Kadri Gürsel’in 9 Temmuz tarihli Milliyet’teki yazısını okuyunca sevineyim mi hayıflanayım mı bilemedim. Hakkında kitap yazılası bir konuyu köşe yazısı sınırları içinde özlü biçimde ele almayı başaran bu kıymetli metin, okumakta olduğunuz yazının başlığındaki öneriyi adeta önden teorize ettiği için işimi kolaylaştırdı. Ancak bir açıdan da Kadri ağabey bendenizden önce davranmış oldu, ki bu da bendenizde kıskançlık yaratmadı dersem yalan olur.
Gürsel yazısında özetle şu görüşü savunuyor:
Cumhuriyet artık eski cumhuriyet olmadığına göre kentli orta sınıf mensubu laiklerinüniter cumhuriyeti koruma güdüsüyle hareket etmesi, Kürt halkının çetin bir mücadeleyle ortaya koyduğu taleplerine ulusalcı bir refleksle yanıt vermesi anlamsızdır. Artık eski haliyle “o” cumhuriyeti geri almak mümkün değildir. Kemalist uluslaşma projesinin çok benzerini tersinden gerçekleştirmeye soyunan neo-İslamcılık karşısında laik orta sınıflar, Aleviler ve muhafazakâr olmayan Kürtler doğal müttefiktir. Dahası, bu muhafazakâr Sünni nation-building projesine karşı adem-i merkeziyeti savunmakta laik Türklerle laik Kürtlerin çıkarları ortaktır.
CHP ve BDP’nin önümüzdeki 3 yıllık süreçte tedrici olarak yakınlaşıp güç birliği yapmalarında her iki taraf açısından da fayda bulunuyor. Seçim ittifakı formundaki böylesi bir güç birliğinin çimentosu olarak, 2010 referandumunda ‘hayır’ kampanyası yürüten sosyalist soldaki 4 büyük örgütün, yani ÖDP, TKP, EMEP ve Halkevleri’nin söz konusu projede yer alması da önem arz eder. Önemli bir kısmı hâlihazırda BDP ile stratejik işbirliği içinde olan sosyalist soldaki diğer örgütlerin çoğunun da ittifaka dâhil olacakları öngörülebilir.
Şu ana kadar yazılanlara iki eleştiri getirilebilir. Bir; yerel seçim ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerine iki, genel seçime üç yıl var, şu aşamada doğmamış çocuğa don biçilmez. İki; yukarıdaki kompozisyon çıfıt çarşısı gibidir, gerçekçi değildir.
İkincisinden başlayalım. Sosyalist solun olası bir seçim ittifakına katılımı, sosyal demokrat bir partiyle sol nitelikli bir ulusal hareketin partisi arasında bir tür köprü ya da kaynaştırıcı işlevi görecek olsa da en nihayetinde tâlidir (ikincildir). Zira sosyalist solun sandıktaki gücü ile entelektüel gücü arasında, ilkinin aleyhine bir eşitsizlik var. Toplasanız anca yüzde 1’i bulan bir oy yekûnu denklemde yer almazsa bu önemli bir kayıp olmaz. Öyleyse yazının devamında, başlıktaki gibi, CHP ve BDP üzerinden tartışmaya devam edelim.
Peki bu iki partinin olası ittifakı üzerine düşünmek için henüz erken mi?
Her şeyden önce, önümüzdeki 3 yıl içinde gerçekleşecek 3 seçimde kısmen veya tamamen işbirliği yapılacaksa bunun yolunu şimdiden yapmaya başlamakta fayda bulunuyor. CHP ve Kürt hareketi arasında 10 yılı aşkın bir süredir hiçbir organik ilişki kurulmadı, o zamandan bu yana bu iki siyasi çizgi tepede ve tabanda epey farklı yönlere saptı, ayrıştı, birbirinden farklılaştı.
Doğrulanmamış bir iddiaya göre 1999 seçiminden önce 20 HADEP’linin CHP listelerinden meclise seçilmesi söz konusu oldu ama bu gerçekleşmedi. O seçimdepartisini baraj altında bırakan Deniz Baykal istifa edip yerini Altan Öymen’e bırakınca iki parti arasında bölgede işbirliği temasları yürütüldü. JİTEM kaynaklı istihbarat sonucu Genelkurmay bu görüşmeleri andıçladı, Başbakan Ecevit CHP yönetimini çok sert eleştirdi, zaten 30 Eylül 2000’deki kongrede Baykal koltuğuna geri dönünce bu iş hepten yattı.
İki parti arasında 12 yıldır hiçbirorganik ilişki kurulmadı. Dahası, AKP’nin tek başına iktidara gelmesi CHP’yi statükocu ve ulusalcı bir çizgiye itti. Her ne kadar o zamanki statükonun yerinde şimdi nesnel açıdan yeller esse de, bu çizginin CHP kadroları ve seçmeni üzerindeki etkisi halen gözlemlenebilmektedir. Baykal sonrası CHP’de bu çizginin terk edilmesine yönelik çabalar var ama parti halen pusulasını sabitleyebilmiş değil.
Uzun lafın kısası her iki partinin tabanını da olası bir ittifaka hazırlamak için şimdiden çalışmalar başlamalıdır. Kaldı ki yerel seçimin 2013 sonbaharına çekilmesi veya 2014’te iki (hatta üç) seçimin aynı anda yapılması gibi senaryolar ortalıkta dolaşıyor. Vakit bol değil.
Asıl soruya gelelim; neden ittifak?
AKP’yi zayıflatmanın yolu yerel seçimde İstanbul ve Ankara’yı almaktan geçiyor. İstanbul’a bakınca görünen şu; CHP büyükşehir belediye başkanlığı seçimlerinde genel seçime göre daha fazla oy alıyor. İstanbul’da yerel seçim iki parti arasında geçiyor. BDP’nin İstanbul’da yüzde 5’lik bir oy potansiyeli var. 2009’da Kılıçdaroğlu ile Topbaş arasındaki oy farkı yüzde 7’ydi. DTP (BDP’nin bir önceki ismi) adayı Akın Birdal ise yüzde 4.6 almıştı.
Milletvekili seçimlerinin aksine yerel seçimlerde BDP’nin İstanbul’da herhangi bir iddiasıyok, ancak bu partinin CHP adayını desteklemesi durumunda söz konusu adayın seçilme şansı ciddi oranda artacaktır. CHP de buna karşılık AKP ile BDP arasında kıyasıya bir yarışa sahne olması beklenen birkaç Doğu ilinde aday göstermeyebilir.
Olası ittifakın asıl anlam kazanacağı zeminse genel seçim. Yüzde 10 barajı yüzünden BDP son iki seçime parti olarak katılamadı, bağımsız adaylar gösterdi.
Bunun iki handikabı bulunuyor.
Mevcut oy potansiyeliyle bu parti kendi adıyla (veya başka bir partinin listesinde) seçime katılsa aslında daha fazla vekil çıkarabilecek durumda.
Bir başka deyişle mevcut seçmen desteğiyle BDP’nin, barajın olmadığı bir sistemde kendi adıyla veya bugünkü sistemde CHP listelerinde seçime girmesi, 1’i YSK tarafından gasp edilen 36 sandalyeden daha fazlasını kazanmasını sağlayacaktır.
İkinci handikap ise, seçime bağımsız adaylarla katılınca söz gelimi Diyarbakır’daki parti örgütü enerjisinin en büyük kısmını, kenti 6 ayrı bölgeye ayırıp buralardaki seçmenlerin 6 farklı adaya oy vermelerini, üstelik bu oyların da birbirine yakın sayılarda olmasını sağlamaya ayırıyor. Bu gerçekten çok zahmetli bir iş. Okuma yazma oranı Türkiye ortalamasından düşük bir toplumda, oy pusulasında ismi bit kadar yazılı bağımsız adaylara yönelik böyle bir seçmen koordinasyonu sağlamak çok enerji alıyor.
Bir sonraki seçime kadar barajın düşmesi çok küçük bir ihtimal. BDP’lilerin CHP listelerinden aday olması her iki partinin de lehine olacaktır. 2011’de Van ilindeki oy dağılımı üzerinden yapılan hesaplamada şu görülüyor:
Van’daki 8 sandalyenin 4’ünü AKP, 4’ünü BDP’li bağımsızlar aldı. Eğer yüzde 10 barajı olmasaydı ve BDP seçime parti olarak girseydi, mevcut oy dağılımıyla, Van’dan gene 4 vekil çıkaracaktı. (Pek çok başka ilde ise şimdikinden daha fazlasını kazanacaktı ama şu anda başka bir konudan bahsediyorum). Öte yandan CHP’nin Van’daki 16 bin oyunu (yüzde 4’e yakın) BDP oylarıyla toplayınca, yani iki partinin adaylarının beraberce CHP listesinde yer aldığını varsayınca, kazanılacak milletvekili sayısı 5’e çıkıyor.
Yani BDP’liler CHP listesinde yer alsalardı gene 4 vekillik kazanacaklardı, üzerine bir tane de CHP kazanacaktı. AKP de bir sandalyelik kayba uğrayacaktı.
BDP’nin İstanbul’un 3 bölgesindeki 3 adayı çok rahat biçimde seçildiler, on binlerce fazla oy aldılar. Bağımsız adaya verilen ihtiyaç fazlası oy çöpe gitmektedir. Ancak bu 3 aday CHP listelerinde yer alsaydı, söz konusu on binlerce “artık oy” CHP’ye belki fazladan birkaç sandalye kazandıracaktı.
Tüm bunlar, BDP ile ittifak yapıyor olmaktan ötürü yüzde 1 ila 3 oranında oyunu MHP’ye kaptıracağını varsayabileceğimiz CHP’nin olası kayıplarını kompanse edecektir.
İşin bir de yurtdışındaki seçmenler boyutu var ki, bu, iki parti arasındaki bir ittifakı daha da zorunlu kılıyor.
2008 yılında Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun’da bir değişiklik yapıldı ve yurtdışındaki seçmenlerin oy vermesi düzenlendi. Altyapı yetersizliğinden dolayı 2011’de gerçekleşmeyen yurtdışından oy kullanımı, gelecek seçimde devreye girecek.
Yazı yeterince uzadığı için ayrıntısını anlatamayacağım bir usulle, yurtdışındaki yüz binlerce (belki birkaç milyon) Türkiyeli seçmenin oyu 81 ile boca edilecek ve bunun birkaç bağımsız adayın seçilmesine mâl olma ihtimali var. Daha da fenası, kanuna göre yurtdışındaki seçmenler bağımsız adaylara değil, yalnızca partilere oy verebiliyor.
Avrupa’da yüz binlerce Türkiyeli Kürt yaşıyor ve bu insanların çoğu BDP tandanslıdır. Ancak onların oy kullanacağı pusulada BDP olmayacak. BDP seçime parti olarak tek başına girerse de yüzde 10 barajının altında kalması yüzde yüze yakın bir olasılık. Normalde oy potansiyelinden ötürü yurtdışından oy kullanımının BDP için bir avantaj olması gerekirken, o oyların 81 ile boca edilmesi ve bağımsızlara oy verilememesi yüzünden bu avantaj bir “çifte dezavantaj”a dönüşmektedir.
Özetin özeti; BDP adaylarının CHP listelerinde yer alması her iki partinin de lehinedir.