2015'in 21 Mart'ında Diyarbakır Newroz'una ve Öcalan'ın mesajına ilişkin gözlemler, izlenimler, notlar, tespitler...
Van'dan, Şırnak'a, Kobanê'den Kandil'e; bütün yollar Diyarbakır'a akmıştı.
2015'in 21 Mart'ında Diyarbakır'ın bütün yolları da Newroz Alanı'na gidiyordu.
Otobüslere, minibüslere, özel araçlarına, motosikletlerine, hatta atlarına bile binip kutlamaların yapılacağı alanın yolunu tutmuştu insanlar.
Ana arterlerden sonrası iyice tıkanmıştı. Herkes bulduğu yere bırakıp aracını, "ha yağdım, ha yağacağım" diyen yağmur yüklü bulutların altında yürüyüşe geçiyordu alana doğru.
Yolda da boşu boşuna yürümüyorlardı; marş söylüyorlar, halaya duruyorlar, zılgıt çekiyorlar, bayrak sallıyorlardı...
Bu yıl sallanan yeşil, sarı, kırmızı renkli HPG bayraklarına bir de aynı renkleri taşıyan üçgen YPG bayrakları eklenmişti.
Newroz olduğunu bilmeyen; Mahmur'da direnen, Şengal'de kurtarıcı olan HPG ile Kobanê'de zafer kazanan YPG'nin "özel bir kutlaması' var sanabilirdi.
Bismilli eski arkadaşım Mümtaz, bu gözlemi daha ileriye götürüyordu:
"Şengal'den, Kobanê'den sonra en isabetli tespit bu bayrama 'Gerillanın Newroz'u demektir.'
Daha birkaç yıl öncesine kadar "dağ başı" değilse de, Diyarbakır Ovası'nın ıssız bir noktasında sayılabilecek Newroz Alanı'nın çevresi pıtrak gibi çoğalan apartmanlarla dolmuştu.
Daha yolları bile yapılmamış apartmanların arasındaki çamurlu yollarda kaya kaya insanlar Newroz Alanı'na ulaşmaya çalışıyordu.
Yanımdan eşiyle birlikte geçen bir Diyarbakırlı, tek tük atıştırmaya başlayan yağmura "Ah" ediyordu:
"Altı çocuğu, anayı babayı evde bırakıp geldik. Bu yağmur olmasaydı, en az on kişi gelecektik. Aileyi temsilen iki kişi gelebildik."
Doğru, yağmur bulutları öyle kapkara çökmüşlerdi ki Diyarbakır'ın üstüne, sanki "Fena yağacağım ha!" diye tehdit ediyordu.
Aslında Newroz alanlarda kutlanmaya başladığından bu yana en fazla bir iki kere yağmurlu geçmiştir 21 Martlar bu güne dek. Yani bu yılki Newroz nadir yağışlı günlerden birine denk gelmişti.
Ama Kürtler, bu yağmur bulutlardan bir "güneş" çıkartmasını da bileceklerdi.
Çünkü, günlerdir Diyarbakır'ın üzerine çöken bu kara bulutlarının, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "İzleme Heyetini doğru bulmuyorum" sözlerinden sonra daha da ağırlaşacağını, "Müzakere sürecine" ilişkin olarak büyük bir karamsarlığa yol açacağını sanıyordum.
Daha bir gün öncesinden, Diyarbakır Barosu'nun Cemil Paşa Konağı'nda verdiği büyük Newroz kokteylinde de bu karamsarlığı gözleyeceğimi düşünüyordum.
Ancak, Newroz'dan bir akşam önceki kokteylde de fark ettim ki kimse Erdoğan'ın bu sözlerini ciddiye almamıştı.
Aynı hava Newroz Alanı'nda da vardı.
Hatta alanda, bölgenin deneyimli siyasetçilerinden biri Erdoğan'ın "Müzakere süreci"ni kesintiye bile uğratabilecek sözlerini hiç de umursamadıklarını gösteren bir tespit yaptı:
"Kulak asma, Başkan olamayacağını anladı, Başkomutan olmak istiyor!"
Anlaşılan o ki Kürtler barış ellerini Ankara'ya uzatmışlar "İster kabul et, ister etme! Ben yolumda yürürüm" diyorlardı.
Yani süreç bir zamanlar çok önemsenen Erdoğan'ı bile "etkisiz eleman" durumuna getirmişti.
Newroz Alanı doldukça doluyordu.
İnsanlar apartmanlar arasından yürüyüş kolları haline dönüşmüş, nehir gibi akıyordu alana.
Herkesin merakı da alanın ne kadar dolacağı yolundaydı.
Ama Öcalan'ın mesajının okunacağı saate gelmeden çok öncesinde alanın gözle görülebilen her noktası tıklım tıklım olmuştu.
Diyarbakır Belediye Eş Başkanı Fırat Anlı, bir milyonu aştığı, iki milyona yaklaştığı tahmin edilen kalabalığa bakıp "Artık bu meydan da yetmiyor. Seneye daha büyük bir meydan yapmamız gerekecek" diyordu.
O kadar yoğun bir kalabalık vardı ki, gazetecilerin ve televizyoncuların çalışması zaman zaman olanaksız hale geliyordu. Ancak bütün olumsuzlukların tartışmasız, kavgasız, gürültüsüz çözülmesi de, "barış süreci"nin Newroz Alanı'ndan başladığının bir işaretiydi.
Öcalan'ın mesajı okunmasına yaklaşık yarım saat kala amansız bir yağmur başladı.
Gökten yere doğru iri su damlaları yağıyor, ama insanlar yine de oluk oluk alana akıyordu.
Saat tam 12.45'te Pervin Buldan, Öcalan'ın mesajını Kürtçe okumaya başlamıştı ki, yavaş yavaş güneş çıkmaya başladı.
Bir yandan yağmur yağıyor, bir yandan güneş vuruyordu insanların üzerine.
Yanımdan biri sevinçle bağırdı:
"Başkanın mesajını duyunca güneş bile doğdu."
Bu arada bir başkası şakayla karışık "Ey Ateist Kürtler" diye çağrı yapıyordu, "Artık Allah'a inanırsınız, gidin ve tövbe edin..."
Sıra Öcalan'ın mesajının Türkçe okunmasına geldiğinde artık ortalık günlük güneşlik olmuştu. Sırrı Süreyya Önder de bu fırsatı kaçırmadı:
"Başkan Öcalan'ın sesi gelince bu boran ve fırtına dindi, güneş doğdu. Bir gün kendisi gelecek, Mezopotamya'da bütün dünyanın demokrasisi ve özgürlüğünü bereketlendirecek."
Neden olduğunu anlayamadım ama, Öcalan'ın Türkçe mesajı Kürtçesinden daha büyük bir coşkuyla karşılandı alanda.
Sloganlar, zılgıtlar, marşlar birbirini kovaladı.
Öcalan mesajında Kandil'e "Hemen kongreyi toplayın, silahları bırakma kararı alın" dememişti.
Kongre sürecinin önüne Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "doğru bulmadığı" İzleme Heyeti'ni koymamakla kalmamış ayrıca bu heyetle birlikte parlamenterlerden oluşacak bir Hakikat ve Yüzleşme Komisyonu'nu da koymuştu.
Aslında mesajın kodları, T24'te bir gün önce yayınlanan "Dünyanın gözü Newroz mesajında" başlıklı yazımda yer alan tespitle neredeyse bire bir örtüşüyordu.
Öcalan'ın mesajından çıkan tespitler de aynen o doğrultudaydı:
"Hükümetin önüne yeni 'ev ödevleri' koyacak. Yani mesaj okunduğu anda herkes dönüp Kandil'e değil, Ankara'ya bakacak.
" Kandil'e "Haydi yarın kongreyi toplayın ve silahları bırakın" demeyecek. "Önce 'asgari müştereklerin sağlandığı bazı ilkelerin hayata geçmesi'ni talep edecek."
"Kandil'in görüşlerine daha yakın, hükümetin görüşlerine daha az yakın bir mesaj olacak."
"Çatışmasızlık sürecini daha da tahkim edici bir metin olacak."
Aynen de öyle oldu.
Ama az da olsa küçük bir sürpriz bekleyen Kürt Siyasal Hareketi'nin bazı kademelerinde görev yapanların yüzünde de bu mesajdan sonra büyük bir rahatlama olduğunu görmek için öyle çok dikkatli bakmaya da gerek yoktu.
Yakın zamana kadar, özellikle iktidar çevreleri ve yandaş medyanın kalemleri Kürt Özgürlük Hareketinde bir bölünme umuyordu.
Daha doğrusu temenni ediyordu.
"Kandil bölündü, güvercinler ve şahinler savaşıyor."
"Kandil'le İmralı arasında ayrılık var. İmralı silahların bırakılmasını, Kandil savaşı istiyor."
"HDP, Öcalan'ı dinlemiyor, aralarında ayrılık var."
"HDP heyetine Kandil çok kızdı."
Ancak bunların hiçbirini destekleyecek somut bir bulguya rastlanmadı.
Ancak Erdoğan'ın "İzleme Heyetini doğru bulmuyorum" sözleri ve arkasında gelen Arınç'ın, Davutoğlu'nun açıklamalarıyla, Kandil'de beklenen yarılmanın ya da Kürt Özgürlük Hareketi'nde umulan çatlağın aslında Ankara'da yaşandığı ortaya çıktı.
AKP iktidarı daha kendi içinde İzleme Heyeti çatlağını yaşarken, Öcalan Newroz mesajıyla Ankara'nın önüne parlamenterlerin de katılımıyla bir Hakikat ve Yüzleşme Komisyonu koyuyordu.
Görünen o ki "müzakere sürece" AKP'de Aksaray'la Hükümet arasında yaşanan çatışmayı daha da derinleştirecek.
Ancak, Ankara'daki çatlağa inat, Öcalan'ın mesajında Kürtlerle Türklerin arasındaki bağların daha da güçlenmesini sağlayacak bir nokta dikkat çekiciydi.
O da Öcalan'ın sözünü ettiği "Eşme Ruhu"ydu.
Süleyman Şah Türbesi'nin taşınmasında Türk Silahlı Kuvvetleri'yle YPG'nin yaptığı işbirliğine dikkat çekiyordu Öcalan üstü örtülü olarak:
"Bu temelde gelişen ‘Eşme ruhunu’ halklarımız arasında yeni tarihin sembolü olarak selamlıyorum.”
Şimdi Öcalan'ın bu cümlesini, 2013 Newroz'undaki mesajında yer alan "Çanakkale" vurgusuyla birleştirmek gerekiyor:
“Çanakkale’de omuz omuza şehit düşen Türkler ve Kürtler; Kurtuluş Savaşı’nı birlikte yapmışlar, 1920 meclisini birlikte açmışlardır.”
Evet, 2013'te Türklerle Kürtler arasında en sıkı belirtilecek "ruh", "Çanakkale ruhu"ydu.
Görünen o ki artık bir de "Eşme ruhu" var.
Newroz Alanı'ndan ayrılırken, sahnede Suavi 78'liler için bestelediği "Şarkımızı Tamamlamak İçin"i söylüyordu.
Yağmura, çamura aldırmadan mutlu insanlarla birlikte yavaş yavaş çıkıyorduk alandan.
Erdoğan'ın "Ne Kürt sorunu ya! Neyiniz eksik" sözüne Cemil Bayık'ın verdiği yanıt dönüp duruyordu kafamda:
"Kürt sorununun çözümünü önüne koymayan hiçbir politikacının geleceği yoktur."
Aslında farkındaydım. Çıktığım bu alanda yalnız Diyarbakır'ın, Türkiye'nin değil, Kobanê'nin, Şengal'in, Kandil'in, Afrin'in, Ceziri'nin, sonuç olarak koskocaman bir Ortadoğu'nun ruhu vardı.
Diyarbakır'ın Newroz Alanı, zalime karşı mazlumun, bakıya karşı özgürlüğün, savaşa karşı barışın ete kemiğe bürünmüş bir haliydi.
Gördüm ki, 2015'in Newroz'unda herkes "bayramı kutlu", ateşi direngen bir demirci Kawa'ydı!