Türkiye'deki üniversite sayısı, bilindiği üzere, Adalet ve Kalkınma Partisi'nin iktidara gelmesiyle birlikte hükümet politikası olarak hızlı bir şekilde artmıştır. Bugün itibariyle Türkiye'de 129 devlet, 74 vakıf ve 4 de vakıf meslek yüksekokulu bulunmaktadır. Doktora öğrenimi dahil yaklaşık sekiz milyon kişi de YÖK 2020 yılı verilerine göre bu üniversitelerden birinde öğrenci.
Bu yazıda, vakıf üniversitelerinin internet ortamında ilan edilen sloganlarını mercek altına alarak Türkiye'de vakıf üniversitelerinin yükseköğretime bakış açılarına dair bazı çıkarımlar yapmak istiyorum. Dünyanın çeşitli bölgelerinden 65 ülkenin üniversitelerinin sloganlarına genel olarak bakıldığında en sık geçen kelimelerin "hakikat", "ışık/aydınlık", "öğrenme", "Tanrı", "erdem", "ilim" ve "bilim" gibi kelimelerin olduğu ve bunların da önemli bir kısmının Latince ve İngilizce olduğu göze çarpar. Bunda üniversitelerin kurulduğu tarih ile kurulduğu yerin resmi dili arasında doğrudan bir ilişki vardır denebilir. Yukarıdaki kelimelerin yoğun olarak kullanılması ise özellikle Orta Çağ'dan itibaren süregelen üniversitelerin bir kurum olarak dinsel pratikleri düzenleme vasıfları ile bilimin Apolloncu Kartezyen anlayışının uyumundan kaynaklandığı görüşündeyim.
Türkiye'deki vakıf üniversitelerine baktığımızda ise -her ne kadar sloganlarında "hakikat", "bilim" ya da "ışık" gibi kelimeler olsa da- tarihsel açıdan böylesi bir uyumdan söz etmek doğal olarak zor. Peki vakıf üniversitelerinin sloganları bize ne anlatıyor ya da biz bu sloganlardan ne anlayabiliriz?
Öncelikle, tüm vakıf üniversitelerini bir genelleme içinde değerlendirmek kimi üniversitelere haksızlık olur. Hem bu üniversitelerin Türkiye yükseköğretiminde ve dünya akademisindeki yerleri hem de sloganların kendileri aşağıda incelemeye çalıştıklarımdan kanımca farklı bir çizgide. Ayrıca şunun da altını çizmem gerekir: Web üzerinden yaptığım araştırmada yaklaşık 10 üniversitenin sloganına ulaşamadım. Kimilerinin ise sloganlarını bağlam içinde anlamlandıramadığım için bunlara hiç değinmedim. Bu yüzden bana en çarpıcı gelen ve günümüz yükseköğretim anlayışının evirildiği ibreyi göstermesi bakımından önemli gördüğüm 19 tanesini sizlerle paylaşmak istiyorum.
Öncelikle, sloganların önemli bir kısmı doğrudan öğrenen ya da eğitimciye değil "müşteri" olan veliye hitap ediyor. Bunda vakıf üniversitelerinin ücretli olmasının etkisi muhakkak. Üniversitenin temel işlevine yönelik bir vaat ya da bir gelecek tasavvurundan ziyade, sloganda bir konfor alanı söylemi altında mekânın tekilleştirilmesini görüyoruz:
Bu yönüyle hem kentliliğe hem de konfor alanından öğrenciyi -dolayısıyla ailesini- çıkarmamaya odaklanan bir yaklaşım söz konusu. Mekân olarak üniversitenin bulunduğu alan üzerinden yapılandırılan bu slogan, üniversitenin "butikleşen" özelliğini de bu şekilde meşrulaştırmış oluyor. Bu durum tabii yüzyıllardır genişlik ve yeşil alanla özdeşleşen üniversite ve kampüs tasavvurunun "hız" ve "yapı" odaklı fütürist bir imgeleme evirilmesine de yol açıyor. Bu yönüyle yaşamsal olan temel fonksiyonun ("kalp," "yaşam merkezi" ya da "en iyi sen" gibi) devamının kentle ve merkezde sağlanacağı ve kentten uzaklaştıkça bu fonksiyondan da uzaklaşılacağı iması bence çarpıcı. Bu tutum ayrıca, öğrenciyi "merkezde" tutarak "periferin" ya da "uzak diyarların" tehlikeleri ile otoriteden uzaklaşmanın zararlarını bertaraf ederek, otorite paydaşlarına, genç bireylerin alanlarını daraltan bir imkân da sunuyor. Böylece hem mekân olarak dar, dikey ve küçük alanlar hem de zihinsel olarak "merkezi"lik öğrenciyi bir kalıp içinde yoğurabiliyor.
Bir başka grupta da iş dünyası şemsiyesi altında sermaye, kar, girişimcilik gibi anahtar kelimelerin önemini vurgulayan bir anlayışı ön plana çıkaran çeşitli sloganlar var:
Aslında burada sözü çok uzatmaya gerek yok. Bilginin bir meta olarak ürüne ve ürünün de bilimsel bilgi yoluyla nasıl kara dönüştürüleceği ile ilgili bir alt metin okumak mümkün bu sloganlarda. Öğrencinin seçimi; kimliğini, entelektüel birikimini ve hayata bakış açısını eleştirel bir düşünme biçimiyle dönüştürmesiyle değil, büyük sermayenin geniş dişlilerinden hangisinin köşesini kapacağı ile doğrudan ilintili burada. Bunun ötesinde, "yepyeni" bir işe "girişmek", "sanayide" iş yapmak ve çok para kazanmak gibi planları merkezine alan bu sloganların bence en önemli ortak yanı söyleminin son derece fallosentrik olması. Lider olmak ya da girişimci olmak beraberinde iktidar ve güç kavramları bağlamında "aktif" ve "maskülen" olmayı da getirir çünkü. Bu yönüyle de "hegemonik erkeklik" söyleminin taşıyıcısı olarak burayı kazanacak/buraya para yatıracak öğrenci/veli için sembolik düzlemde bir "orgazm" vaat eder.
Kimi üniversiteler ise kendisinin diğerlerinden ayrı ve üstün olduğunu vurgulama gayretindedir:
Genellikle üniversitenin isminden yola çıkılarak seçilmiş söz oyunlu sloganlar 21. yüzyılın en önemli becerilerinden biri olarak gösterilen yaratıcılık konusunda yoğun çaba (!) harcandığını gösterirken kendisini farklı yapan unsurun tam olarak ne olduğunu ya da neden bir "fark" yaratma çabasına giriştiğini açık etmez. Kimisi öğrenciyi bir tabula rasa olarak görürken bir başkası sürekliliğe vurgu yapar. Bu sloganlardaki temel sorunsal öğrencinin ontolojik varlığının geri planda kalmasıdır. Asıl vurgulanan, öğrencinin birey olarak biricikliğinden ziyade üniversitenin çalışan bir mekanizma olarak diğerlerinden farkıdır.
Sonuç olarak, yukarıda incelenen sloganlar kapsamında vakıf üniversitelerinin hızlı bir şekilde yükseköğretim kavramını bir reklam ve marka unsuru olarak büyük şirketlerin bir kolu anlamına gelecek şekilde değiştirdiği ve üniversitede öğrenci olmayı da mekânsal boyutta dar bir alana hapsederek Starbucks kahvesi eşliğinde örneğin "mühendisliğe giriş" dersinin ücretini ödeyen tatminkâr bir müşteriye dönüştürdüğünü söylemek sanırım yanlış olmayacaktır.
Üniversitelerden sözü açmışken, buradan Ocak ayından itibaren haklı taleplerinin karşılanması için yılmadan direnen Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri ve öğretim üyelerine yalnız olmadıklarını söylemek ve en içten sevgi ve selamlarımı göndermek isterim. İyi ki varlar. İyi ki.