Oktay Ekşi, “Bunlar analarını bile satarlar” gafından sonra gazeteden ayrılmak zorunda kaldığında, Hürriyet, köşe yazılarına bir ön denetim getirmişti. Hürriyet’te yayımlanacak yazılar, önce Yayın Danışmanı Doğan Hızlan’ın kontrolünden geçecekti. Öyle de oldu. Hızlan’ın denetiminden geçen bazı yazılar ya kısmen değiştirildi ya da bazen hiç yayımlanmadı.
Hürriyet yazarları için iki yıla yaklaşan bu ön okumanın, iktidara ayarlı bir “siyasi denetim” üzerinde yoğunlaştığını anlıyoruz. Zira, bu süre içinde Hürriyet’te şirketler tarafından ağırlananların kaleme aldığı yazılar da yayımlandı, açıkça ürün reklamı yapılan yazılar da. Ne Prof. Osman Müftüoğlu’nun, Hürriyet’teki köşesinde, tanıtımında rol aldığı, danışmanlığını yaptığı ürünlerin reklamını yapması, ne de gazeteci ağırlamış şirketlere ekonomi sayfalarında yapılan ikramlar takılabildi o ön okumalara.
Hürriyet’teki son tartışma da ürün reklamı üzerinden çıktı. Bu tartışmayı uzun alıntılarla özetleyeceğim. Bunu dört nedenle yapacağım. Birincisi; bu etik tartışmasının, “halkla ilişkiler – PR” sektörü temsilcilerince utanç verici yazılarla kirletilmesi. İkincisi; zincirleme bir kaza gibi gelişen bu tartışmanın her aşamasının, gazetecilerin asla unutmaması gereken dersler içermesi. Üçüncüsü; bazı gazetecilerin içinde sürekli uluyan, ama sorumluluktan da kaçan “ego”nun insanı ne durumlara düşürebileceğini göstermesi.Dördüncüsü; o egoların, gazetecileri herhangi bir düzeyde elde eden “hediye”ye karşı gösterdikleri tenezzül zaafını savunurken “yalan”a da müracaat etmek konusunda nasıl cüretkâr olabildiklerini çarpıcı bir örnekle ortaya koyması.
Kendimiz hakkında bilmediğimiz bir şey gibi davrandığımız, ama sürekli de tekrar ettiğimiz bu “yalan” meselesine yazının sonunda döneceğim. Önce özetler…
Londra Olimpiyatları öncesinde düzenlenen koşuda sponsor olan Samsung Electronics firması tarafından Türkiye’yi temsil etmek üzere seçilen 12 “meşale taşıyıcısı”ndan biri Hürriyet yazarı Cengiz Semercioğlu’ydu. Samsung, 30 Mayıs’ta meşale taşıyıcılarını duyurmak üzere düzenlenen basın toplantısında, seçilen bu isimlere birer cep telefonu armağan ettiğini de ilan etti.
Ve Semercioğlu, 18 Haziran’da yapılan koşuya katıldıktan sonra 27 Haziran’da bir yazı kaleme aldı. Hürriyet’in Kelebek ilavesinde yayımlanan “Bana iPhone’u bıraktıran telefon” başlıklı bu yazıda açıkça ürün reklamı yapılıyordu. Hatırlayalım:
“Bilen bilir, ben deli bir iPhone’cuyum. Çıktığı günden beri tüm modellerini kullandım. Bir dönem çok beğendiğim Blackberry’e yıllardır elimi sürmüyorum.
iPhone’u bitirecek, iPhone’a ciddi rakip olacak diye denediğim pek çok telefon da hayal kırıklığı yarattı bende. İtiraf edeyim Samsung Galaxy 3S için de ilk başta aynı şeyi düşündüm. Üç gün kullanır vazgeçerim dedim.
Fena halde yanılmışım. Yüzde 37 daha büyük ekran (iPhone’dan daha ince olduğu için taşıması zor değil), önemli miktarda yüksek ekran çözünürlüğü…”
Bu ifadeler üzerine, Hürriyet Okur Temsilcisi Faruk Bildirici, 9 Temmuz’da yayımlanan yazısında, savunmasını da yansıtarak Semercioğlu’nu uyardı. Okurdan, “Semercioğlu’nun Samsung tarafından dört gün ağırlandıktan ve 2 bin 200 liralık bir cep telefonu hediye edilmesinden sonra köşesinde bu şirkete güzelleme yaptığı” eleştirilerinin geldiğini belirten Bildirici, şöyle devam ediyordu:
“Bu eleştiri ve iddiayı Semercioğlu’na aktardım. Özetle ‘Bana test etmem için neredeyse her yeni telefon gelir. Ben de bu tür karşılaştırmaları yıllardır yazarım’ yanıtını verdi. Arşivi taradım, haklıydı. Daha önce de benzer yazılar yazmıştı. Örneğin, 11 Ağustos 2009 tarihli yazısı da ‘N97, iPhone’a karşı’ idi; o yazıda da ‘iPhone ve Blackberry Bold'u bir kenara bıraktım, Nokia N97 modelini kullanıyorum bir süredir’ diyordu.
Ne yazık ki, Okur Temsilcisi olarak Hürriyet Yayın İlkeleri’nin dördüncü maddesini hatırlatmakla yükümlüyüm; ‘Yayına konu edilen veya edilmesi düşünülen kişilerden veya kurumlardan meslek etik ve geleneklerine aykırı hiçbir hediye veya ayrıcalık kabul edilemez.’
Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi de gazetecilerin yayınlarla ilgili “hediye ve maddi menfaati reddetmesi” gerektiğini vurguluyor.
(…) Bir gazeteci, yazdığı bir konuyla ilgili olarak hediye alıyor, maddi çıkar sağlıyorsa aradaki ilişkinin niteliği gazeteci-haber kaynağı ilişkisi olmaktan çıkar. Piyasa ekonomisi koşullarında bir firmanın karşılık beklemeden “hediye” etmesi de söz konusu olamaz.
Sorun şu, o cep telefonları Semercioğlu’na test ettiği için mi gönderiliyordu, yoksa gazetede yazıp tanıttığı için mi? Hem de uzmanlık alanı magazin olmasına rağmen…”
Bildirici’nin bu yazısını, Semercioğlu’nun, 11 Temmuz’da “Özür dile Faruk Bildirici!” başlığıyla kaleme aldığı tuhaflıklarla dolu cevabı izledi. 30 yılı bulan gazeteciliğinde daima itibar kazanmış, binlerce haberin koşturması arasında – sayısını karıştırmıyorsam - tam 9 araştırma kitabı da yazmış Bildirici’yi hedef alan şu satırlarla başlıyordu Semercioğlu’nun yazısı:
“İzninizle bugün köşeyi kişisel bir konuya ayıracağım; bizim gazetenin okur temsilcisi Faruk Bildirici’ye bir gazetecilik dersi vereceğim…”
Bildirici’nin kendisini uyaran yazısını – nedense - “gazetenin patronundan” başlayarak yöneticilerine kadar taşıdığını anlatan Semercioğlu, “kendi gazetesinde Okur Temsilcisi tarafından hediye karşılığı yazı yazdığının iddia edilmesine” karşı şaşkınlığını dile getiriyordu.
Semercioğlu, Hürriyet’in Okur Temsilcisi’nden “kendi gazetesi” dışında bir mesai mi bekliyordu, anlayamadım. Her neyse Semercioğlu, Bildirici’nin, uyarı yaptığı yazıda kendisinin “tek kelime bile” görüşünü almadığını da iddia ediyordu. Yani, Bildirici’nin yazısında yer verdiği “Bana test etmem için neredeyse her yeni telefon gelir. Ben de bu tür karşılaştırmaları yıllardır yazarım” açıklamasını yok sayıyordu.
Semercioğlu, eğer Bildirici kendisinin görüşünü alsaydı (aslında aldı), İstinye Park’tan aldığı Samsung Galaxy S3 model telefonun 2 bin 250 liralık faturasını gösterebileceğini de yazdı. Medyatava’nın sahibi “Güzel Şeyler” şirketi adına kesilmiş faturayı köşesinde yayımlayan Semercioğlu, dava açacağını duyurduğu Bildirici’den “özür” beklediğini de kayda geçirdi.
Özetle; Bildirici’nin köşesinde çıkan savunmasına hiç değinmeyen ve “tek kelime” görüşünün alınmadığını iddia eden Semercioğlu, Samsung’dan asla “hediye telefon” almadığını öne sürüyordu.
Pekâlâ.
Ne beklersiniz? Okur Temsilcisi olarak haftada bir gün yazan Faruk Bildirici’nin bu pazartesi günü Semercioğlu’na vereceği cevabı, değil mi?
Ama öyle olmadı.
İki gün sonra, 13 Temmuz Cuma günü, Semercioğlu’ndan ikinci tuhaf yazı geldi. Yazısındaki “Samsung’un açıklaması” başlığı altında şu satırlar vardı:
“Londra 2012 Olimpiyatları’nın ve Olimpiyat Meşalesi Koşusu’nun küresel resmi sponsoru olan Samsung Electronics’in, Türkiye’yi temsilen meşale koşusuna katılacak olan meşale taşıyıcılarına, konu ile ilgili basın toplantısını takiben takdim ettiği Samsung’un Olimpiyat Telefonu Samsung Galaxy S3, meşale taşıyıcısı Sayın Cengiz Semercioğlu tarafından ‘etik’ sebeplerden dolayı İngiltere dönüşü tarafımıza geri gönderilmiştir. Şu an telefon bizdedir.”
Semercioğlu’nun köşesindeki bu açıklamadan ne anlıyoruz? Semercioğlu’nun, iki gün önceki yazısında hiç söz etmediği bir hediye telefonun varlığını artık kabul ettiğini! Ve hediye telefonu önce aldığını, fakat bir süre sonra bu durumu “etik” bulmayarak geri göndermek durumunda kaldığını…
Ancak Semercioğlu’nun son yazısı, Samsung’un açıklamasından ibaret değildi. O yazıdan da birkaç satırı hatırlayalım:
“Aldığım telefonun faturasını dün yayınladım. Samsung’un açıklamasını koydum...
Satıcının açıklamasını yazdım...
Faruk Bildirici’ye tüm bu belgelerle dava açacağımı ve kendisinden özür beklediğimi de söyledim.
Dolayısıyla bu iş benim için bitmiştir.
Ayrıca Hürriyet yönetiminin yazım vesilesiyle yaptığı bir uyarıyı da aktarayım.
Ben dahil hiçbir Hürriyet yazarı marka veya mekan ismi vererek, ölçüsüzce övücü/yerici yazmamalı.
Hürriyet Gazetesi’nin Yayın İlkeleri bu tür yazılara izin vermez.
Eğer, rekabetin bu kadar yüksek olduğu telefon piyasası sektöründe yazılan böyle bir yazının yanlış anlaşılmaya müsait olduğunu göz ardı ettiysem, üretici ve tüketiciden özür dilerim…”
Bu sözlerden ne anlıyoruz? Arada her ne olduysa ve kendisi aleyhine her ne saptandıysa, Bildirici’nin ardından Hürriyet yönetimi de Semercioğlu’nu “köşesinde reklam yaptığı” konusunda uyarmış ve “özür dilemesini” istemiş.
Toparlayalım.
Faruk Bildirici, ne için uyarı yapmıştı?
Semercioğlu’nun hediye cep telefonu kabul ettiğini ve köşesinde “reklam” içerikli yazı yazdığını.
Semercioğlu’nun kendi yazısıyla ortaya çıkan ne?
Evet, Semercioğlu’na bir hediye telefon verilmiş ve dilenmek zorunda kalınan “özür”e bakılırsa Hürriyet’teki köşesinde “reklam” yapılmış.
Bu arada Semercioğlu, her satırı doğru çıkan Bildirici’nin uyarısına karşı gazetede sergilediği üslubu sosyal medyada ne yazık ki sulandırarak köpürttü. “Hediye telefonu ve reklam yaptığını” kabul etmek zorunda kaldığı ikinci yazısından önceki yazısını, yayımladığı faturaya işaret ederek, “Ayılana gazoz, bayılana fatura” sözleriyle Twitter’da duyurdu.
Sahi Twitter!
Mesele malum, Semercioğlu’nun 27 Haziran’da yayımlanan “Bana iPhone’u bıraktıran telefon” başlıklı yazısından çıktı. Peki bırakılmış mıydı o telefon? Cevabı, 11 Temmuz 2012’de paylaşılan “Ayılana gazoz, bayılana fatura” twitinin altında Semercioğlu’nun kendisi veriyor. Zira o tweetin altında, gönderen cihaz olarak iPhone’un adı geçiyor!
Semercioğlu’nun meşale koşusu için yurtdışında olduğu sırada, yani 17 Haziran’dan itibaren geçen birkaç gün içinde attığı tweetlerde ise “android işletim sistemli” bir telefon görünüyor. Semercioğlu’nun “bayılana fatura” diye ilan ettiği faturanın tarihi 21 Haziran olduğuna göre, 21 Haziran’dan önceki yurtdışı tweetlerinde görünen “android” telefon da… O “android”in Bildirici’nin meseleyi kurcalamasıyla birlikte ortadan kaybolması da izaha muhtaç.
Şimdi Semercioğlu’na soralım…
11 Ağustos 2009’daki yazısında da "iPhone ve Blackberry Bold'u bir kenara bıraktım, Nokia N97 modelini kullanıyorum bir süredir” diyen Semercioğlu’nun o Nokia için de bir faturası var mıdır?
İlk yazıda reddedip ikinci yazıda kabul ettiği “hediye” telefon konusunda okuru yanıltmış olmadı mı?
İlk yazıda reddedip ikinci yazıda firma ve tüketicilerden “özür dilediği” reklam yazısı için… Ve kendisinin savunmasını da yansıttığı halde “tek kelime görüş almadan yazdığını” öne sürdüğü için Bildirici’ye karşı da bir özür borcu yok mu?
Hürriyet gibi erişimi çok yüksek bir gazetede, “Kullanıyorum” dediği, ancak gerçekte kullanmadığı veya “Bıraktım” dediği, ancak gerçekte bırakmadığı telefonlar konusunda okuru neden yanıltıyor? Cevap yine “hediye”de mi beliriyor?
Samsung tarafından İngiltere’de eşiyle birlikte ağırlandı mı, ağırlandıysa nerede, nasıl ve kaç gün sürdü?
Ve köşesinde ilan ettiği gibi, her satırı kendi yazısıyla doğrulanan uyarısı için Faruk Bildirici’ye gerçekten dava açabilecek mi? Yoksa okur bu konuda da mı yanıltılmış olacak?
Toplumun her kesiminde olduğu gibi gazeteciler de “kahraman” arıyor bu ülkede. Yalnız bırakılarak kahramanlaştırılan ve bu yalnızlık sebebiyle genellikle tüketilen kahramanlardan ve trübünlerdeki figüranlardan söz ediyorum.
Bu sıkıcı uzunluktaki yazıyı bunun için de yazdım. “Faruk”lar kahraman, bizler figüran olmamalıyız. Zira şirketlerin ikramına gönül indiren, hediyelerle kararlılığı sınanan, bedava gezilerde ağırlanmanın bedelini sütunlarda, köşelerde ödeyen gazetecilik ile bu pisliği parayla örtbas etmeye çalışanlar hepimizin sorunu.
Bakın bu son tartışmayı, Bildirici ile Semercioğlu arasında özel bir mesele gibi söz konusu eden isimler de oldu. Misal Bersay İletişim’in sahibi Ali Saydam, Akşam gazetesindeki köşesinde, tuhaf benzetme ve yanlışlarla dolu, yakışıksız dokundurmalar ve hakaret içeren bir yazı yayımladı. “Hürriyet maneviyatını mı kaybediyor” başlıklı yazısında Saydam, Bildirici’nin uyarısıyla başlayan süreci “iki gazeteci arasında tatsız, zarar veren bir polemik” olarak değerlendiriyordu.
Saydam’a göre, “küçük bir azınlık” dışında Semercioğlu’nun sevmeyeni yoktu. Olabilir, ama o “küçük azınlığın” da Semercioğlu’nu “hasetle kıskananlar” olduğunu yazıyordu Saydam. “Hasetle kıskanmak” ne demektir bu jant üzerinde giden yazıda, o ayrı mesele.
Nihayet Saydam, Semercioğlu’nu “kimliği açık ya da gizli e-şerefsizlerin tefe koydukları”nı öne sürüyordu.
Ortaya “Bildirici zor durumda gibi” bir “tespit” de sıvayan Saydam, Semercioğlu’nun kendi yazısıyla aynı gün yayımlanan hediye ve reklam itirafı ile dilediği açık özürden sonra utanmış mıdır, bilmiyorum. Tavsiyem, yazılarını yayımlamadan önce ciddi bir iletişimciye okutması.
Reklamı ve hediyeyi kabul ettiği olayda Semercioğlu’nu savunan bir PR’cı daha var; Prof. Ali Atıf Bir. Bütün bu süreçte Semercioğlu’nun haklı çıktığı nokta, zaten burada somutlaşıyor. “Halkla ilişkiler sektörünün kendisini iyi tanıdığını” yazmıştı Semercioğlu, durum onu gösteriyor.
Diyor ki Ali Atıf Bir pazar günü Bugün’de yayımlanan yazısında, “Her taraflarından köylülük akarken bu şehirli kibarlıkları çok komik durur. Cengiz Semercioğlu'na Samsung Galaxy S3 nedeniyle yapılanlar, böyle bir sonradan yamama bir etikçilik tavrı olduğu için komik. Semercioğlu'na yapılan muamele üstelik utanç verici.”
Her taraftan köylülük akarken “koyverin gitsin” diyor yani.
Başka?
Semercioğlu’nun “ilan ettiği etmek zorunda kaldığı faturaya, köşesinde marka veya mekân ismi vererek ölçüsüzce övücü / yerici bir yazı yazdığı için özür dilemek zorunda kalmasına acaip isyan ettiğini” anlatıyor Ali Atıf Bir. Kendisinin de yıllarca Hürriyet’te yazdığını hatırlatıyor, elbette neden yazılarına son verildiği meselesine girmeden!
Sonra?
“Hürriyet dahil, gazetelerjn ekonomi sayfalarında zaten ölçüsüzce PR haberleri yapıldığını, reklam alabilmek için hak etmeyen haberlerin büyütüldüğünü, reklamverenlere özel muamele yapıldığını, sürekli aynı kişi ve şirketlerin kollandığını” anlatıyor. Ve bütün bu rezaletin arkasında “kötü bir şey aranmazken Semercioğlu’nun taşlanarak öldürülmeye çalışıldığını” buyuruyor.
Peki nasıl “taşlanıp öldürülüyor” Semercioğlu? “Çünkü” diyor Ali Atıf Bir, “O garip, savunmasız biri.”
Semercioğlu’na da haksızlık değil mi, Türkiye’nin en etkili gazetelerinden birinde köşe yazarken, bir medya sitesinin girişimcileri arasında yer alırken ve televizyonlarda program yaparken “garip ve savunmasız biri” sayılmak!
Ve Ali Atıf Bir’in “köylülere” son tavsiyesi:
“Şehre yeni taşınmış köylüler gibi göstermelik ‘etik’ kibarlığa gerek yok!..”
“Şehirli profesör”ün taşralı öğüdü bu, ne kadar rezil olursak o kadar iyi!
Bir gün elbette yazılmalı; bu “halkla ilişkiler” kontenjanından medyaya tayin edilenler kaç gazeteciyi nerelerde, kimler için ağırladı, gazetecilere ne hediyeler sağladı ve karşılığında neler yazdırdı? Bu mesleğe karşı çevrilen entrika gibi inşa edilen o köşeleri hangi taşralı heveslerle pazarladılar ve ne kadar ileri gittiler ki Hürriyet’te bile barınamadılar, mutlaka yazılmalı.
Ama vaat edilmiş bir para gibi ağırlandıkları köşelerdeki hem kekeme, hem geveze açlıklarıyla berbat ettikleri gazeteciliği temizlemek üzere, ellerimizde kovalarla biz buradayız. Unutturduklarını sandıkları geçmişlerinin onları unutmadığını göstermek üzere, buradayız. “Faruk”ları asla yalnız bırakmamak üzere, buradayız…
Çok uzadı bu yazı, bitirelim.
“Yalan” demiştik. Kendimiz hakkında bilmediğimiz bir şeymiş gibi davrandığımız, kendimizden de sakladığımız bir sır gibi yaşadığımız, bu ülkede "halka ilişkiler"in ana dili olmuş yalan!
Kim olursa olsun, tanımak zordur insanı. Bir insanda görebildiğiniz, daha çok, o insana ilişkin sizin fikirlerinizdir. Bazen o insanın kendisi değil sadece sizdeki hayalidir o fikirler. Arzularını, zaaflarını, planlarını, kaygılarını, korkularını belli etmek konusunda tabiatın en seçici varlığından söz ediyoruz. “Taklacı güvercinlik” burada başlar, “yalan” burada…
Taklacı güvercinlere dikkat edin…