Refik Halid Karay, "Memleket Hikâyeleri"nde savaşlarla yoksul, çaresizlikle yoksun düşmüş Anadolu'dan kötücül hikâyeler anlatır. Memleket Hikâyeleri'ni değerler üzerine inşa eder bir yandan Karay, diğer yandan Anadolu'dan da bize haber verir ki, Tanrı'ya güven ama barutunu kuru tut! Zira hayat çetindir ve ihtimal insan evladı kötücül!
Karay'ın Memleket Hikâyeleri yazıldıktan neredeyse bir asır sonra zihnimde tekrar yürürlüğe girerken, yaşadıklarımız eşliğinde "Kimse şaşırmasın, bu biziz" diye geçiyor içimden. İktidarı, siyasetçisi, medyası, polisi ve yargısıyla biz.
Murat Belge, National Geographic arşivlerinden derlenen fotoğraflarla hazırlanan ve 2000 yılında "Bak Bir Varmış Bir Yokmuş-İmparatorluk'tan Cumhuriyet'e İstanbul" başlığıyla açılan sergi ve aynı adla basılan albüm için kaleme aldığı yazıda, kendimiz karşısında duyduğumuz "Aa, bu benim!" şaşkınlığını çok güzel anlatır.
“National Geographic’in yayına başladığı yıllarda tanıtmaya başladığı dünya içinde, değişme konusunda bilinçli karar vermiş nadir ülkelerden biriydi Türkiye. Sergide, başkalarının algılaması için üretilmiş, ama bizim baş kahramanı olduğumuz bir şeyi temaşa ediyoruz. Bir zamanlar konusu olduğumuz şeyin ‘seyircisi’yiz şimdi. ‘Aa, bu benim!’ diyoruz...”
Ancak Belge, kararlı bir değişimin sonrasında mazideki kendini izleyişin şaşkınlığını tasvir eder. Peki bugün hemen her olayda kendisini tekrar eden bir toplumun yine de gördükleri karşısındaki sözüm ona şaşkınlığını nasıl açıklayabiliriz? Benim cevabım, doğruyu, hep başkalarına düşen bir rol gibi "oynamaya" alışmış bir toplumsal gelenekten geçiyor.
Siyaset ve medyaya bakın. Daha birkaç ay öncesine kadar insanların medya mahkemelerinde mahkûm edilmesinden yakınan cephenin yayınlarındaki köşelerde bugün medya mahkemeleri kuruldu. Daha birkaç ay öncesine kadar, gizli soruşturmalardan sızan iddialarla yargılanmakta olan insanları meydan konuşmalarında mahkûm eden iktidar sözcüleri, bugün masumiyet karinesinden söz ediyor. Özel hayatlarına tuzak kurulmuş insanların arsızca dikizlenmiş hayatlarını seçim meydanlarına açanlar, bugün kendileri için mahremiyeti kutsallaştırıyor.
Gelin; yolsuzluk, kara para ve rüşvet iddiasıyla yürütmek istediği soruşturma elinden alınan Terörle Mücadele Kanunu'nun 10. maddesiyle yetkilendirilmiş İstanbul Cumhuriyet Savcısı Muammer Akkaş'ın durumuna, Şemdinli davasının savcısı Ferhat Sarıkaya'nın başına gelenlerin merceğinden bakalım. Sarıkaya'nın yanında ve karşısında kimler vardı, Akkaş'ın yanında ve karşısında kimler var, birlikte bakalım. Bakalım ve doğruyu savunma nöbetinin, bu ülkede gücü elinde bulunduranlara nasıl uğramadığını birlikte görelim.
Malum, Şemdinli'de 9 Kasım 2005'te Seferi Yılmaz'a ait Umut Kitabevi bombalandı. Patlamanın ardından Şemdinli'de olağandışı bir gelişme yaşandı; ilçe halkı bombalamadan sonra jandarma binasına yürüyüşe başladı. Zira bombayı atanların kullandığı araç, bölge halkının iyi bildiği isimlere, jandarmaya aitti!
Umut Kitabevi'ndeki patlamada Mehmet Zahir Korkmaz adlı vatandaş hayatını kaybetti. Bölge halkını ayağa kaldıran bombanın ve fail olarak görülen astsubayların ardından savcı olay yerinde inceleme yaparken tuhaf bir gelişme daha yaşandı. “Tanju Çavuş” adlı uzman çavuş, savcının da içinde bulunduğu kalabalığa ateş açtı ve bu kez de Ali Yılmaz adlı bir kişi öldü.
Bu arada, kitabevi bombalanan Seferi Yılmaz'ın eski bir PKK'lı olduğu bilgisi yayılarak kamuoyuna "bu işi fazla kurcalamayın" mesajı verilmeye çalışıldı. Ancak Şemdinli halkı failleri aynı gün yakalayarak jandarmaya teslim etti. Yakalanan Astsubay Ali Kaya ve Özcan İldeniz ile itirafçı olduğu anlaşılan Veysel Ateş tutuklandı.
Tam bu sırada o dönemde Genelkurmay Başkanlığı için gün sayan dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Yaşar Büyükanıt'ın Astsubay Ali Kaya için yaptığı unutulmaz açıklama geldi:
“Tanırım, iyi çocuktur!..”
Olaya el koyan Van Özel Yetkili Savcılığı, iddianameyi 5 Mart 2006'da tamamladı. Savcı Ferhat Sarıkaya, 7 Mart'ta kabul edilen iddianamede “Orgeneral Yaşar Büyükanıt'ı adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs etmekle” suçladı. Sarıkaya'nın iddianamesinde, Büyükanıt ve silah arkadaşları, "suç işlemek için örgüt kurmak, görevi kötüye kullanmak ve sahte belge düzenlemek"le de suçlanıyordu. Ne dersiniz, iddialar çok tanıdık değil mi?
Sarıkaya'nın suçlamaları üzerine Büyükanıt ile birlikte Van Asayiş Kolordu Komutanı, Hakkâri Dağ ve Komando Tugayı Komutanı ile Hakkâri İl Jandarma Komutanı'nın dosyaları ayrılarak Genelkurmay Başkanlığı'na gönderildi. Bu dosyalar için Genelkurmay Başkanlığı'nda bir soruşturma başlatılmadı, ancak Sarıkaya hakkında muazzam bir kampanya başladı. O kadar ki, o sırada ana muhalefet partisi CHP'nin Genel Başkanı Deniz Baykal, Sarıkaya'nın Şemdinli olaylarıyla ilgili olarak hazırladığı iddianamede Kara Kuvvetleri Komutanı Büyükanıt'ın suçlanmasını "Türk Silahlı Kuvvetleri'ne karşı 'darbe girişimi' ve yargının bu girişime alet edilmesi" olarak niteledi. Baykal'ın 7 Mart 2006'da Radikal'de yayımlanan sözlerini hatırlayalım:
"Hükümet yanlış işler yapıyor. Bunlardan biri de Büyükanıt'a yönelik iddianame. Genelkurmay Başkanı olacak biri hakkında dava açma girişimi yaşanıyor. Bunun arkasında ne var? Daha önce Van Başsavcısı, Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörü hakkında da bir iddianame hazırladı. Sorun hukuk sorunuydu. İddianamenin ciddiyeti yoktu. Aynı başsavcı, Kara Kuvvetleri Komutanı hakkında hukuki değeri ciddi şekilde tartışmaya açık bir iddianame hazırlıyor. Hukuki değil, siyasi niteliği var. Bu savcı iktidarın hoşlanmadığı önemli makamları yıpratmak için elinden geleni yapıyor. (...) Altında hangi niyetler var?
Silahlı Kuvvetlere karşı bir girişimle karşı karşıyayız. Genellikle silahlı kuvvetler darbe yapar diye bilinir. Öyle anlaşılıyor ki, bazen de silahlı kuvvetlere karşı darbe planlanıp, girişimde bulunulabiliyor. Üzücü olan, o girişime yargının alet edilmesi.
Bir müdahale var. Silahlı Kuvvetleri yönlendirme ihtiyacı var. Durum ciddi. Daha önce yargıya, eğitime müdahale edildi. Şimdi TSK'ya müdahale edilmek isteniyor.
Kadrolaşma hareketinde böyledir, ülkenin en temel kurumları sallanmaya çalışılıyor. Amaçları Türkiye'yi başka bir doğrultuya, başka bir rotaya çekmek. Anlayışları bu..."
Van özel yetkili savcısı Sarıkaya, aleyhinde yürütülen kampanyanın ardından, göreve çağrılan (yine ne kadar tanıdık değil mi) Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nca (HSYK) savcılıktan atıldı! Savcılık mesleğinden ihraç edilen Sarıkaya'nın avukatlık yapma imkânı da elinde alındı.
Arada, Ergenekon ve Balyoz davası süreçleri yaşandı. Hükümete karşı müdahale hazırlıklarının ortaya çıkarıldığı bu süreçte, henüz hakkında hüküm verilmemiş çok sayıda insan da mağdur edildi. Misal Başbakan Tayyip Erdoğan, Fethullah Gülen cemaati hakkında yazdığı, ancak henüz yayımlanmamış kitabı nedeniyle tutuklanan ve 375 gün hapsedilen gazeteci Ahmet Şık için "bombadan tesirli kitaplar olabilir" diyebildi.
Gülen cemaati ve AKP'nin operasyonların aynı tarafında yer aldığı günlerdi. Başbakan'ın "Ne istediler de vermedik" dediği günler...
Malum, izleyen süreçte "özel yetkili mahkemeler ve savcılık" müessesesi kaldırıldı, yerine "ağır ceza mahkemeleri" ile "Terörle Mücadele Kanunu'nun (TMK) 10. maddesiyle yetkilendirilmiş savcılık" uygulaması getirildi. Bir başka deyişle, özel yetkili savcılık, TMK tarifiyle sürdürüldü.
Arada MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ın sorgulanmak istenmesi, cemaate karşı eylem planı istemini içeren Ağustos 2004 tarihli MGK kararının altında Başbakan ve bakanlarının imzasının da bulunduğunun ortaya çıkması ve nihayet dershane kavgasının ardından Gülen cemaati ile AKP, Sünni İslamcı cephede görülmemiş ölçülerde birbirlerine girdiler.
Yine malum, İstanbul savcıları, 17 Aralık'ta yolsuzluk, kara para aklama ve rüşvet iddialarıyla büyük bir operasyon başlattı, iki bakan oğlu, İranlı işadamı Reza Zarrab'ın odağında bulunduğu iddia edilen kuşkulu para trafiği içindeki görüntüleri üzerine tutuklandı. Operasyonda, evindeki ayakkabı kutuları içinde milyonlarca dolar çıkan Halkbank Genel Müdürü Süleyman Aslan da tutuklandı. Rüşvet ve yolsuzluk iddialarına adı karışan dört bakan, dokuz gün sonra da olsa, hükümetten ayrılmak zorunda kaldı.
İkinci bir yolsuzluk operasyonunun haberini alan hükümet yüzlerce polis şefini görevden aldı, yargının talimatı altında "adli kolluk" görevi yapan polisi amirlerine bilgi vermeye zorlayan yönetmelik değişikliğini yaptı. Ancak Danıştay, Adli Kolluk Yönetmeliği'ndeki bu değişikliğin yürürlüğünü durdurdu.
Ardından, TMK 10. maddeyle görevli savcılardan Muammer Akkaş'ın, Başbakan Tayyip Erdoğan'ın oğlu Bilal Erdoğan'ın da aralarında bulunduğu bazı isimler için ifade, gözaltı ve arama talimatlarını içeren yargı kararları eşliğindeki operasyonu başladı. Aslında başlayamadı, başlarken durduruldu. Değiştirilen polis müdürleri, savcı talimatı ve mahkeme kararlarını uygulamadılar, kimseyi gözaltına almadılar, hiçbir yerde arama yapmadılar, 2 Ocak'ta savcılığa çağrılan Bilal Erdoğan'a ifade tebligatında bulunmadılar.
Bu süreçte "doğru" bir kez daha el değiştirdi. Başbakan Erdoğan, "yüz karası, militan, marjinal savcı" dediği Akkaş için HSYK'yı göreve çağırdı. Sarıkaya için "TSK'ya darbe girişimi yapıldığını" öne süren CHP'nin geçmişteki söylemini bugün Akkaş için Erdoğan meydanlarda yineliyor. Başbakan "Yolsuzluk değil, milli iradeye karşı darbe girişimi var" iddiasıyla meydanlarda dolaşıyor.
Sarıkaya'nın iddianamesini "devlette kadrolaşma"nın sonucu olarak gören CHP'nin geçmişteki "tespitini" bugün Başbakan Savcı Akkaş için paylaşıyor. 11 yıldır tek başına yönettiği "devletin içinde, poliste ve yargıda çeteleşme olduğunu" söylüyor, "tezgâh, komplo, kirli operasyon, darbe girişimi" diyor.
Yaklaşık yedi yıl önce, Şemdinli davasının bir numaralı sanığı Ali Kaya için "Tanırım iyi çocuktur" diyen dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı'nın tavrını, yolsuzluk iddialarının odağındaki isim olan Reza Zarrab için bugün Başbakan tekrar ediyor. Soruşturmanın en önemli şüphelisi için "Altın ihracatı yapan biridir. Ülke ekonomisine katkısı olduğunu biliyorum. Bu tür hayır işlerine girdiğini de biliyorum" diyor.
Medyayı da ekleyin bu tabloya. Bir yanda "Ortada hiçbir şey yok, darbecilerin hedefi hükümet" diyenleri, diğer yanda adı geçen herkesi henüz iddianame bile hazırlanmadan köşesinde "hırsız" ilan edenleri, geçmişten bugüne uzanan kırık çizgilerini unutmadan izleyin. Misal, nasıl oluyor da İslamcı Yeni Akit gazetesi, bugün Kemalist Cumhuriyet gazetesi gibi, "Gülen cemaati devlete sızdı" manşetleriyle karşımıza çıkabiliyor, durun ve düşünün.
Peki, Sarıkaya'nın iddianamesinde aşırılıklar yok muydu? Elbette vardı, ama adı üzerinde "iddianame."
Peki Sarıkaya'nın hataları olmadı mı? Elbette oldu, hem de çok büyük hataları oldu. Örneğin, yine Van'da "özel yetkili savcı" olarak "çete" iddiasıyla yürüttüğü yolsuzluk operasyonunda Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörü Prof. Yücel Aşkın ile Genel Sekreter Yardımcısı Enver Arpalı'yı gözaltına aldırıp tutuklattı. Sonunda tek kuruş yolsuzluk çıkmayan o davaya ilişkin süreçte, suçlamayı onuruna yediremeyen Arpalı cezaevinde intihar etti. Sarıkaya'nın hayatında göreceği en büyük vicdan cezasıdır bu.
Peki Sarıkaya mağdur edilmedi mi? Elbette edildi. Askerin güç sahibi olduğu o dönemde HSYK tarafından savcılıktan atılarak, avukatlık yapma imkânı bile elinden alınarak mağdur edildi. Ancak 12 Eylül 2010'da yapılan anayasa değişikliğinin ardından HSYK tarafından meslekten çıkarılanlara görevlerine geri dönme olanağı sağlandı ve Sarıkaya'nın hakları iade edildi.
Bugün İstanbul Cumhuriyet Savcısı Muammer Akkaş'ın, elinden alınan soruşturmada bazı hatalar olabilir mi? Elbette olabilir. Örneğin, yolsuzluk, usulsüzlük ve rüşvet iddialarıyla yürüttüğü soruşturmanın, Terörle Mücadele Kanunu ile tanınan yetkiye paralel bir içeriği olup olmadığı tartışılabilir.
Peki Akkaş mağdur edildi mi? Edildi, ediliyor. Yargıya açıkça müdahale eden Başbakan Savcı Akkaş'a meydanlarda "yüz karası" diye hakaret ediyor, Adalet Bakanı'nın başkanı olduğu HSYK'nın vaktiyle Sarıkaya'ya yaptığını Akkaş için tekrar etmesini istiyor.
Peki, Sarıkaya savcılıktan atılsa da, Şemdinli davası sonuçlandı mı? Bütün engelleme ve olayın üzerini askeri yargıda kapama gayretlerine rağmen, Şemdinli'de kitabevini bombalamaktan suçlu bulunan sanıklar 39 yıl 10'ar ay hapis cezasına çarptırıldı.
Ne dersiniz; Savcı Akkaş'ın elinden alınsa da yolsuzluk iddialarıyla başlatılan soruşturmalar da sonuçlandırılır ve varsa sorumluluğu olanlar cezalandırılır mı?
Emin değilim. Zira bu kez, görevden alınan iddia makamına Başbakan oturdu ve meydanlarda "Yolsuzluk yok, darbe girişimi var. Savcı yüz karası. HSYK da suç işliyor. Yetkim olsa HSYK'yı ben yargılarım" diyebiliyor.
Evet, bütün bu hikâyeye çekilecek çizginin altında kalan biziz. İktidarı, muhalefeti, medyası, yargısı ve polisiyle, gerçekleri işimize geldiği gibi ayıklayan ve çarpıtan biz...
Ne olursa olsun, 12 Eylül darbesinin 30 yıl sonra da olsa yargılandığı bu ülkede, gün gelir yargıya vesayet dayatanlar da yargılanır mı dersiniz?
Bilmiyorum.
Başbakan Ege meydanlarında yinelediği "darbeci militan savcı" konuşmasından sonra "Beraber yürüdük biz bu yollarda" mısraını AK Parti andı olarak bir kez daha tekrar ettiriyor.
Ve bana her şey Şemdinli'yi hatırlatıyor...
Twitter: @DOGANAKINT24