Başbakan Tayyip Bey... Erdoğan dünyaya gelmeden önce yazmaya başlayan Çetin Altan'ın yazılarındaki hitabı budur; Başbakan Tayyip Bey. Başbakan Tayyip Bey, muhabirlerinin, editörlerinin, yazarlarının, operatörlerinin ücretini ödemekte zorlanan, zaman zaman ödeyemeyen Taraf gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni Ahmet Altan'ın kendisine 50 bin lira tazminat ödemesini ve ayrıca cezalandırılmasını istiyor. Şaşıranlar var biliyorum, ben şaşırmadım. Neden şaşırmadığıma ilişkin liste, Erdoğan'ın yönetmeye başladığı 1994 yılından beri, yani tam 17 yıldır İstanbul Belediyesi'ne bağlı sosyal tesislerde uygulanan içki yasağından başlar, “Tıksırına kadar içiyorlar” diye hayat tarzını benimsemediği insanları aşağıladığı bugüne kadar uzanır. Başbakan Tayyip Bey'in, “maaş veren” patronları köşe yazarlarına karşı harekete geçmeye çağırmasını da içeren, gayet “tutarlı” bir çizgidir bu. Tayyip Erdoğan'ın serüvenine çekeceğimiz toplam çizgisi; partisini dört seçimden de zaferle çıkaran hasletleri kadar, onu sonunda hüsrana uğratacak bu “tutarlı” listeyi de veriyor elimize. 'İki Erdoğan'ı birlikte görenlere duyulan öfke Tam burada, Erdoğan'ı en çok öfkelendiren bir aralıktayız. Bu aralıkta, Erdoğan'a “şeriatçı”, “cumhuriyet düşmanı” gibi takıntılarla saldıranlar yok. Zira Erdoğan, bu takıntılara sahip “düşman” karşısında çok daha mutlu olarak inşa ediyor kendisini. Oysa bu aralıkta, “yeminli düşmanlar” değil, o toplam çizgisinin altındaki “iki Erdoğan”ı da birlikte görenler var. Bu tutumları nedeniyle eleştirileri çok daha geniş kesimlerce dikkate alınanlar var... Erdoğan, işte bu noktada “demokrat olmaya çalışan bir otokrat” olarak çıkıyor Altan'ın karşısına. Mehmet Aksoy'un heykelinin yıkılması fermanını eleştirdiği için önce “babadan oğula entelektüeller” diye Çetin Altan'a da uzanan bir laf atıyor Ahmet Altan'a. Kitabın ortasından konuşmaktan çekinmeyen Altan tarafından, “ucube Atatürk heykellerine dokunamazken sahipsiz bir sanatçı üzerinden utanmadan paye toplamaya çalışmak”la suçlanınca da 50 bin lira tazminat istiyor, suç duyurusu yapıyor. Allianoi'de koca bir antik kenti gözünü kırpmadan yok ederken Kars'ta heykel yıktırma girişimini sözüm ona “kültürel varlığı koruma” gerekçesine dayandırmak istemesi, Erdoğan'ın çizgisindeki “tutarlılığı” bozmak bir yana, pekiştiriyor elbette. Başbakan, “edep” sözcüğünü, yerli yersiz kullanacak ölçüde seviyor. Ancak, yıllardır insanlara galiz küfürler eden sözüm ona gazetecileri uçağında inadına ağırlamaktan çekinmiyor. Ne demiştik; iki Erdoğan! Altan'ı yargılayacak hâkimler hakkında kim karar veriyor? Ahmet Altan'ı hiç görmedim, kendisini eleştiren yazılar yazdım. Ancak Altan'ın; insanlara, ailelerine küfredip hedef gösterdikten sonra Başbakanlık uçağında süt dökmüş kedilere dönen mabeyn kâtiplerinden olmadığını biliyorum. Ahmet Altan hakkındaki kararı, savcılar ve hâkimler verecek. O hâkimler ve savcılar hakkındaki kararları da, biliyorsunuz, Başbakan'ın atadığı Adalet Bakanı'nın başkanı olduğu Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu veriyor. O hâkimler ve savcılar için soruşturma izni, Başbakan'ın Adalet Bakanı'nın iki dudağı arasında bulunuyor. Anayasa değişikliği paketi, “darbe anayasasıyla hesaplaşma” iddiasıyla savunuldu, ancak darbe anayasasının Adalet Bakanı işte böyle korundu. 2007 yılında Prof. Ergun Özbudun komisyonuna hazırlattığı Anayasa taslağında Adalet Bakanı'nı “yargı bağımsızlığı” adına HSYK dışına çıkaran Erdoğan, 2010'da o taslağın yüzüne bile bakmadı. Yine iki Erdoğan! Çetin Altan'a karşı davaları mahkûm eden Erdoğan “Eveeeeet, evet!” Çetin Altan, yıllar sonra Milliyet'e döndüğünde, ilk yazısına, “nerde kalmıştık” dercesine bu sözlerle başlamıştı. Evet, Çetin Altan. Kültür ve Turizm Bakanlığı “2008 Yılı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü”nü Çetin Altan'a layık görmüştü. Ödülü 1 Şubat 2009'da kendi elleriyle Altan'a verirken Başbakan Tayyip Bey bakın neler söylemişti: “Üzülerek söylemeliyim ki yakın tarihimizde düşüncenin serüveni meşakkatli bir yolculuk olmuştu. Farklılıkların kabulü kolay olmamış, kemikleşen önyargılar tahammülsüz anlayışlar düşünceyi ağır şekilde cezalandırmış ve bedelini bütün Türkiye ödemek zorunda kalmıştır. Bu yolcukta direnç gösteren, bedel ödemek pahasına düşünce sevdasından vazgeçmeyen, otoriter anlayışlara boyun eğmek yerine gerçeği söyleyen aydınlarımızın yazarlarımızın öncülüğü büyük önem taşıyor. Hiç kuşkusuz onlardan birisi Çetin Altan’dır... Eleştirel akıl olmadan, eleştiriye tahammül olmadan yol alamayız. Söz olmadan, yazı ve fikir olmadan uygarlık iddiamızı gerçekleştiremeyiz. Farklı düşünmek asla birbirimizi anlamaya, en azından anlama çabasına mani olmamalı. Demokrasinin temeli tahammül duygusudur. Bugün mutlulukla ifade ediyorum ki Türkiye ne Çetin Altan’ı 300 kez mahkeme kapılarına çağıran ve düşünceyi mahkûm eden bir Türkiye’dir, ne de Nâzım Hikmet'i 12 yıl boyunca hapishanelerde tutan Türkiye’dir.”Türkiye'de düşünce artık mahkûm edilmiyor mu? Tam dört yıl önce bugün, fikirleri nedeniyle göz göre göre katledilen Hrant Dink'in öldürülmesinde en hafif olasılıkla ihmali bulunan emniyet müdürleri ve valiler hakkında soruşturma izni vermeyen... Alkolle bir sorunu bulunmayan insanları aşağılayan... Heykel yıkmaya kalkan... Eleştiriye tahammül edemeyen, kendisine tabi bir medya hayali kuran... Statta-üniversitede, kendisine tepki gösterilen her yerde örgüt arayan... Çetin Altan'ı yazıları için mahkeme kapılarında süründürenlerden Çetin Altan'ın oğlu için nöbet devralmaya yeltenen Başbakan Tayyip Bey, Türkiye'nin artık düşünceyi mahkûm eden bir ülke olmadığına emin misiniz? Koskoca grupları bir çırpıda dize getiren para, parasız gazetecileri susturmaya yetmiyor, bunu Başbakan Tayyip Bey de öğrenecek. Ve Ahmet Altan'ların neler yazdığı, dut yemiş mabeyn kâtiplerinin neleri yazmadığının utanç vesikaları olarak da kayıtlara geçecek...