Takvim ve zamanlama, Başbakan Erdoğan'ın özel anlam yüklediği icraat adımlarında hep önemli bir değişken olageldi.
Bu hipotez için sadece iki örneği; 12 Eylül referandumu ile eğitim sistemini değiştiren tasarının, TBMM'ye getiriliş tarihinin 28 Şubat oluşunu hatırlamak fikir verebilir.
Sözkonusu iki icraat, kendine özgü bir "rövanşizm" güdüsünün yanında; -seçilmiş bu tarihler aracılığıyla- daha çok, daha çok konuşulma hedefini bize anlatmaya, yeter de artar bile.
Erdoğan'ın, profesyonel bir reklamcı titizliğiyle "tease" yaparak duyurduğu "demokratikleşme paketi”ni açıklama tarihi için, -farklı bir takvim değil de- bizatihi bugünü seçmesine de önce bu gözle bakmak gerekiyor.
Geride bıraktığımız -üç ayı Meclis kapalı- dört ayın, 11 yıl boyunca, hükümetin en yoğun eleştirildiği dönem olduğuna, herhalde kimse itiraz etmez.
İfade özgürlüğü başta olmak üzere; hayat tarzı, inanç özgürlüğü gibi temel insan hakları alanında birikmiş rahatsızlıkların adeta infilak ettiği, toplumsal fay hatlarında tarihsel bir kırılmanın yaşandığı Gezi sürecinin; hayli kullanışlı olduğu anlaşılan "darbecilik" kavramıyla kriminalize edildiği bir süreç...
Ve gelelim, bugüne, yarına..
Yarın 1 Ekim; Meclis açılıyor.
1 Ekim, Ankara'daki cümle devlet erkanı ile gazetecilerin aynı bina çatısı altında bulunduğu tek gün olma özelliğini taşır.
Bu konjonktüre has olmak üzere, 1 Ekim'in, yeni Anayasa çalışmasında kapsamlı bir değişiklik umudu ve ihtimalinin tükendiği bir kesite denk gelişini de ilave edelim...
Bugün, saat 11.08'de başlayıp 12.08'de sona eren bir saatlik sunum, işte böyle bir zamanlamaya konumlandı.
Öyle bir zamanlama ki, bugün yarın ve epeyi bir süre -mecburen- artık hep bu paketi konuşuyor olacağız...
"İşimizin bu" olduğu gerçeğinden hareketle "Tabii ki konuşacağız" diyelim...
Ne ki, kürsüde kaldığı "net" bir saatin, 39 dakikasını, defansif ifadelerin ağırlık kazandığı Giriş'e ayıran Başbakan'ın, 21 dakika boyunca sunduğu "paket"e dair şu notları hatırda tutarak:
-Nevşehir Üniversitesi'nin adının Hacıbektaş olarak değiştirilmesi; Yavuz Sultan Selim Köprüsü'nün, Alevi toplumunda yol açtığı büyük tepkinin, enikonu rötarlı bir "gönül alma" hamlesidir.
Fikrin sahibi de Gezi olaylarının başlangıcında Köşk'teki bir resepsiyonda gazetecilere açıklayan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'dür.
"Devletin Alevisi olmak istemiyoruz" itirazıyla karşılaşan cami-cemevi tartışmaları sürerken, Cemevi'ne ibadethane statüsünün veril-e-mediği bir pakette, "isim değişikliğinin" ifade edeceği hükmü göreceğiz...
- Siyasi propaganda faaliyetlerinde "Türkçe'den başka dil ve lehçelerin" kullanılması reformu; siyasi yaşam pratiğinde "de facto" yerini çoktandır almış bir olguya formel çerçeve giydirmekten ibarettir. (Bu satırların yazarı, 2011 seçimlerinde Diyarbakır'da Ak Parti milletvekili adaylarının, Kürtçe seçim afişlerinin giydirildiği ve anons yapıldığı seçim araçlarının şahididir.)
- Yüzde 3 oy alan siyasi partilerin de Hazine yardımından yararlanmasının önünü açacak değişikliğe sekiz yıl öncesinden bakmak ise kaçınılmaz...!
Ak Parti, iktidarının üçüncü yılındayken -yani 2005'e dek- üç milletvekili olan siyasi partiler, Hazine yardımı alabiliyordu.
Bu maddenin, Ak Parti teklifi ve CHP desteğiyle Siyasi Partiler Kanunu'ndan çıkarıldığını hatırlayan kaç kişi kaldı?
O dönem faal olan iki parti ANAP ile SHP'nin önünü kapatmayı hedefleyen bu değişikliğin, bugün farklı bir versiyonla yasaya konulmasının sağlayacağı yararlar için biraz beklemeyip izlemekte yarar olabilir...
Ama en azından, sekiz yıl önce bu madde kaldırılmasaydı, bugünkü BDP'nin yerine kurulduğu DTP'nin kapatılmayabileceğini öngörmek mümkün.
Zira, 2008 yılında Ak Parti kapatma davasında , Hazine yardımını kesme yaptırımını uygulayan Anayasa Mahkemesi, DTP için de benzer yaptırımı uygulama olanağına sahip olacak ve DTP siyasi faaliyetine devam edebilecekti.
- "Kucaklaşma" hadisesinden sonra siyasi yaşamı bitecek denilen BDP'de, siyasi yaşam bitmek şöyle dursun; Selahattin Demirtaş ile Gültan Kışanak'ın birlikte yürüttüğü "eşbaşkanlık" sisteminin, "uluslararası uygulamalar dikkate alınarak" Siyasi Partiler Kanunu'na yerleştirilecek olması, paketin gülümseten maddesi ünvanını kazandı. Gelgelelim, bu değişikliğin, üç dönem kuralında taviz vermeyeceğini belirten Başbakan Erdoğan'ın herhangi bir nedenle, "Cumhurbaşkanı olmaması durumunda, Ak Parti'nin başında olmasını sağlayıcı" bir sigorta maddesi olduğu konuşulmaya başlandı bile...
- Başbakan'ın açıkladığı "idari değişiklik" gerçekleşirse, artık kendisini Kürt siyasi hareketinin dışında tarif edenler de gönül rahatlığıyla Roboski adını anabilecek; Roboski yazabilecek.
Peki 35 Roboski köylüsünün savaş uçaklarıyla paramparça edildiği facianın sorumlularının yargılanmasını ne engelliyor? Ana babaların 50 lira dersane parası için kaçağa çıkan çocuklarının organlarını, gece karanlığında tarladan topladıkları o meşum tarihin üzerinden iki yıla yakın zaman geçti...Meclis kapısını aşındıran o ana babalara sorun şimdi; Uludere'ye Roboski demek mi demokratikleşmedir, oğlunu senden alanların yargılanması mı?
- Nefret suçlarının cezai yaptırım kapsamına alınması, paketin önemli unsurlarından biriyse, polis şiddetiyle yaşamını yitiren 6 gencin tamamının Alevi olmasını yeniden "okuyacak" mıyız?
Siyaset sözkonusu olduğunda, adına "paket" denilen her değişiklik manzumesine, bir takvimin eşlik etmesi, doğal bir beklentidir.
Başbakan Erdoğan'ın 21 dakikada açıkladığı "demokratikleşme paketi"nden, kısa, orta ve uzun vade olmak üzere nasıl bir de takvimde hayata geçirileceğine dair herhangi bir işaret çıkmadı.
Ne ki, paketin tek inandırıcılık sorunu, takvim değil.
Mesele, daha "içeride" bir yerde...
Başbakan Erdoğan'ın sözlerini ödünç alacak olursak, "Kalpler birbirine karşı kaskatı kesilmişse, oradan gönül birlikteliği çıkmaz."
21 dakikanın, kaskatı kesilen kalpleri yumuşatmaya yeteceğini söylüyorsanız o başka...