Başlığın eşiği yüksek. Zira sayıca yaygın bu kamusal mekanların kapıları; ağırlıklı olarak Müslüman/Sünni inancına sahip erkeklere açık. Yani bu mekanların, kadınların; anne olmuş kadınların, hayatlarını kolaylaştıracak sosyal etkinliklere imza atmasını beklemek, Türkiye reel politiğinde “devrime yakın reform” gibi birşey.
Avustralya’nın Adelaide şehri Türkiye’nin Urfa’sı gibi, dini motiflerin güçlü olduğu bir şehir.Neredeyse her semtte bir kilise. Kiliseler, Hıristiyanlığın farklı yorumlarının bir tezahürü . Ama kadınların; göçmen, farklı uluslardan anne olmuş kadınların yalnızlıklarını, çocuk sonrası eve kapatılmışlık hallerini hafifletmeyi amaçlayan, “birlikte öğreniyoruz”u çağrıştıran organizasyonlara da ev sahipliği yapıyor.
Haftada bir, 0-4 yaş arasındaki çocuklar, “kilise kreşlerde” bir araya geliyor, şarkı söylüyor, el işi yapıyor, ortak sofrada kahvaltı ederek paylaşmayı öğreniyor. Bu arada anneler, saatlik de olsa rahat bir nefes alabiliyor. Zira çocuklarla “kilise gönüllüleri” ilgilenirken onlar kadınlık, annelik hallerini birbirleriyle paylaşıyor.
Margaret Kessner, o gönüllülerden biri. Emeklilik sonrası, belki dini motivasyonun da etkisiyle, böylesi bir etkinliğe gönül vermiş. “Misyoner” vari yaftalardan uzak, sade ve önyargısız bir zihinle dinliyorum Kessner’i. 66 yaşındaki Kessner, etkinlik çerçevesinde kreşe dönüştürülen kilisede ebeveynlerin çocukların sorunlarını birbirleriyle paylaştıklarını, özellikle göçmen ülkesi bu coğrafyaya göçmen olarak gelen kadınların, “kabul” edildiklerini hissettiklerini, sadece annelerin değil babaların da tercih ettiğini ( ben de gördüm ama 30 kadından sadece 2’si erkekti, ve öğrendim ki pek nadir geliyorlarmış. Yani çocuk bakımı hala kadınların sorunu, çocuk etkinlikleri düzenlemek de hala kadınların sorumluluğunda!), farklı inanışlardan kadınların da “oyun grubu” etkinliğine katıldığını söylüyor.
Belediye ya da hükümetten ödenek almadan kendi imkanlarıyla verilen bu hizmetin bedeli 3 Avustralya doları; yaklaşık 4.5 lira.
Peki kadınlar hangi gerekçelerle “kilise kreşleri” tercih ediyor. Helga Ferrari 2 çocuklu genç bir anne. İyi bir kariyerine “çocuk” gerekçesiyle ara vermiş. Tempolu ve dışarda bir hayattan, ağır ve içerde bir hayata geçişte tanışmış bu etkinlikle. “Çocuğuma kahvaltı yaptırmak zordu, burada öğrendi. Birbirimizin dilinden, halinden anlamak, benzer problemleri yaşadığımızı fark etmek bana da iyi geldi” diyor Helga Ferrari. Dert ortak olunca, duygudaşlık da daha rahat oluyor. Zaten Helga da bunu doğruluyor. Normalde zor arkadaş edindiğini ama burada bunun daha kolay olduğunu anlatıyor. Farklı uluslardan kadınlarla “annelik” üzerinden kurulan köprünün kolaylaştırıcılığından söz ediyor.
Türkiye’den Mukadder Ambrogi de benzer bir ihtiyaçtan bahsediyor. O da yoğun iş temposu sonrası anne olmaya karar veren kadınlardan. Göçmen olmanın yalnızlığına bir de çocuklu bir kadın olmanın yalnızlığı ekleniyor. Çocuk büyütürken, sosyal devlet işleyişinin özellikle kadına kattığı güce vurgu yapan Ambrogi, yaşadığı yalnızlığı, “keşke Türkiye’de olsaydım” duygusunu başka kadınlarla biraraya gelerek atlatıyor.
Kızının oyun gruplarında paylaşmayı, sosyalleşmeyi öğrendiğini, öğretirken birlikte öğrenildiğini söylüyor.
Doğumun ardından zorlu 10 aydan sonra, devlet hizmeti “Family Help Line”ı aradıktan sonra haberdar oluyor “kilise kreşlerin” varlığından, ve ilk tecrübe olarak, 2 saatliğine de olsa, kendisini dinlendirdiklerini, kızına kitap okuduklarını anlatıyor.
Kilisedeki oyun grubunu 2.5 yıldır takip ettiğini belirten Mukadder Ambroni, anne olan kadınların kendisine vakit ayırmayı unuttuklarını, buna imkan sağlayan benzer hizmetlerin kadınları daha güçlü kıldığına inanıyor.
Düşünsenize Türkiye’deki camilerin, cemevlerinin ya da diğer dini mekanların, başörtülü, başörtüsüz, Sünni/Alevi/Hıristiyan/Yahudi/Ateist vs bütün kadınlara böylesi bir hizmet verdiğini, kadınları evden dışarıya çıkardığını, kamusal bir mekanın içeriksel devrim yaptığını.
Bunlar mümkün! Ama o gönüllülerin, sadece kadın olması, ve çocuk bakımının sadece kadınların üzerine yıkılması yüzyılların sorunu olarak orta yerde duruyor; mekan, din değişse de....