Balkabağı Masallar’dan beri masallı cumartesilere ara vermiştik. Gündem yordu, efsunlu bir masalda soluklanmalı...
Balkabağı Masallar’dan beri masallı cumartesilere ara vermiştik. Gündem yordu, efsunlu bir masalda soluklanmalı... *** Bir varmış, bir yokmuş... Uzak diyarların birinde, uzun yıllardır çocuk sahibi olmak isteyen bir kadınla adam, ümitlerini tam da kestikleri sırada kadının hamile kalmasını, evrenin sürprizine yormuş. O evrenmiş ki sürprizli olduğu kadar oyunbaz, oyunsa adil olduğu denli hilebaz; kadınla adamın bu geç gelen armağana minnettar, şükran dolu ve mutlu olmasını beklemiş. O insanmış ki şükretmeyi bildiği oranda unutkan; alışmış hemen armağanına, günlerine yeni beklentiler eklemiş. Kadının canı her gün değişik bir sebze, egzotik bir meyve, bulunması güç tatlar istemiş. Kırk yıllık eşinin sevgisini on ayın aşermesine ölçütlemiş de sanki, yaşamlarını anlık isteklerine sabitlemiş. Bir gün evlerinin yanındaki, sahibinin kötücül bir cadı olduğunu duydukları bahçedeki marullara da göz koyunca kadın; hamilelik hormonlarıyla sarılı, akıl mantık dinlemeyen karısına iki çift sağduyulu laf söyleyemeyip de, elin cadısından hırsızlığa girişince çapsız adam; artık cadının öfkesini mi evrenin sabrını mı taşırmışlar bilinmez, olanlar olmuş. Cadı, bahçedeki adamın karşısına dikilip, “bu özel rapunzel marullarından dilediğin kadar alabilirsin, ama doğacak olan çocuğunuzu da bana verirsin” diye buyurunca, “yok artık daha neler hanımanne, al marulun da senin olsun” demeyi bile akıl edemeden, tırıs tırıs evlerinin yolunu tutmuş. Kadınla adamın minicik kız bebekleri doğar doğmaz da cadı gelip, kızı alıp götürmüş, ismini Rapunzel koymuş. Masal o ki, kız dünyalar güzeli, upuzun saçlı bir genç kız olarak büyürken, cadı da ona sevgiyle, çok iyi bakmış. Gerçek o ki, insanlar çoğu zaman kaybetme korkusunu sevgiyle karıştırıp, sevdiklerini sevgileriyle boğarlarmış. Cadı da dış dünyadan korumak istercesine, güzelliğini sırf kendine saklamak istercesine, kötüyle iyiyi görüp de ayırt edemez korkusuyla, hepsinden birden uzak tutmak istercesine, Rapunzel’i uzaklarda bir kuleye kapatmış. Rapunzel, ilk seferde cadıyla nasıl çıktıkları belli olmayan merdivensiz bir kulede, umutla, kurtarıcısını beklercesine, mutluluğu ertelercesine uzun yıllar kalmış. Cadı kulenin dibine gelince Rapunzel’e seslenir, Rapunzel de upuzun, kalın bir halat gibi, pırıl pırıl saçlarını kuleden aşağı salarmış. Cadı onun saçlarına tutunarak kuleye inip çıkar, kızını yalnız ve tekil, boğucu ve sahiplenici, ama sıcak ve korunaklı sevgisiyle sararmış. Günler günleri kovalamış. Rapunzel, kulede tek başına, annesi olarak bilip sevdiği cadıyı bekler, pencereden ormanı izleyip, bir yandan da şarkılar mırıldanırken, beyaz atının üstünde oralardan geçmekte olan, belli ki yapılacak bir şeyi, yetişecek bir işi olmayan avare bir prens, ansızın onu duymuş. Saatlerce etrafta gezinip, kuleye çıkış yolları aramış. Bakmış ki yaşlı bir cadı geliyor, bir ağacın ardına saklanmış. Cadının nasıl yukarı seslendiğini, gül yüzlü kızın sırma saçlarını nasıl aşağı saldığını, cadının kuleye nasıl inip çıktığını gören prens, cadı gittikten sonra şansını denemek istemiş. Aşağıdan gelen sesi duyunca ertelediği mutluluğunun şırıltısını duymuş gibi yüreği havalanan oynak Rapunzel, hemen saçlarını sarkıtmış. Kule tepesinde gördüğü bir tutam saçla bir kuple şarkıya aşık olan aklıhavada prens, hemen kıza evlenme teklif etmiş. Kız ve prens başbaşa verip, kuleden kaçmak için plan yapmışlar. Prens her gün gelecek, kıza bir tutam ipek kumaş getirecekmiş. Rapunzel bu kumaşlardan upuzun bir halat yapacak; yaparken özlemini bileyecekmiş. Günün birinde, halat artık hazır olunca, kuleyi arkalarında bırakarak, uzak diyarlara kaçmışlar. Binbir çeşit uzak diyarı gezerken, kızın kulede, prensin dünyada, yalnız ve aşksız geçen günlerinin acısını çıkartmışlar. Masal o ki, geride bıraktıkları kimseyi ya da hiçbir şeyi fazla düşünmeden, sonsuza dek mutlu yaşamışlar. Gerçek o ki, sevginin yolu, kulelere kapatılmadan da bağlanabilmekten, birbirini boğmadan, özgür bırakarak sevmekten, bağımsız bağlılıklara vefayı ve sıcacık bir güveni ekleyerek, yaşamla birlikte büyüyebilmekten geçermiş, anlamamışlar...