Latin Amerika siyasetinin, Türkiye açısından her zaman ilgi çekici bir yanı var. Azgelişmişlik, eşitsizlik, ekonomik krizler, askeri darbeler, otoriterleşme, siyasi istikrasızlık ve yolsuzluk gibi birçok ortak sorun, benzer toplumsal yapılara işaret ediyor. Bu açıdan Latin Amerika ülkeleri ile kıyaslamalar yapmak, sıkça başvurulan bir yöntem.
14 Mayıs seçimlerine sayılı günler kala, özellikle iki karşılaştırmalı soru öne çıkıyor: Türkiye'de Venezuela'daki Maduro rejiminde olduğu gibi ekonomik ve siyasi çöküş git gide derinleşir mi yoksa Brezilya'da Lula'nın zaferinde olduğu gibi demokrasi mücadelesinde birleşen muhalefet seçimleri kazanabilir mi?
Latin Amerika siyaseti üzerine düşünürken ve Türkiye ile karşılaştırırken dikkat edilmesi gereken önemli bir unsur var. Bu coğrafya, sömürgecilik döneminden itibaren adaletsizliğe ve eşitsizliğe direnen halkların örgütlü mücadele geleneği sayesinde çok güçlü ve etkin toplumsal hareketlere ev sahipliği yapıyor. "Pembe dalga" olarak anılan, 2000'li yılların başından beri iktidarda olan sol hükümetler, toplumsal mücadelenin sadece bir boyutunu oluşturuyor. Latin Amerika'yı gerçekten anlayabilmek için seçim siyasetinin ötesinde, aşağıdan gelişen süreçlere bakmak gerek.
Son dönemde biri Latin Amerika diğeri Türkiye sinemasında öne çıkan iki film, iki farklı toplumsal dinamiğin anlaşılması ve karşılaştırılması için önemli bir örnek sunuyor: 2019 Brezilya yapımı Bacurau ile Emin Alper'in geçen sene çok ses getiren, geçtiğimiz günlerde de 55. Siyad Ödülleri'nde "en iyi film" dahil 8 ödül alan, bol ödüllü filmi Kurak Günler.
Dünya prömiyerini yaptığı 72. Cannes Film Festivali'nde Jüri Özel Ödülü'ne layık bulunan Bacurau, hem güncel Brezilya siyasetine dair çok şey söyleyen hem de ülkedeki yerli halkların tarihine sıklıkla göndermeler yapan bir film. Yönetmen koltuğunda, Aquarius (2016) filmi ile tanıdığımız Kleber Mendonça Filho ile Juliano Dornelles oturuyor. Bilimkurgu ve western unsurları içeren Bacurau, farklı türler arasında gezinen melez bir film olarak tanımlanıyor.
Filme adını veren Bacurau, ülkenin kuzeydoğusundaki yoksul Sertão bölgesinde yer alan hayali bir kasaba. Tıpkı 1960'lara damgasını vurmuş devrimci Yeni Cinema (Cinema Novo) akımında olduğu gibi, Bacurau da kamerasını, Brezilya'nın kurak, bereketsiz topraklarına ve bu topraklarda yaşayan, çoğunluğu Afro-Brezilyalılardan oluşan yoksullara çeviriyor.
Bacurau, büyükannesinin cenaze törenine katılmak için kasabaya dönen Teresa'nın yolculuğu ile başlıyor. Kasabaya yaklaşırken Teresa'nın tanık olduğu manzara, bizi bekleyen tekinsiz olayların işaretçisi gibi: bir kaza sonucu yola saçılmış boş tabutlar ve yerde kanlar içinde yatan bir adamın cansız bedeni… Film boyunca giderek tırmanan şiddet, hem sömürgecilerin en temel baskı aracı olarak karşımıza çıkacak hem de Yeni Sinema geleneğinde olduğu gibi sömürgecilere karşı direnişin kaçınılmaz bir unsuru haline gelecek.
Benzer şekilde Kurak Günler de idealist bir savcı olan Emre'nin kasabaya gelişiyle ve karşılaştığı bir şiddet sahnesiyle, kanlı bir domuz avı gösterisiyle açılıyor. Burada da gerilim hızla artacak ve en sonunda yaban domuzunu kovalayan kalabalık iki ana karakterin peşine düşecek. Ancak Bacurau'dan farklı olarak şiddet, dışarıdan gelen bir tehdit ve o tehdide karşı kasabalıların kullandığı bir savunma aracı değil. Orta Anadolu'da yer alan hayali Yanıklar kasabasının bizzat kendisi başlı başına bir şiddet mekanizması: ırkçılık, cinsiyetçilik, homofobi, tecavüz ve doğa kırımı birbirinden ayrılamayacak şekilde iç içe geçmiş.
Bu noktada iki kurmaca kasaba ve iki politik alegori arasındaki farkı görüyoruz. Bacurau, bir tür komün hayatı yaşayan, dayanışma içinde, faşizan saldırılara karşı kenetlenmiş örgütlü bir halkı temsil ederken, Yanıklar, toplumun iliklerine işlemiş yozlaşmanın, faşizmle harmanlanmış marazi bir ruh halinin ete kemiğe bürünmüş hali olarak karşımıza çıkıyor. Kurak Günler'de hepimizin üstüne çöken karabasanı, Bacurau'da ise kabustan uyanmayı mümkün kılan kolektif mücadeleyi izliyoruz.
İki kasabada da yaşanan suya erişim sorunu, hem doğal kaynakları yağmalayan kapitalist sistemle hem de bu sistemin yozlaşmış siyasetçileriyle ilgili. Bu açıdan susuzluk metaforu, iki film açısından da işlevsel ve etkili.
Yanıklar kasabasında, Belediye Başkanı Selim Bey, nehirden su temini seçeneğini, pahalı olduğunu ileri sürerek reddetmiş, bunun yerine yeraltındaki suları evlerin içerisine getirecek bir proje geliştirmiş. Ne var ki Selim Bey'in su sistemi projesi, obruk oluşumuna yol açıyor.
Son dönemde Orta Anadolu'da obruk artışı, gerçekten de doğal değil insani nedenlerden kaynaklanıyor. Yeraltından çekilen su, jeolojik boşluklar oluşturuyor ve bu boşluklar çökerek obruklara neden oluyor. Ancak Yanıklar'ın belediye başkanı, bilirkişi raporlarını mahkemeden gizlemiş ve yerel basını kontrol altına almış. Yaklaşan yerel seçimler öncesinde çeşmelerin önünde kuyruklar uzarken, Selim Bey'in "büyük düşün" söylemi, git gide daha yakıcı bir hal alıyor. Bir yandan doğal kaynaklar sömürülürken bir yandan seçim kazanmak için manipülasyon yapılıyor. Kasabalılar su istiyorlarsa Selim Bey'e oy vermek zorundalar.
Bacurau'da da yerel siyasetçiler yakınlardaki barajın kapaklarını kapatmış ve suya erişimi engellemiş. Kasabalılar, 5-6 km ötedeki nehirden kendi imkânlarıyla su taşıyorlar. Sorunlar sadece bununla da sınırlı değil, gıda ve ilaç gibi temel ihtiyaç malzemelerine ulaşmakta zorluk çeken Bacurau halkı, git gide bölgenin geri kalanından yalıtılıyor ve yapayalnız kalıyor.
Önce kasabaya su taşıyan bir tank kurşunlanıyor. Ardından telefonlar çekmemeye başlıyor ve Bacurau birdenbire haritadan siliniyor. Burası çok sert bir coğrafya ve sömürünün boyutları burada çok daha derin. Bölgede devleti temsil eden tek görevli ise kasabanın suyunu kesen Belediye Başkanı Tony Junior.
Amerikalı ismine yakışır şekilde kapitalistlerle iş birliği yapan Tony Junior, seçim kampanyası sürecinde kasabaya gelerek son kullanma tarihi geçmiş yiyecekler ve ilaçlarla oy satın almaya çalışıyor. Kasabanın tecrit edilmesi de onun işi. Belediye başkanı, Bacurau'yu zevk için insan öldürmeye gelen Amerikalı turistlerin av bölgesi haline getiriyor.
Absürt bir hâl alan bu şiddet sarmalı, tam da Latin Amerika'nın "kesik damarlarına" işaret ediyor. Kasabalılar, sularını, topraklarını ve yaşam haklarını savunmak için çetin bir ölüm kalım mücadelesi vermek zorundalar.
İki filmin yönetmeninin de devletten fon almış ancak sonrasında ciddi sorunlar yaşamış olması, bir diğer önemli ortak özellik. Filminin siyasi bir mevzu haline geldiğini ve ülkedeki sağcıların kendisini bir anda hedef tahtasına oturttuğunu belirten Kleber Mendonça Filho, üzerindeki baskılardan aşırı sağcı Bolsonaro hükümetini sorumlu tutuyor:
"Brezilya sinemasını kesinlikle sabote ediyorlar. Sanata ve sanatçıya karşı garezleri var. Bu yeni adam (Bolsonaro) sola karşı kültürel bir savaş başlattı. Hayatım boyunca böyle bir şey görmedim. Birkaç yıl öncesine kadar Brezilya hep bir şeyler inşa ediyordu, özellikle de kültürel alanda. Şimdiyse bir yok etme ve cesaretini kırma hareketi söz konusu."
Türkiye'de sinemaya yönelik baskıların vardığı son nokta ise Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın Kurak Günler'e verdiği finansal yapım desteğini geri istemesi oldu. Emin Alper, bu süreci şöyle anlatıyor:
"Cannes Film Festivali'nde başlayan, yandaş medyadaki Antalya Film Festivali'nden sonra da devam eden haberler, sinemacılar üzerinde son dönemde kurulan baskılar –Özcan Alper'e yönelik sosyal medya lincinden de bildiğimiz gibi… Bütün bunların etkisi sonucu bence bakanlık böyle bir karar aldı. Zaten daha önce ellerindeki bu silahla herkesi otosansüre sürüklüyorlardı. Otosansürü kabul etmeyenlere de cezalandırılacaklarını dolaylı yoldan söylüyorlardı. Bunun ilk kurbanı bu film oldu."
Son olarak, her iki filmin ülkelerinin bugünü kadar yarını üzerine de düşündürdüğünü söyleyebiliriz.
Brezilya'da Bolsonaro'nun gidişi ve Lula'nın dönüşü, sadece başarılı bir seçim stratejisi ile mümkün olmadı. Etkin bir demokrasi mücadelesini hayata geçiren esas unsurun, faşizme karşı örgütlenmiş köklü bir direniş geleneği olduğunu görmemiz gerekiyor. Bacurau filminin finalinde emperyalist güçlerin kasabalıların kazdığı çukura gömülmesini sağlayan da gerçek hayatta Bolsonaro'nun seçimi kaybedip ABD'ye kaçmasını sağlayan da bu örgütlü direniş oldu.
Türkiye'de ise Kurak Günler'in final sahnesinde olduğu gibi dev bir obruğun kenarında mücadele devam ediyor.
Esra Akgemci kimdir? Esra Akgemci, Lisans eğitimini Hacettepe İktisat (İngilizce), yüksek lisans ve doktora eğitimini Ankara Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümünde tamamladı. ABD, Meksika, Şili ve Brezilya’da lisansüstü araştırmalarda bulundu. Kâzım Ateş ile birlikte Dünyanın Ters Köşesi Latin Amerika: Tarih, Toplum, Kültür (İletişim, 2020) adlı kitabı derledi. Selçuk Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde doktor öğretim üyesi. ODTÜ Latin ve Kuzey Amerika Çalışmaları programında yüksek lisans dersleri veriyor. |