İlk çocukluğa ait kayıtların bugünkü yapımızı şekillendirdiği üzerinde oldukça çok duruluyor. Hatta o kadar çok duruluyor ki, çoğu insan ailesinin kendisini çok olumsuz etkilediğini düşünerek ailesine büyük bir öfke duyabiliyor.
"Başıma bunca şey gelmişken ve kimse benimle doğru düzgün ilgilenmemişken mutluluk nasıl mutlu olabilirim?" sorusu altında gizli bir isyan oluşuyor.
Bu sorunun altında iken birey mutsuzluğun kaynağını dış kaynaklara yıkarak kendine büyük bir konfor alanı yarattığının farkına varamıyor.
Evet, şunu yazdım:
"Mutsuzluk sizin konfor alanınız."
Bu konfor alanında kalmak aslında bireysel yaşam sorumluluğunu almamak için direnen çocuk yanınıza teslim olmakla ortaya çıkıyor.
Aynı zamanda yaşam için tercih yapabilme gücünüzü de görmezden gelmiş oluyorsunuz. Bu ise güçsüzlük, acizlik ve eksiklik hisleri ile boğuşmanıza neden olabiliyor.
Bu cümleden şu düşünceyi çıkarmanızı istemem:
"Mutlu olmak sadece benim sorumluluğumda, kendimi mutlu etmem gerekiyor."
Bu düşünceyi benimseyenler ise alabildiğine bencil ve faydacı ilişkiler kurmayı kendilerine hak görüyor. Bu da daha fazla mutsuzluk ve yaygın olarak daha fazla toplumsal çatışma doğuruyor.
Gerçekte sizin mutlu olma sorumluluğunuz ve ilişkide olduğunuz kişilerin de sizi mutlu etme sorumluluğu var.
Kendi mutluluğunuzu nasıl yönetebilirsiniz?
Çocukluk her birey için müthiş bir sermaye, bu sermaye üzerinden bütün yaşam şekilleniyor. Ebeveyn yönetiminde geçen ilk çocukluk yılları hepimiz için sorgulanmadan kabul edilmiş düşüncelerden oluşuyor. Bunlar bazen yaşamımızı kolaylaştırıp ilişkilerimizi daha iyi bir zemine taşımamıza yardımcı oluyor bazen de yaşamımızı ve ilişkilerimizi olumsuz yönde etkiliyor.
Olumsuz etkileşim ortaya çıktığında sorumluluk bize geçiyor. Sermayemizde bulunan, yaşamımızı olumsuz yönde etkileyen düşünce yapısını fark edip onu şimdiye, ana uyarlayarak olumlu bir yapı yaratma şansımız oluyor.
Yolunda gitmeyen durumlara neden olan yaklaşımları bulup onları daha anlamlı, daha yaşanabilir biçimde yaşamımıza yerleştirdiğimizde var olana katkı sunmuş, üretken bir kimliğin içine girmiş oluyoruz. Buna ise yetişkinlik deniyor.
Bu anlamda yetişkinliği, çocuk benliğimizin masumluğu, saf istekleri ile ebeveynlerimizden gelenleri harmanlayarak olgunluğa, bilgeliğe erişmiş ahenkli bir kimlik olarak kabul edebiliriz. Ve bunu yaratmak başta zor görünse de oldukça eğlenceli ve keyiflidir. Böylece bireysel özgürlüğe özgün bir giriş yapmış oluruz.
Bunu yapmadığınızda neler olabilir?
En basit hali ile ileri yaşlarda gittikçe onaylamadığınız ebeveyn davranışlarını yansıtmaya başlarsınız. Bu derinde bir yerde kendinizle çatışmanıza neden olur. İnsanın kendi benliği ile çatışması içsel huzuru baltalayan yegâne kaynak.
Ayrıca değiştirememiş olma hali ile artan güçsüzlük hissi gittikçe çoğalmaya başlar. Kendi benliğinize gösterdiğiniz tahammülsüzlük ise dışarıya da tahammülsüzlük olarak yansır.
Ebeveynlerden öğrendiğiniz ve bugün geçerliliği olmayan düşünceleri özgürce sorgulamadan yerine başka bir davranış yerleştirmeye çalıştığınızda da olumlu olanı sürdürmeniz mümkün olmayacaktır. Altta yatan negatif düşünce kalıbı hiç durmadan yüzeye çıkar.
Bununla ilgili hesap temel matematik kuralına dayanır. Artı ile eksinin çarpımı her zaman negatiftir. Artı değer ne kadar büyük olursa olsun sonuç her zaman negatif olarak ortaya çıkar.
Bunun daha derindeki anlamı ise, ebeveyniyle bütünleşememiş onun baskın yanına boyun eğmiş bir kişidir. Yani sermayesini iyi ve etkin bir yönde kullanamayandır. Bu da kararsız, çelişkili, umutsuz bir birey demektir.
Şu anda mutlu olabileceğinize dair bir inancınız yoksa bile bireysel durumunuzu korumak için bir yerden farkındalığa kapı açmanız küçük görünen büyük bir adım olabilir.