Yaklaşık 15 yıl önce Zürih Üniversitesi’nde bir grup bilim insanı, bir para değişim oyununda kazıklandıklarını öğrenen kişilerin beyinlerindeki aktiviteyi gözlemleyen bir deney yaptılar. Oyuncular, güven duydukları ortaklarıyla daha oyunun başında ganimeti eşit şekilde paylaşmayı kabul etmiştiler. Ancak, oyunun sonunda ortaklarının ganimetin çoğunu kendilerine ayırarak çok azını onlara verdiklerini öğrendiler. Araştırmacılar ‘kazıklandığı’ için rencide olan deneklere açıkgöz ortaklarından bir intikam alma fırsatı verdiler. Ve bu intikam alınırkenki 1 tam dakika boyunca da mağdurların beyinsel aktivitesini kaydettiler. İntikamın, beynin bir ödül sevinci yaşandığında hareketlenen kaudat çekirdek bölgesinde nöral aktiviteye neden olduğunu gözlemlediler. Daha önceki deneylerde tespit edildiği üzere kokain ve nikotin tüketiminde de beynin aynı bölgesinde nöral aktivite oluşuyordu. 2004 yılında Science dergisinde yayınlanan araştırma, edebiyatta ve sokak kültüründe yüzyıllardır dile getirilen bir görüşü doğruluyordu: İntikam tatlıdır.
Ancak, peki o kısa an dışında ne oluyordu? Araştırmacılar intikam sonrasını da kapsayan daha geniş süreli araştırmalar yaptıklarında bulguları bu kez bilgelerce yüzyıllardır dile getirilen bir öğüdü doğruluyordu; İntikam, sahibini tatmin etmekte yetersiz dahası sahibine de zararı olan bir davranıştı. İntikam eyleminin infazından hemen önceki anlık bir sürede o da tatmin etmekten uzak bir zevk yaşatıyordu, hepsi bu. Nitekim, sonraki yıllarda yapılan bütün araştırmalar da, intikamın, sahiplerine, uzun süreler bekledikleri tatmini yaşatmaktan çok uzak kaldığını tespit ettiler. İçinde intikam duygusunu diri tutmak, sahibinin mağduru olduğu davranışın üzerindeki olumsuz etkisini de sürekli kılıyor ve sonunda kendisine haksızlık yapan kişiye zarar vermenin tatmin edemeyeceği kadar büyük bir kin oluşuyordu içinde.
Bu araştırmalar, intikamın sanıldığı gibi sahibine sonuçta tatmin duygusu yaşatan bir şey olmamasına rağmen, yüzyıllardır neden insanlarca sürekli güdüldüğünü anlamamıza da yardım ediyor.
Erken dönem psikolojik araştırmalar intikama, bir tür katarsis gibi bakma yanılgısı yaşadılar. İntikamın, sahibinin içindeki kini ve öfkeyi gideren bir katarsis olduğu yanılgısı özellikle de sinema ve dizilerde sıkça işlenmeye devam edildiği için popüler kültürde hala oldukça yaygın bir kanaat. Ancak deneysel araştırmalar intikamın, sahibini nihayetinde arındıran bir davranış olduğu teorisini doğrulayacak bir bulgu elde edemedikleri gibi, son yıllardaki deneysel araştırmalar bunun tam tersinin söz konusu olduğunu gösteriyor. İntikam duygusu, bu duyguyu içinde besleyenin psikolojisinde ve değer anlayışında büyük tahribat oluşturuyor.
Psychological Science dergisinden öğrendiğimize göre Ohio Eyalet Üniversitesi psikologlarının gerçekleştirdiği bir araştırma, intikam fırsatı bulanların içindeki mağduriyet hissinin, intikam eylemi yapmayan mağdurlara oranla çok daha fazla oranda kaldığını belirleyecekti.
Yine, Colgate Üniversitesi’nden Kevin Carlsmith, Virginia Üniversitesi’nden Timothy Wilson ve Harvard Üniversitesinden Daniel Gilbert bu konuda yaptıkları bir dizi araştırma ile filozof Francis Bacon’un, ‘’intikam beslemek, normalde kısa sürede iyilişecek bir yarayı sürekli kaşıyarak açık tutmaktır’’ sözünü doğruluyorlardı.
Yaptıkları bir sosyal deneyde bu araştırma ekibi, dört kişilik bir grubun her bir üyesine 1 dolar verdi. Bu 1 doları isterlerse grubun ortak kasasına yatırabilecekleri, isterlerse kendilerine tutabilecekleri söylendi. Yatırımı teşvik etmek için de grubun toplam parasına yüzde 40 kar payı vaat ettiler. Grup için en karlı yatırım, herkesin parasını grup kasasına yatırmasıydı. Bireysel açıdan en karlı görünen ise 1 dolarını kendine tutup üstüne de diğerlerinin parasıyla oluşacak yatırımdan 25 cent’lik ekstra gelir elde etmekti. Yani, araştırmacıların deyişi ile ‘beleşçi’ takılmaktı.
Deneyin sonunda denek grubu içlerinden bir kişinin gizlice beleşçi olduğunu öğrendiler. Bu kişinin araştırmacıların gizli yönlendirmesiyle beleşçi olduğunu ise bilmiyorlardı. Kızgınlık ve enayi yerine konulmuş hissine kapıldılar.
Grubun, araştırmacılarca ‘cezalandırıcı olmayanlar’ diye nitelendirilen üyelerine bir intikam fırsatı verilmedi. Araştırmacıların ‘cezalandırıcı’ diye adlandırdığı deneklere ise, beleşçinin sonraki gelirini düşürme cezası imkanı verilerek intikam almaları sağlandı. Hem cezalandırıcıların hem de cezalandırıcı olmayanların duygusal durumları hem oyunun hemen ardından hem de 10 dakika geçtikten sonra iki kez ölçüldü. Bir de ‘gözlemci’ grup oluşturulmuştu.
Duygusal test sonuçları tam da Bacon’un tespitindeki gibiydi. Cezalandırıcılar, dışardan gözlemci grubun ‘bize yapılsaydı hissederdik’ dediği düzeyden bile daha kötü hissediyordu kendisini. Daha da çarpıcı olanı, cezalandırıcı grup intikam almalarına rağmen, cezalandırıcı olmayanlardan bile daha kötü hissetmeye devam ediyordu. Oyundan 10 dakika sonra yapılan testte cezalandırıcıların, beleşçilere olan öfkesinin hala dinmediği ve diğer iki gruptakilerden çok daha fazla olarak devam ettiği tespit edildi. Kafalarının içinde sürekli bu öfkenin dönmesiyle, bir türlü konuyu aşamıyorlardı.
Journal of Personality and Social Psychology dergisinde 2008 yılında yayınlanan araştırmalarında, insanların, intikamın kendilerini daha iyi hissetmelerini sağlayacağı ve yine intikamın içlerindeki yarayı tamamen kapatacağı konusunda yaygın bir yanılgıya sahip oldukları vurgulandı. Oysaki gerçekte intikam alan sürekli kendi yarasını deşerek, intikam şansı bulamayıp hayatına devam edenden daha kötü hissediyordu. İntikam fırsatı olmayan ise hayatında yeni şeylerle meşgul olup, daha hızlı unutuyor ve daha mutlu oluyordu.
İntikamın temelinde yatan iddia ‘adaleti sağlamak'tır. Oysa davranış psikolojisi araştırmaları, intikamın bir toplumda adaleti tesis etmekten çok, uygarlığın iptidai olduğu köy ortamlarındaki kan davalarında sıkça rastlanıldığı gibi, karşılıklı bir intikamlar kısır döngüsü yarattığını da tespit ediyordu. İntikam moral denge yaratan bir davranış değildi.
‘Adaletsizliği giderme’ iddiası üzerine kurulu intikamın temel sorunu şu ki, ‘adalet’in terazisi kişiden kişiye, bakış açısından bakış açısına değişkenlik gösterebilen bir şey. Adalet terazisi insanların insafına bırakılamaz. Yargının, toplumdan ve devlet yönetiminden bağımsızlığının doğuş nedeni de budur. New York Eyalet Üniversitesinden Arlene Stillwell’in yaptığı bir araştırma bunu doğrulayan bir tespitte bulunacaktı. Stilwell, görüştüğü deneklere hayatlarından iki deneyimlerini paylaşmalarını isteyecekti. Birinde kendilerine yapılan haksızlığa karşılık verme fırsatı buldukları bir anılarını, diğerinde ise bir davranışlarından olumsuz etkilenen başka birinin kendilerinden intikam aldığı bir anılarını anlatmaları istendi. Deneklerin anlatımında, kendileri intikamcı oldukları anılarında, davranışlarını son derece hakça ve adil gördükleri ancak, kendilerinin intikam alınan oldukları anılarında ise, kendilerine orantısız bir karşılık verilerek haksızlık yapıldığını düşündükleri gözlemlendi. Bu aslında intikamın neden döngü yaratan bir şey olduğunu da açıklayan şey. İntikam alınan, kendisinin orantısız bir karşılık gördüğünü düşünerek yeni bir karşılık verme ihtiyacı hissediyor. Kan davası, tamamen bu mentalite üzerinden kuşaklar boyunca sürebilen bir mekanizma.
Psikolog Leon Seltzer da, Psychology Today’de yayınanlan bir yazısında, tarih boyunca ‘adalet’ ve ‘intikam’ın sıklıkla birbirine karıştırıldığına dikkatimizi çekiyor. 21’nci yüzyılda dünyanın hala bir çok iptidai toplumunda da intikam, adalet iddiasıyla sunulmaya devam ediyor.
Seltzer, intikam ile adalet arasında 5 temel fark var olduğunun altını çiziyor.
Öncelikle intikam duygusal, adalet ise rasyonel bir temele dayanır. Bu hayatın iptidai düzeyde duygular etrafında şekillendiği köy yerlerinde kan davalarının; medenileşmenin (kent kültürü) olduğu ölçüde ise hukuk davalarının sayısal olarak artmasını açıklayan şeydir. İntikam, negatif duyguların yönlendirdiği bir acı çektirme, en üst formunda ise kan dökme isteğidir. İntikam bir tarafın bir anlık da olsa tatminini hedefler, adalet ise tarafsızdır. Mantıksal, ahlaki ve hukuksal tanımlarıyla bir sosyal sözleşmeyi koruma ve toplumsal güven ortamını ila-nihaye tesis etme ameliyesidir. Şiddet ve acı çektirme ile sosyal adalet sağlanmaz aksine sosyal adaletin var olma şansı da öldürülür.
İkincisi, intikam insanın doğal içgüdülerinden beslenir. Adalet ise eğitim, terbiye ve uygarlaşma ile ulaşılan kişilik üstü sosyal ve hukuksal bir düzeydir. Yani intikam ilkel bir davranıştır. En eğitimsiz insanın da yöneleceği bir arayıştır. Francis Bacon, ‘’İntikam iptidai bir adalet arayışıdır. İnsanın doğası, eyleminde ne kadar yönlendirici ise adalet de o kadar azdır’’ derken bu gerçeğe dikkat çekiyor. Adalet ise, Eleanor Roosevelt’in deyişi ile sadece tek bir tarafın değil her iki tarafın da haklarını her zaman gözetir. İntikam, kan lekesini kanla yıkayarak temizlemek gibidir. Ünlü İran atasözünün söylediği gibi kan kan ile temizlenmez. Kan, adalet suyu ile temizlenir.
Üçüncü fark, intikam içindeki kini giderme arayışı iken adalet bir hukuk arayışıdır. Aşırı kinlenmek, ahlakı yok eden, sahibini yozlaştıran bir şeydir ve intikamcıyı, intikam alacağı orijinal saldırganın düzeyine indirger. Etik mantığının sayısız kez doğruluğu test edilmiş ünlü formülasyonundaki gibi, ‘iki yanlıştan bir doğru çıkmaz’. Birinin onurunu aşırı şekilde kırmak, nihayetinde onur kıranın onurunu daha çok kırar. Herkesin saygı duyduğu bir adalet mekanizması ise, bu döngüden herkesin onurlu, hakkına düşenle ve erdemli şekilde çıkma fırsatı sunarak uzun vadede bir topluma uygarlığı zerk eder. Adalet kin gütmez. Adaletin, saldırganın kanının döküldüğünü, acı çektiğini, sefil bir hale düştüğünü görmek gibi bir amacı olamaz. Suç fiilinden önce meşru şekilde kabul edilmiş, sıradan vatandaştan devlet yöneticisine kadar herkesin uymakla yükümlü olduğu, açık ve müesses hukuk mevzuatına göre hareket eder. Mağdurun adalet diyeceği duruma göre ceza uyduramaz. Suç tanımı somuttur, evrenseldir ve fiilden çok önce ve o fiilden bağımsız olarak yürürlüğe girmiştir. Mağdurun kimliğine göre az ya da fazla uygulanması söz konusu olamaz. Bunlar olmadığında yapılan şey, mahkemeler eliyle bile olsa, adalet maskeli ilkel bir intikam eylemidir. Kan davası kültürüdür.
Yine, James Mace’ın da dediği gibi, ‘’adalet arayışı asil ve iyi bir davranıştır. Nefretle intikam arayışı ise insan ruhunu bir çırpıda tüketen bir şeydir’’. Aşırı beslenmiş intikam arzusu insanın, her türlü moral ve etik değerin dışına çıkmasının meşru olduğu duygusunu besler. Muhammed Ali'nin, ''ben intikamcı olmayana saygı duymam, köpeğimi öldüren kedisini saklasın'' sözü, bu yozlaştırma potansiyelinin ünlü ifadelerinden biridir. İntikam duygusunun, masum bir kediyi öldürmeyi nasıl meşrulaştıracağını göstermesi açısından ibretliktir. Yine intikamcı toplumlarda ve kan davalarında yağma ve yolsuzluğun da sıkça görülmesi bundandır. Bir intikam sonucunda güç tesis eden, her şeyi ganimet olarak görür. Lübnan’da rehine krizi sırasında 5 yıl rehine kalan İngiliz gazeteci John McCarthy’nin de belirttiği gibi, ‘’insanlık tarihi boyunca intikam arzusu ile yağma arzusu hep yan yana gitmiştir’’. İlkel toplumlarda intikam fırsatı bulan, intikam aldığının malını mülkünü ve hatta kadınlarını çocuklarını da yağmalama hakkı görür kendinde.
Leon Seltzer’in tespit ettiği dördüncü fark ise yukarıda sosyal araştırmaların da vurguladığı gibi intikamın bir kısır döngü yaratmasıdır. Bir Alman atasözünün söylediği gibi, ''intikamın intikamı çok sürmez''. Konfüçyüs de bütün bilgeliğiyle muhtemelen bu yüzden, ''intikam hazırlığı yapan bir değil iki mezarlık kazsın'' diyecekti. Gandhi'nin ünlü tespitinde olduğu gibi, göze göz bir noktada durmazsa dünyadaki herkes kör olur. Adalet ise, yaşanan olumsuzluğu onurlu bir şekilde aşarak hayata, yeni bir aşamada ve yeni bir sözleşmede devam fırsatı sunar.
Seltzer’in kaydettiği beşinci fark ise intikamın saldırı, adaletin ise denge kurma eylemi olmasıdır. İntikam sabırsız ve kör olduğu için, doğruyu yanlışı ayırt etmez. Bu nedenle de orantısız olması, saldırının suçu işleyenin de ötesine taşması kaçınılmazdır. İntikamcıyı, kendisine yapılanın aynısını yapmak da tatmin etmez. Çok daha fazlasını yapmak ister. İntikam eylemini, adalet olmaktan çıkaran potansiyel de budur. Örneğin bizi aşağılayan birine aynı aşağılamayla karşılık vermek bizi rahatlatmaz. İçgüdülerimiz, çok daha can yakacağını düşündüğümüz aşağılamalar arar.
İşte bundan dolayı, bir suçu somut olarak sadece işleyen kişinin yine suça katkısı oranında cezalandırılabileceğini, ailesinin, akrabalarının, aynı kimliği paylaştıklarının kolektif şekilde suçlu görülemeyeceğini ifade eden suçun ve cezanın şahsiliği ilkesi; Yine, suçsuz birini cezalandırmamayı suçlu birini cezalandırmaya önceleyen ‘şüpheden sanığın yararlanması ilkesi’nin medeniyetin ve insanlığın gelişmesiyle, ilkellik ve barbarlığın aşılmasıyla hukuk sistemlerine girmesi resadüf değildir. ‘İntikam’ güdüsünün terbiye görmediği barbar ve ilkel toplumlarda, soyut suçlamalar üzerinden kitleler kolayca soykırıma tabi tutulabiliyor, kolektif cezalandırma yapılabiliyor ya da kişi suçsuzluğunu ispatlayıncaya kadar cezalandırılabiliyorlar. Bu tür toplumlarda gücü ele geçirme bir intikam gerekçesine ve fırsatına dönüşüyor ve yaşam on yıllarca yüzyıllarca bir intikamlar döngüsünün karanlığına hapsolabiliyor.
Karşılıklı intikamlar döngüsüne hapsolmuş toplumlar, uygar bir toplum olarak varolma şansını yitirir. Sürekli karanlık üreten bu döngüden kurtulup uygarlık kapısından geçmenin ilk şartı adaletin ve evrensel hukukun, devletin ve uygar bir toplumun tek temeli olduğu gerçeğine bir an önce uyanmaktır.