1979’da doğan kız benim. Şimdi söyleyin ne olur, ben kimim, “onlar” kim?
“Rus işgali sırasında Bitlis, bir harabe şehir görüntüsü alır. Düşmanın çekilmesinden sonra, savaş esnasında Bitlis'ten kaçan bir baba ve oğul, evlerine dönmek üzere yola çıkar, şehre hakim konumdaki Dideban Dağı eteğine varırlar. Baba, canlı kalıp kalmadığını öğrenmek için oğlunu şehre gönderir. Bir süre sonra oğul geri döner ve uzaktan babasına seslenir: ‘şehirde yaşama dair hiçbir iz yok; sadece beş tane minare ayakta kalmış.’ Bunu duyan baba yıkılır, diz çöker ve bir ağıt yakarak oğlunu yanına çağırır. Bitlis'te beş minare (beri gel oğlan beri gel), Yüreğim dolu yare (beri gel canan beri gel).” *** Mahzun Kırmızıgül, “New York’da Beş Minare” filminin çekimlerini tamamlamak üzere. Film ekibi, bugünlerde Amerikalı oyuncu Gina Gershon beraberliğinde, çekimlerin Doğu ayağı için Bitlis’teler. Filmde, Amerika’da yaşayan cemaat liderini Haluk Bilginer canlandırıyor. Fragmandan gördüğüm kadarıyla, mükemmel ingilizcesiyle, her zamanki gibi muhteşem oynuyor. Film Kasım ayında vizyonda olacak. Tartışmaları bol olacak yapıtın nasıl kotarıldığını, izleyince göreceğiz. Biz, Türkiye’nin minarelerinden devam edelim... *** Yıl 1920. Söke’de bir Türk tüccar, Polonya asıllı, müthiş güzel bir Yahudi kızı ile evlenir. 2 erkek çocukları olur. Osmanlı İmparatorluğu’nun son demleri, Kuva-yi Milliye’nin ilk günleri... 1. Cihan Harbi sonrası tüm dünyada buhranlı bir sükunet hakim...Bunlar bu ufak aileye en başta dokunmaz. Birkaç yıl sonra, gencecik, güzeller güzeli anne, bir salgın hastalık sonucu aniden ölür. Baba da, çocuklar da perişan olur. Baba, Türkiye-Yunanistan nüfus mübadelesi sırasında, Girit’den daha yeni gelmiş bir ailenin kızı, yaşını almış ancak evlenmemiş, iyi yürekli bir Türk Müslüman kadınıyla evlenir. Daha evlilik ilk yılını doldurmadan, yeni eşinin onaran iyiliğine rağmen, büyük aşkını unutamadan, baba da ölür. Etrafın dediğine aldırmayan, beklentileri tersine çeviren bu müthiş kadın, daha birlikte bir yıl bile geçirmeden vefat eden eşinin oğullarına sahip çıkar. 1920ler yokluk zamanlarında bir kadın, kendinden gerçek bir anne çıkarır. Çocuklar şaşkın, öksüz, yetim, yokluk içinde, ama çalışkanlıkla, minnetle, hırsla hayata sarılırlar. Onların ailesi dağılırken, Türkiye de tarihinin en köklü, en destansı değişim sürecinden geçmektedir. Büyük olan çocuk, ailenin “yavru reis”i, devlet okullarında parasız yatılı okuyup, büyük başarıyla İstanbul Teknik Üniversitesi Makine Mühendisliği’nin ilk dönem mezunlarından biri olunca, annesi onu kendi ağabeyinin kızıyla evlendirmek ister. Kan bağı olmadığı için, bu bir akraba evliliği değil, birbirine yakışacaklarını düşünen iki ailenin birlikteliğidir. Kız zeki, başarılı, uslu ve çok güzeldir. 1945’de evlenirler. Dört çocukları olur, Ankara’ya yerleşirler. En küçük kız çocukları, sıkıyönetim yıllarında ODTÜ’de okurken, “Doğulu” bir çocukla tanışır, aşık olur. *** Yıl 1920. Bitlis’in ileri gelen iki Kürt ailesinin çocukları evlendirilir. Derebeylik kurallarının hüküm sürdüğü topraklarda, büyük saygı gören “şıh” aile, Atatürk’ün, ileri gelen Kürt aşiretlerini isyandan uzak tutma ve birlik yönetimine katma politikası içinde, Adalet Partisi’ne kuşaklar boyu milletvekilleri, bakanlar vermeyi sürdürür; Kürtlüğünü bir etnik köken olarak, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığını üst kimlik olarak yaşar. Bu evlilikten altı çocuk doğar. Aslında yedi doğar da, birini iki yaşına gelmeden yokluklar, hastalıklar boğar... Büyük olan kız çocuklar yaşları gelince evlendirilir, baba çok genç yaşında kalp krizinden ölür. Kuvvetli ve acılı anne, üniversite çağındaki iki oğluyla bir kızını alarak Ankara’ya göçer. Çocuklardan küçük olanı, ODTÜ mühendislikte yüksek lisans yaparken, “Suyun Öte Yanından gelmişlerden” bir kız sever. 1977’de evlenir, 1979’da bir kız çocuk sahibi olurlar. 25 yıllık evlilik sonrası boşanır, ama kızlarının ailesi olmayı sürdürürler. Kız özgür, ileri görüşlü, laik ve Atatürk’çü, dev bir Osmanlı mirasının, geniş etnik kökenli tarihinin adeta küçük ölçekli bir haritası gibi renkli olan bir ortamda, mutlulukla büyür. Türkiye ve yurtdışında okuduğu okullarda, çalıştığı işlerde, evliliğinde, ailesinin geniş etnik kökeninin farklılıklarını dillendirmeyi sever... Dili geniş, inancı geniş, mutfağı, müziği, kültürü geniş ülkesinde, en çok barışı ve gerçek eşitliği özler... *** Yıl 2010. Türkiye’de can yakan bir iç savaş var. Savaşın ardında üç beş ayın, kısa dönemli iç-dış politikaların, tek bir hükümetin değil, yüzyılların izleri var. Savaşın, siyasetin ve intikam çığlıklarının dışındaysa nice Türk-Kürt-Rum ailenin, kendi iç öyküleri... 1979’da doğan kız benim. Şimdi söyleyin ne olur, ben kimim, “onlar” kim?