İstanbul’un yürümeyen trafiğindeki yeni eğilim, büyük alışveriş merkezlerinin lüks restoranlarına ya da gözde kulüplere giderken günlük kiralanan lüks otomobillermiş
İstanbul’un yürümeyen trafiğindeki yeni eğilim, büyük alışveriş merkezlerinin lüks restoranlarına ya da gözde kulüplere giderken günlük kiralanan lüks otomobillermişÇinli bir ulu, “Çabukluk savaşın özüdür” der. Günümüzde de hızı düşük olanın, çabuk olmayanın öleceği öğretilir herkese. “Çabuk ol, atik ol” denir. “Çünkü, hayat bir savaştır birbirimize karşı yürüttüğümüz.” Buna inanalım istenir; ‘hepimiz birbirimize karşıyız’a... Komşu komşunun rakibi, sıra arkadaşı yanındaki öğrencinin düşmanıdır. Öyle ya hayat bir sınavdır, ya yandaki girecektir en iyi okula ya öteki. Arası yoktur. Paralı iş, ya karşı komşunundur ya berikininBu iddiaları kabul edenler için hayat acımasız bir gösteriye dönüşür ve ‘hız tutkusu’ taklitçilikle el ele verip, süratle rüküşleştirir her şeyi.Hızı artırılan otomobillerin bir ulaşım aracından ‘gösterişe’ terfi ettirilmesi toplumdaki eşitsizliğin göze sokulmasıdır. Herkesin kendi gemisini yürüttüğünü, yürütmesi gerektiğini suratımıza bas bas bağırır pırıltılı, pahalı otomobiller.Bir günlük acıklı krallıkİstanbul’un yürümeyen trafiğindeki yeni eğilim, büyük alışveriş merkezlerinin lüks restoranlarına ya da gözde kulüplere giderken günlük kiralanan lüks otomobillermiş. Futbolcuların ya da şöhretli oyuncuların yaşamını taklit etmeye çalışan gençler, günlüğü dört bin dolarlara varan lüks otomobilleri mekanların önüne çekip, “Bir günlük krallık yaşamak bizim de hakkımız” diyerek basıyorlarmış havayı!Acıklı mı, eğlenceli mi olduğuna doğrusu karar vermekte zorlandığım bu durum bizi de ‘hız üreticisi’ olmaya çağırıyor alttan alta.Ama diğer yandan gençliğin bu rüküş tarzı, zenginliği çoğaltmak için esasen yoksulluğun çoğaltıldığını görmemizi de sağlıyor. Kafe önüne çekilen kiralık kırmızı Ferrari, çoğaltılan o yoksulluğu çizginin öte tarafında tutmanın manifestosu aynı zamanda.Ya dizi dizi Ferariler, Porscheler’le özendirilmeye çalışılan mutlu azınlığın ‘hızlı hayat’ından yana olacağız, ya biraz yavaşlayıp bu sayede birbirimizi fark edip kucaklaşacağız.Ya yalancıktan yaşanan, yaşanıyormuş gibi yapılan bir hayatın acıklı parodisini izleyeceğiz kayıtsızca veya o parodide rol alacağız, ya dünyayı daha yaşanır bir yer kılmak için tersine çevirip, ayakları üzerine oturmanın yollarını arayacağız.Kanaatimce ‘Has Arabesk’ Olmamış!Beklenen arabesk dalgasına Şevval Sam’ın ‘Has Arabesk’i de katıldı. Işın Karaca’nın ‘içi boşaltılmış’ arabeskine bir yenisi daha eklendi. ‘Ruhsuz bir dünyanın ruhu, kalpsiz bir dünyanın kalbi, yoksulların iç çekişi’ olan arabeski ‘iç çekmesiz’ okumak bu olsa gerek. Bu müzik daha acıklı bir müzik... Şevval Sam, Karadeniz şivesini taklit ederek okuduğu albümün üzerine bu kez ‘acıyı’ da taklit etmeye çalışmış. Acı taklit edilmez, yaşanır. Arkasında çalan orkestra bu kadar iyi olmasa geriye ‘kalbi kırılmış şarkılar’ kalırdı emin olun... Geçmiş geri getirilemez biçimde mazideki yerini almıştır. Işın Karaca’nın da Şevval Sam’ın da yapmaya çalıştıkları hüzünlü bir hatırlatma olmuş, o kadar.