Kemalist ulusalcı piyanist Fazıl Say ile dünyaya çok farklı pencerelerden bakıyoruz. Ancak Say’a verilen cezayı, düşünce ve ifade yönelik bir darbe olarak değerlendiriyorum.
Onun düşüncelerinden dolayı ceza aldığını öğrenince şöyle bir yakın geçmişimi hatırladım. En son 1997 yılında, “Düşünce Ȍzgürlüğü” adlı kitabımda, “devlet güvenlik güçlerini tahkir ve tezyif” ettiğim iddiasıyla, tıpkı Say gibi on ay ağır hapis cezası almış, bu cezam beş yıl süreyle ertelenmişti.
O zamanlar Anadolu’da İHD ve Eğitim-Sen tarafından düzenlenen birçok konferans ve söyleşiye birlikte katıldığımız Mithat Sancar da bu kitabıma “Düşünce özgürlüğü muhalefet özgürlüğüdür.” başlıklı makalesi ile destek vermişti. Kitap yayınlandıktan sonra kendisine bir örnek vermiştim. Kitaba göz attıktan sonra ona sormuştum: “ne dersin bu kitap toplatılır mı?” Sancar, “hayır Erol sanmıyorum toplatılacağını, toplatılmaması gerekir.” demişti. Haklıydı, toplatılmaması gerekirdi, ancak burası Türkiye idi; her zaman bizi şaşırtıyor ya da gerçekte hiç şaşırtmıyordu.
Ancak beş yıl geçtikten sonra, cezaevinde yatırmasa bile bu ceza sabıka kaydında görünüyor, yani Say’ın bundan sonra alacağı her sabıka kaydı belgesinde, otuz yıl sonra bile bu ceza görünecek.
Fakat bu sabıka benim için bir madalyadır, çünkü düşüncelerimi her zaman özgürce ifade etmeyi tercih ettim.
Cezanın gerekçesi, Say’ın twitter üzerinden ifade ettiği düşünceler ve Ȍmer Hayyam’a ait olduğu iddia edilen bir şiiri paylaşması. Son yirmi beş yılda bu ülkede, CHP’den MHP”ye, DSP’ye, ANAP’a, RP’ye DYP’e ve AKP’ye kadar herkes iktidar ya da iktidar ortağı oldu. Ve bütün bu hükümetler sırasında düşüncelerinden yargılanan ve hapse giren insanlar vardı. O zaman ne değişti? Değişen sadece bazı yasalar oldu, ancak temel zihniyet, hükümetler değişse de hiç değişmedi. O yasa değişti, savcılar bu yasadan ceza istemeye başladılar. Tarihsel perspektiften bakarsak çözüm, hükümetlerin değişmesinden çok, devletin temel mentalitesinin değiştirilmesinden geçmektedir.
Osmanlıdan devralınan“cemaatçi ve itaatçi” bir kültür bu. Legal ya da illegal birçok partiye bu olumsuzluk yansımıştır. Ya da lidere tam itaat vardır, o hiçbir şekilde eleştirilemez. Legal, illegal birçok parti ve harekette düşünceyi ifade özgürlüğünden de söz etmek olası değildir.
Fazıl Say, “bazı duyarlı vatandaşlar” tarafından savcılığa şikayet edilmiş.
Aslında düşünce özgürlüğü sadece devletin uygulamalarında değil, sokaktaki bireyin mentalitesinden başlıyor. Evde, okulda, askerde, işyerinde eleştiri ve kendisini özgürce ifade etme olanağı olmayan birey, farklı düşüncelere karşı bazen devletten önce tepki gösteriyor. Evde babasından, okulda öğretmeninden, işyerinde patronundan, askerde komutanından azar, küfür işiten ya da tokat, yumruk yiyerek susturulan birey, (daha doğrusu özgür bir birey olamamış kişi) toleranstan da tamamen yoksun tepkici, agresif bir ruh haline bürünüyor.
İşte “duyarlı ve resmi ideoloji dışındaki farklı düşünceleri işitince hemen savcılara koşan” vatandaşlar da bu ortamdan türüyorlar.
Yine “duyarlı vatandaşlardan” bazılarını, Agos gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Rober Koptaş ve Űmit Kıvanç’ı bir televizyon programındaki görüşleri nedeniyle “Belli ki Ermeni” sözleriyle savcılığa suç duyurusunda yaparken gördük.
Yine bunları Anadolu’nun küçük şehirlerinde kalabalıklar halinde Kürt avına çıkarken ya da basın açıklaması yapan sosyalist ve demokrat öğrencileri linç etmeye çalışırken gördük.
Bu “duyarlı vatandaş” olgusu bazen savcılara ihbar ile sınırlı kalırken, bazen ise sokaklarda linç kültürünü sergilemeye kadar uzanabiliyor.
Bu bazı “duyarlı vatandaşları” biz, 1915’te İttihat ve Terakki hükümeti tarafından kışkırtılarak ülkenin dört bir yanında Ermenilerin üzerine salınırken gördük.
Sonra onları, 6-7 Eylül olaylarında Menderes hükümeti tarafından kamyonlarla diğer şehirlerden İstanbul’a getirilerek, gayrimüslim azınlıkların mağazalarını talan ederken, kiliselerini yakıp yıkarken gördük.
Yine bazı “duyarlı vatandaşları” Sivas’ta Madımak Oteli’nin önünde oteldekileri yakarken gördük.
Böylesi kişiler, resmi ideolojinin gönüllü bekçiliğini yapıyorlar.
Sağ cenahta zaten hiçbir zaman düşünce ve ifade özgürlüğü olmadı. Bu partilerin hiçbirisinde düşünce ve ifade özgürlüğü yoktur; lidere tam itaat ve bağlılık vardır.
Bazı bakanlar ve yetkililer bu tür cezaları, “bağımsız yargı karar vermiştir, böyle olması arzu edilmese de.” diye tepki gösterirler. Say kararı sonrasında da böyle oldu. Yargının bağımsız olup olmadığını burada tartışmayacağım, ama yargı uygulamalarından da yasa yapıcı hükümet sorumludur. Gazetecileri, yazarları ve sanatçıları mahkûm eden bu kararlardan rahatsız oluyorlarsa, o zaman yasaları daha özgürlükçü bir çerçeve içine oturtsunlar, düşünce özgürlüğünü engelleyen yasaları kaldırsınlar. Tersi, timsah gözyaşlarından başka birşey değildir.
Bu bağlamda, Fazıl Say’a verilen cezanın sorumlusu da yargı değil, hükümettir. Zaten uluslararası bağımsız insan hakları kuruluşları bu tür durumlardan hükümeti sorumlu tutar.
Sancar’ın dediği gibi, düşünce özgürlüğü muhalefet özgürlüğüdür. Muhalif ya da aykırı düşüncenin kendisini ifade edemediği bir ortamda, özgürlüklerden de söz etmek mümkün değildir.
Bir zamanlar herşeye hükmeden kudretli generaller bile bugün düşünce özgürlüklerinin olmadığından şikayet edebiliyorlar. Düşünce özgürlüğü gün gelir herkese gerekli olur; onu kısıtlayanlara ve baskı altına alanlara bile...
Evet ceza almamın üzerinden tam on altı yıl geçmiş ve özünde hiçbir şey değişmemiş, ülke adeta yerinde saymış.
Yani, Fazıl Say yerinde say!