pay alıyorlar.
Formül şöyle: Büyükşehir belediyelerine öncelikle kendi sınırları içinde merkezi idarece tahsil edilen vergi gelirlerinin yüzde 6’sı veriliyor. Bir büyükşehir belediyesi bu gelirin yüzde 60’ını doğrudan alıyor. Gelirin kalan yüzde 40’ı bir havuzda toplanıyor ve toplanan bu gelirin yüzde 70’i büyükşehir belediyelerinin nüfusuna; kalan yüzde 30’u büyükşehir belediyelerinin yüzölçümüne göre yeniden dağıtıma tabi tutuluyor.
Büyükşehir ilçe belediyelerine merkezi idare tarafından tahsil edilen vergi gelirlerinin yüzde 4.5’i tahsis ediliyor. Bu payın yüzde 90’ı bu belediyelerin nüfusuna, kalan yüzde 10’u belediyelerin yüzölçümüne göre dağıtılıyor.
İlçe belediyesine düşen gelirin sadece yüzde 60’ı kendisine, yüzde 30’u bağlı olduğu büyükşehir belediyesine, yüzde 10’u ise su idaresine veriliyor.
Büyükşehir olmayan belediyelere ise merkezi idare tarafından toplanan vergi gelirlerinin yüzde 1.5’i tahsis ediliyor. Bu pay, yüzde 80’i beldenin nüfusuna, yüzde 20’si sosyal ve ekonomik gelişmişlik endeksine göre dağıtılıyor.
Yani Cumhurbaşkanı’nın ya da Maliye’nin keyfine göre değiştiremeyeceği sabit bir formül var ortada.
Üstelik belediyelere aktarılan kaynak herhangi bir koşula bağlanmış da değil. Yani belediyelere genel bütçeden hak ettikleri para, belirli hizmetlere harcanması koşuluyla verilmiyor. Belediyeler bu kaynağı nereye harcayacaklarına kendileri karar veriyorlar. Bu durum, belediyelerin mali özerkliğini sağlıyor.
Özetleyecek olursak, Erdoğan veya herhangi bir bakanın İmamoğlu’nun kaynaklarını kafasına göre kesmesi mümkün değil. Bunun için AKP’nin MHP ile el ele verip Meclis’te Belediye Kanunu’nu değiştirmesi şart.
İktidar bunu yapmaz, demiyorum. Elbette yapabilirler, Meclis çoğunlukları buna elveriyor. Ama unutmayalım ki, MHP 31 Mart’ta birçok büyükşehir belediyesi kazandı. AKP’nin Belediye Yasası’nda kendisine göre değişiklik yapmasına izin vermeyecektir. Bir pazarlık kaçınılmaz. Böyle bir pazarlığın iki taraf için de siyasi maliyeti büyük olur.
Fakat evet, eğer büyükşehir belediyelerinin genel bütçeden aldıkları pay azaltılırsa, İstanbul bundan ciddi şekilde etkilenir. Çünkü her şeyden önce İstanbul, genel bütçeden diğer büyükşehir belediyelerinden çok daha fazla pay alıyor.
Bunun sebebi açık: İstanbul daha çok kazanıyor, daha çok harcıyor ve bunun sonucunda genel bütçeye daha fazla vergi ödüyor. İstanbul’un kişi başına geliri, Türkiye ortalamasının yüzde 235 üzerinde.
İstanbul geçtiğimiz dönemde buna, yani genel bütçeden gelen paya dayanarak başta yeni metro hatları olmak üzere büyük yatırımlar yaptı.
Bunun sonucunda bugün İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin toplam harcamalarının yüzde 58.5’i “capex” olarak bilinen sermaye giderlerinden oluşuyor. Buna karşılık belediye bütçesinden mal ve hizmet alımlarına yüzde 27.5, personel giderlerine sadece yüzde 6 pay ayrılıyor.
Fitch’e göre 2015-2018 arasında sermaye (capex) harcamaları enflasyonun çok üzerinde, yüzde 55 arttı. Bunun nedeni seçim yatırımlarıydı. Yatırım furyası İstanbul’un daha fazla borçlanmasına, daha fazla bütçe açığı vermesine yol açtı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin 2018 yılı bütçe açığı 3 milyar 723 milyon 77 bin 536 TL’ydi. Borcu ise Eylül 2018 itibarıyla 3 milyar 276 milyon dolara ulaşmıştı.
Borcun yüzde 84’ü döviz cinsinden. Üstelik büyük kısmı hedge edilmemiş, yani dövizde yaşanabilecek oynaklıklara karşı korunmamış durumda.
Ama neyse ki, vade yapısı fena değil. Bir yıl içinde vadesi dolan borçların oranı yüzde 10’la sınırlı.
İmamoğlu, büyük bir borç yükünü sırtladı. Fakat endişeye mahal yok, eğer yasada radikal bir değişiklik yapılmaz, İstanbul genel bütçeden alması gereken payı almaya devam ederse İmamoğlu borcun altından rahatça kalkabilir. En azından derecelendirme kuruluşu Fitch (23 Haziran seçiminden önce, Mayıs ayında yayınladığı raporda) bu fikirde.
(x) Elif Ayşe Şahin İpek; Türkiye’de Belediye Gelirlerinin Değerlendirilmesi. Afyon Kocatepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Aralık 2018.