Diyarbakır veya Kürtlere dair izlenimlerini yazan birçok yorumcu Kürtlerin biraz tedirgin biraz temkinli bir ruh hâli içinde süreci izlediklerini yazıyorlar.
Kürtlerin böyle bir ruh hâli içinde olmalarından daha doğal bir şey yok. Mesele doğrudan onların hayatlarının meselesi. Onlar adına siyaset yapanların bile zaman zaman sade bir insan olarak Kürd’ü unuttuklarında dahi işin ezasını, cefasını onlar çekti.
Kürt meselesi özü itibariyle siyasi bir sorun. Ama öylesi günler yaşandı ki siyasetin şehveti, kan dökmenin, can almanın ürettiği soyut, ulvi kavramlar her şeyin önüne geçti. Somut, gündelik hayatın iş ve aş dertleri, çocuğuna kendi dilinden ad verememenin, bağıra çağıra türkü söylememenin ürettiği kaybolmuşluk duygusunun, umutların, hayallerin unutulduğu çok günler oldu.
Şimdi Kürtler bekliyor, “siyasi aktörler barış inşa etme hüner ve becerisi gösterecek mi?”
Kürtlere göre müzakere ettikleri devlettir, Türkler veya bir hükümet, bir parti değil. Onların hak, özgürlük, eşitlik talebi devletten. Ve devlete de güvenmiyorlar. Toplumsal belleklerinde yığınla acı deneyim var.
Öte yandan AK Parti de düşünüyor ki “bölgeye en çok ekonomik yatırımı ben yaptım, bölgeye kamu hizmetlerinin en yoğun biçimde gidişini ben gerçekleştirdim, şimdi, de büyük bir siyasi risk alıp bu sorunu çözme iradesini ben gösterdim ama Kürtler hem hâlâ memnuniyetsiz hem de endişeli, tedirgin”.
AK Parti’nin özellikle de Başbakan’ın tabanıyla kurduğu güven ilişkisini ve bu güven üzerinden tabanının algılarını dönüştürebilme gücünü biliyoruz.
Amerika’da “sinirbilim araştırmalarında” laboratuar ortamında elde edilmiş bir araştırmanın sonucu şöyle: Karşınızdaki muhataba iletmek istediğiniz mesajın başarılı olması mesajı verenin kim olduğuna, mesajın nasıl verildiğine ve mesajın içeriğine bağlı. Bulgu şu, mesajınızın karşı tarafça başarılı bir biçimde alınmasını üreten sürecin, yüzde 55’i mesajı verenin kimliğine, kişiliğine olan güvene, yüzde 37’si mesajın nasıl verildiğine bağlı. Mesajın kendisi yalnızca yüzde 8 oranında etkili.
Başbakan’ın başarısı ve de başarısızlığı bu yüzde 55’lik mesajı veren olarak Başbakan’ın anlamlandırılmasında, konumlandırılmasında, algılanmasında, ona olan güvende gizli. Kürtlerin önemli bir kesiminin gözünde Başbakan’ın kim olduğu değil devletin politikaları önemli. Başbakan her ne kadar bazı konularda devlet ile hükümetini ve partisini ayırıyor olsa da Kürtlerin bir kesiminin gözünde bu ayrım geçerli değil. O nedenle de götürülen hizmetler, değişen politikalar olsa bile temel olarak Kürtlerin hak, özgürlük ve eşitlik talebi var olduğu, bu sorunu var eden devletin kurum ve kuralları değişmediği sürece de bu algı değişmeyecek.
O nedenle de Kürtlerin bir kesiminin devletin bu kez ne yapıp, yapmayacağını, ne kadar ve nereye kadar gerçekten devletin zihniyetinde, kurum ve kurallarında değişiklik olacağını görmeden, yaşamadan var olan algılarında bir değişiklik olmayacak.
Mesajın algılanmasındaki yüzde 37’lik etkisi olan “mesajın nasıl verildiği” meselesi de ayrı bir bahis. Başbakan Habur sonrası travmanın abartılmış etkisine çok fazla inandığı için veya başka gerekçelerle de olsa tutturduğu dilin bazı sorunları olduğunu anlamalıdır.
“KONDA- Kürt Meselesinde Algı ve Beklentiler” araştırmasının bulgularından birisi şuydu: İlk açılım sürecinden sonra bile Kürtlerin algılarına bakıldığında, yüzde 46,2 oranındaki Kürt “gelişmeler var ama hâlâ kendimizi farklı hissettiriyorlar”, yüzde 36,8 oranındaki Kürt de “hâlâ devlet açısından biz farklı insanlarız” diyordu.
Görülüyor ki Kürtler devletin ürettiği ayrımcı politikalar üzerinden bir devlet algısına sahiptirler. Bu nedenle de Başbakan ve partisi Kürtlerdeki bu algı ve duygu hâlini anlamaya çalışmalı ve dikkate almalıdır.
Bu durum aslında AK Parti karşıtı cephede, endişeli modernlerde de geçerli. Kendi tabanı Başbakan’a ne kadar güveniyorsa karşı cephe de o kadar güvenmiyor. O cepheye karşı Başbakan’ın dilini de biliyoruz.
Türkiye çok önemli ve geri dönülemez bir virajın içinde. Bu sürecin sonunda başarmışsak başka bir hayat ve Türkiye konuşuyor olacağımız açık. Bu sürecin başarısı toplumun ve siyasi aktörlerin ne kadar çoğunu sürece dâhil edebildiğimize de bağlı. Genel olarak kamuoyunda gözlenen, bilinçli olarak statükodan yana olanlar hariç, her kesimin sürecin öneminin farkında, dikkatli ve özenli olduğudur.
O nedenle statüko yanlısı kesimler hariç eleştirel bakanlara, muhalif olanlara karşı kullanılacak dil önemlidir. Başbakan’ın da Kürt siyasetçilerin de bu süreçte muhalefetin bayrak aktörlerini muhatap alan bir dil yerine, doğrudan toplumun eleştirel bakan kesimlerini muhatap alan ve sürece çeken bir dil kurmaları sürecin başarısı açısından daha yararlı olacaktır.