Mustafa Koçak ölüm orucunda cezaevinde öldü.
Yıllar sonra ve yeniden açlık grevlerine/ ölüm oruçlarına yatırılan yaşamlar üzerinden gündüz vakti elimizde fenerle adalet aramaya çıkan faniler gibiyiz.
Vicdanlarımız kanamadan insan onurunu korumanın bin bir yolu, yaşamı korumak için bin bir çare vardır. Türk Ceza Hukuku Derneği, “Açlık Grevlerinin Sona Ermesi İçin Çözüm Üretmek, Demokratik Hukuk Devletinin Görevidir” 13 Kasım 2012 tarihinde yaptığı basın açıklamasında kamuoyuna ve sorumlulara şöyle seslenmişti:
“Hukuk devleti, kişi haklarını koruyan ve güvence altına alan bir hukuk düzeni kurmakla görevlidir. Demokratik hukuk devletinin sahip olduğu güç, insan temel hak ve özgürlükleriyle sınırlıdır. Çünkü “özgürlüklerimizi koruyan, biçimsel anlamda yasalar değil, haklardır”.
Türkiye’de biçimsel değil gerçek bir demokrasi, bu coğrafya üzerinde yaşayan her insanın hakkıdır. Bu hakkı sağlamak, korumak, geliştirmek yasama, yürütme, yargı organları ve aslında hepimizin görevi ve sorumluluğudur.
Demokratik hukuk düzeni; adaletsizlikler, hukuka aykırılıklar, haksızlıklar karşısında bireye, kendini savunma ve koruma hakkı tanır. Haksızlığa uğradığını düşünen her birey, yargı mercileri önünde hakkını arama özgürlüğüne ve haksızlığın giderilmesi için sivil itaatsizlik türü eylemlere başvurma hakkına sahiptir. Şiddete başvurmaksızın kendi özgür iradesiyle, bir nevi fikir açıklaması niteliğindeki sivil itaatsizlik biçimi olan açlık grevine başvurmak suretiyle tepkisini ortaya koyabilir.
Açlık grevi, belirli bir olayı, tutumu, davranışı protesto etmek, çeşitli istekleri kabul ettirmek ya da savunulan görüşlere ilgi çekmek amacıyla uygulanan ve greve katılanların yemek yemeyerek kendilerini aç bırakmaları esasına dayanan bir protesto yöntemidir. Sivil itaatsizliktir ve bu yolla kendilerini ifade etmeleridir. Bu yönteme, çoğunlukla siyasi amaçlar için başvurulduğu bilinmektedir.
Türkiye’de açlık grevlerine neden olan bir hukuk düzeninin, aslında bizatihi kendisi hukuka aykırıdır.
Açlık grevleri üreten ve bu yola başvurulmasına kapı aralayan hukuk düzeninin insan haklarına aykırılığı ortadan kaldırılmalıdır. Açlık grevine neden olan ortamın hukuki, siyasi ve toplumsal nedenlerini açık yüreklilikle tartışmak ve hukuk devleti olarak acilen çözüm üretmek zorundayız. Ceza adaletinin sorunlarını gözden geçirip açlık grevlerini çözmek için harekete geçmeliyiz. Açlık grevi, politik demeçlere ve siyasal çekişmelere terk edilmeyecek kadar bugünden yarına herkese çok ciddi toplumsal sorumluluklar yüklemektedir.
Söz konusu olan insandır ve açlığa yatırılan insan yaşamıdır.
Bilinmelidir ki, açlığa ve ölüme yatmaya karar veren kişinin kişisel kararı ortaya çıkan hukuki veya siyasi sorunların çözümünde bir insanın ölümü veya sakat kalması bahasına kazanılacaksa eğer, üstün tutulması gereken asıl değer insan yaşamının korunmasıdır.
Bir kişi bile, ölmemelidir, sakat kalmamalıdır. Cezaevlerinden cenazeler çıkmamalıdır.
Mevcut yasal düzenlemelerde karşılığı bulunmasa dahi hukuki zeminde tartışılabilecek nitelikte olan, siyasal olsa bile hukuka, adalete ve demokrasiye uygun olan taleplerin ve sorunların çözümü için Türkiye’nin birçok cezaevindeki açlık grevlerine duyarlı olunması ve yaşam hakkının korunması hepimizin görevidir.
Cezaevlerindeki hükûmlü ve tutukluların yaşam hakkının korunması devletin sorumluluğu altındadır. Açlık grevlerin sona erdirilmesi için başvurulacak herhangi bir zor kullanma hali, açlık grevi yapan tutuklu ve hükümlülerin insan onurunun dokunulmazlığını zedelememelidir. Uluslararası sözleşmeleri, hukuku, yasaları ve Malta Bildirisini çok daha acı sonuçların doğmaması ve son derece ağır sonuçlara yol açılmaması için yeniden hatırlatırız.
Açlık grevlerine çözüm üretme ve ölümler olmadan çözüm bulma zamanıdır.
Sorunların çözümü için hayatını ölüme ve açlık görevlerine yatıran ancak yargının koruması ve teminatı altında bulunan tutuklu veya hükümlü insanların hiçbirisi “düşman” değildir.
Türkiye’nin ceza hukuku sistemi, “düşman ceza hukuku” hiç değildir.
Açlık grevlerinin sona erdirileceği hukuki çözümlerin bir an önce üretileceği zamandır ve geç kalmadan çözüm bulunması herkesin ve öncelikle biz hukukçuların sorumluluğudur.”
Hepimiz sorumluyuz…
İnsanlık ailesinin bütün üyelerinde bulunan onurun, eşit ve devredilmez haklarının tanınmasının, dünyada özgürlüğün, adaletin ve barışın temeli olduğu İnsan Hakları Evrensel Bildirisinde yazılıdır…
“Adım Mustafa Koçak, 28 yaşındayım. Tutuklanana kadar İstanbul, Esenyurt’ta ailemle birlikte yaşıyordum. Yoksul bir ailenin dört çocuğundan biri olarak çocukluğum ve gençliğim aileme katkı sunmak için manav çıraklığından seyyar kahvaltı tezgahtarlığına kadar çeşitli işlerde çalışmakla geçti. Bu hayatım, 23 Eylül 2017’de gözaltına alınmamla değişti. (…)
“250 günde çok şey öğrendim, direnişin zorluklarını da acılarını da biliyorum, sıkıntılarını da biliyorum. Ama direnişin onurunu yaşamayı da biliyorum. Yaşamak çok güzel, ölmek istemiyorum… Belki haftaya gelip telefon dahi açamayacağım, çünkü yarın ne olur bilmiyorum. Beni yaşatın, yaşamak istiyorum.”
İnsan onuruna biçilen değer insan yaşamıdır.
Mustafa Koçak, adil yargılanma talebi ile başladığı ölüm orucunun 297. gününde bulunduğu İzmir, Şakran 1 Nolu F Tipi Cezaevi’nde hayatını kaybetti (24 Nisan 2020).
Onun direnişinin onuruna, bu memleketin biçtiği değer; ölüm orucunda ölmek…
Geçmiş zaman! 4 Aralık 2006. The Marmara Otelinde bir araya gelen TTB, TMMOB, DİSK, KESK, HAKİŞ “123. ölümü durduralım” başlığı altında basını bilgilendirme toplantısı yapmıştı. “F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevleri” ile birlikte diğer cezaevlerinde yürürlükte olan “infaz modeline” dikkat çekebilmek için ölüm orucunda olan Avukat Behiç Aşçı ölmesin diye bir araya gelinmişti.
Kendisinden önce bu soruna "dikkat çeken" 122 kişi ölmüştü, ama kimsenin dikkatini bile çekmediği için şimdi cezaevinde tutuklu Avukat Behiç Aşçı: "Ortada bir tecrit sorunu var Burada asıl konuyu tartışmak gerekir. Tecrit herkes tarafından tartışıldığında sorun çözülür ve ölüm orucu yapmaya da gerek kalmaz. Onu yaratan bir sorun var. Doğru, yaşamlar üzerinden konuşuyoruz ama aynı zamanda tecritteki insanların da yaşamı var."
Dün, herkes tartışmanın başka bir yolu olabileceğini, ölüme yatmadan/ açlık grevi yapmadan da toplumu ilgilendiren bir sorununun konuşulabileceği fikrindeydi.
Kısaca, acaba başka mücadele yöntemleri olamaz mı diye soruyordu insanlar...
Güncel Hukuk Dergisi'nde (Kasım 2006) "Kendi sesimi duyamıyorum" başlıklı söyleşide Avukat Behiç Aşçı şöyle diyordu: “O konuda da ben direkt söyledim, her türlü öneriye açığım. Ben hemen ölüm orucu kararı almadım zaten, altı yıl bekledim. Bugüne kadar avukat olarak bütün yolları denedim, uğraştım, koşturdum. Sonuçta bir çözüm yolu göremediğim için ölüm orucuna karar verdim. Ölüm orucuna başlamış olmama rağmen şu an bile tecridin ortadan kaldırılması için etkili bir eylem önerisi geldiğinde ölüm orucunu bırakabilirim. Bizim hedefimiz illa ölüm orucu yapmak değil, tecridi ortadan kaldırmak. Dolayısıyla bu konudaki her türlü alternatif öneriye de açığız. Bu eylem biçimi, elbette yaşam hakkı olunca, bir de kendi yaşamınız ortaya konduğunda ne kadar öyle düşünülse de asla bir intihar eylemi olarak görülmemeli, ben en azından öyle düşünmedim. Bir amacı bir hedefi var; bir zemin yaratma hedefi. Nedir bu zemin; tecrit konusunda insanların dikkatini çekmek, ona karşı mücadele etmek için harekete geçirmek ve sorunun çözümü konusunda siyasi iktidara adım attırmak."
Bunca öğrendiğimiz hukuk, bunca dava, bunca hapishane, bunca hüküm, bunca adliye koridoru... Hapishane ziyaretleri, getirilip götürülen selamlar, hâl hatır sormalar, tahliyeler, tutuklamalar, hüzünler, acılar, sevinçler, talepler, yazılar, okumalar, sıkıntılar, açıklamalar ve ne yapmalı tartışmaları arasında dimdik ayakta duranlar...
"Onur çiçeği öyle bir bitkidir ki nerede sürgün vereceği belli olmaz. Bazen zindanların karanlığında sürgün verir onur, bazen işkence odasında gözü bağlıyken büyür; ama bazen en yaldızlı koltuklarda çürür ve egemenliğin yetkileriyle donanmışken boynu bükülür"
Onur çiçekleri yüreklerinde açan insanlarla beraber olmalı ve onları savunmalı...
Yoksa bunca yaşanan ve yaşam neye yarar?
Onların mahkûmiyet hükûmlerinin onuru vardır. Böyle yapmalı ve böyle yaşamalı...
Unutkanlıklar üzerine kurulu bir dünyanın geleceği nedir?
Yaşanmışlıkları ve söylenmiş sözleri, devrimleri, itaatsizlikleri ve direnişlerde hayatını feda edenleri unutmamak görevdir, sorumluluktur.
Direnenlerin yaşamları üzerine söz söylemek zordur, ama hepimizin söyleyecek sözü olmalıdır. "Onlar o kadar da önemli olmayan bir dava için feda ettiler hayatlarını" diyebileceklerdir kimileri; ben de onlara cevap vereceğim: "Onlar yaşadıkları için öldüler." (Jean Paulhan).
Çağdaş Hukukçular Derneği "Hukuk ve Toplum" adlı tıpkı basım 1976 yılı Ekim (1). Sayısında yayımladıkları Bültenin "Örnek Kararlar" bölümünde şöyle bir karar özeti vardı: "Türkiye'de faşizme ve emperyalizme samimiyetle karşı çıkma, her Türk vatandaşının görevidir, namus borcudur, insan olma haysiyetinin gereğidir. Faşizme ve emperyalizme karşı çıkmayan, samimiyetle bunu kınamayan bir toplumun mevcut dünya koşulları içinde insanca yaşamaya, insan olmaya, haysiyetli bir yaşam süremeye hakkı yoktur”. (Ankara 8 Asliye Ceza Mahkemesi 25.6.1975 tarih, Esas 1975/106, Karar 1975/297)
Artık böyle kararlar yok. Ama faşizme karşı mücadeleyi insanlık görevi sayan avukatlar var.
Avukatlık mesleğinin yargılama konusu edilemeyeceğini ifade eden Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) Genel Başkanı Selçuk Kozağaçlı ile Aycan Çiçek, Aytaç Ünsal, Barkın Timtik, Ebru Timtik, Engin Gökoğlu, Ayşegül Çağatay ve Oya Aslan tutuklu bulundukları hapishanelerde; “Mustafa Koçak, devrimci müzik grubu Yorum üyeleri İbrahim Gökçek, Helin Bölek; adalet, adil yargılanma, kazanılmış hakları savunma amacıyla ölüm orucundalar. ‘Müvekkillerimizin haklı taleplerinin savunucusu olduğumuz talepleri taleplerimizdir, kabul edilsin!’ demek için açlık grevindeyiz.” dediler.
İbrahim Gökçek ölüm orucunda, Avukat Aytaç Ünsal ve Avukat Ebru Timtik 5 Şubat 2020 tarihinde başladıkları açlık grevini ölüm orucuna çevirdiler.
Onurlarına biçilen değer; ölüm olmasın…
Adalet istediler, Helin Bölek ve Mustafa Koçak ölüm orucunda öldüler.
Tâ akla kadar uzanan adalet için; düşü gerçek, suyu ışık, direnişi yaşam yapanların anısına...
Gidenlerin tarih yazarak gittiği ve bizlere bıraktıkları adalet için yaşamlarının mirası adına...
Var olanların ve geriye kalanların isteği; geçmişteki direnişlerden çıkardıkları derslerle yaratacakları onurlu ve insanca yaşam için umutların yitirilmeden çoğalmasıdır.
Artık yüzyılımızda; akıllıca ve herkes için, insanların onuru için ısrarla istenmelidir adalet...