İlk perde böyle oldu, gibi. İkinci perde, ilk perdeyi buradaki umutlu kapanışla kapatabilirsek düzgün yazılacak. Yoksa, ne yazık ki, gerginlikler komedyasına devam. Çok yakın arkadaş, nerdeyse kardeş, Mehmet ve Ada, geyik muhabbeti esnasında…
Mehmet: Bu İzmir'in havasına hastayım. Rüzgar döndü mü skandal, döndü mü cennet.
Ada: Yok ya eskisi kadar kokmuyor artık. Eskiden rüzgar döndü mü öyle ağır kokardı ki şu çiğdemi yiyemezdin öğürmeden.
Mehmet: Ne çiğdemi lan. Çekirdek oğlum çekirdek. Siz Yunanistan'a iltihak olun. Astfalyaymış, gevrekmiş, geçinip gidersiniz.
Ada: Orta Anadolu sakilliğiyle geçindiğimizden iyi geçiniriz, kesin.
Ada (E'leri ezerek konuşur): Yerel tatlılarımızdan "haddehk" bişirdim, yir mising?
Ada elleriyle Mehmet'in ağzına birşey verir gibi yapar.
Mehmet sağ elini sol göğsüne götürüp kafasını hafif yatırarak "sağol almayayım" işareti yapar.
Mehmet: Aslını inkar ediyorsun oğlum, başka birşey değil. Anadolu'luyuz sonuçta. Orta Anadolu sakilliğiymiş...
Ada tınmaz, devam azmindedir.
Ada: Aaa, vallaha olmaz, portakal açtım, hiç deelse bunu yi.
Eliyle başparmaklarını bastırıp avucunda portakal açar gibi bir hareket yaparak portakal uzatır.
Mehmet Ada'nın eline vurur ve
Mehmet: Portakal da Anadolu yemeği oldu demek. İnsan bir tane doğruya yakın örnek verecek kadar mı bilmez. Haddehk ve portakal.
Ada: Yok ben orta anadolu sakilliğini gösteriyordum. Kucağımda da gazete kağıdı vardı ama sen göremedin. Hani çok temizdirler ya. Pislik olmasın diye kapıda ayakkabılarını -pardon, ayaklarını- çıkartır ki kokuşmuş ayaklarıyla evin içine girsin.
Mehmet: Olum "temizdirler" filan diyorsun sen ya. Ötekileştirmişsin kendi halkını, Anadolu'yu. Hepten kopmuşsun toplumundan. Bunun seni köklerinden kopartıp güçsüzleştirdiğini fark edemeyecek kadar da snobsun.
Ada: Asıl sen Yunanlıların "gevrek" diye bir kelimesi var sanacak kadar hıyarsın.
Mehmet: Astfalya var çünkü. Örnek olsun diye söyledim ben.
Ada: En azından Yunanca duyuluyor astfalya. Ben de haddehk'i örnek diye vermiştim. Sen örnek verince oluyor.
Mehmet: Lan senin bir tek Anadolu yemeği ismi bilmemenle benim Rumca bilmemem aynı şey mi? Üstelik "Yunanca duyuluyor" ne manasız laftır. İmambayıldı da Yunanca duyuluyor mu? Geçen gün cacık-cacıki, börek-böreki muhabbeti yaparken "buzdolap - buzdolabi" diye bir Yunanca kelime türediğine inanan adam gelmiş bana Rumca dersi veriyor.
Ada: Abi sen mutlu mutlu yaşa Anadolu'nla o zaman. Türküler filan söylersiniz. Mümkünse ben "Kime Ne Kıyı Cumhuriyeti"ni kurmak istiyorum. Kısa ismiyle "KNKC". Yalnız Ege ve Akdeniz kıyılarından ibaret bir cumhuriyet.
Mehmet: Ha İstanbul'u da istemiyorsun yani.
Ada: Hırslı değiliz abi. Ege çocuğuyuz. Deniz, güneş, bize yetiyor. Hem İstanbul da Anadolu oldu zaten.
Mehmet: Sanayisi ticareti?
Ada: Yola öyle çıkarsak Denizli'yi filan da almamız gerekir.
Mehmet: Oha sen Ege Bölgesi içinde bile bölücüsün.
Ada: Coğrafya dersinde öyle okutuluyor diye almak zorunda mıyım abi? Denizli'deki en meşhur lokanta da kebapçı sonuçta. Ne kadar Ege sayılabilir ki. Yalnız deniziyle güneşiyle, kadın taksicisi ve rahat güzel insanıyla, Ege kıyılarını ve Akdeniz'i istiyorum. Afyon filan da sizde dursun.
Mehmet: Sen şuna seçimlerde mütemadiyen muhafazakar merkez sağın kazandığı illerden çıkıp kalanına talip oluyorum desene.
Ada: Yok abi konu o değil. Germeyen, modern, başkasına karışmayan insan topluluğu arıyorum. Onlar da deniz kıyısına denk geliyor. Kaldı ki, öyle diyecek olsam muhafazakar merkez sağa oy veren demez AKP'ye oy veren derdim. AKP'nin merkez bir hali kaldığından emin değilim. Ya da milletin merkezi radikale doğru şaştı.
Mehmet: Bırak şimdi bu mesaj kaygılarını. Madem tek mesele germeyen ve başkasına karışmayanları bulmaktı, Denizli'yi değerlendirirken kebapçıyla nasıl ilişkilendirdin seçimini öyleyse? Beyaz Türk Cumhuriyeti bu kurduğun buz gibi. Bon vivant cumhuriyeti, hatta. Oğlum o cumhuriyet batar Yunanistan gibi. Ne sanayi var ne ticaret. Sırf Ege ve Akdeniz kıyısıyla ne olur.
Ada: Şimdiden kıskanmaya başladınız işte.
Mehmet: Yok oğlum. Doğru söylüyorum. Sen denizle ve insanla değil politik tercihle uğraşıyorsun. Madem mesele deniz kıyısıydı, deniz insanıydı, Karadeniz'e de talip olaydın.
Ada: O deniz yumuşatmıyor abi insanını. Hoşgörü değil hırçınlık vermiş, kendi gibi. Neredeyse iç deniz ve çok çırpınmalı. Kendisine kıyısı olanlara tebessüm ve rahatlık değil sertlik ve mücadele getirenlerden. Ruslar baştan sıcak denizlere inebilseydi bugün Putin mutin kalmazdı. Bizde sıcak deniz olmayaydı Türkmenistan gibi olurduk. Herşeyin başı eğitim değil, deniz abi.
Mehmet: Hepten uçtun bak. Denizler arası hiyerarşi mi olur be? Hem madem öyleydi, Atatürk neden Samsun'a gitti milli mücadeleyi başlatmaya?
Ada: Bandırma gemisi diye binmiş bence, isminden yanılıp. Samsun'a inince icraatı oradan başlatmış artık, mecburen. Kristof Kolomb misali.
Mehmet: Koptun hocam. Uçtun. Söyleyecek söz bulamıyorum.
Ada: Diyorum ben. Kıskanıyorsunuz. Rahat, serbest, istediğini istediği gibi yaşayan, kimsenin kimseye karışmadığı, yüksek sesli kahkahalarla gülen insanı kıskanıp şekle sokmaya çalışıyorsunuz.
Mehmet: Ne kıskanıcaz olum. Al buyur Ege'yi, Akdeniz'i. Kına da göndeririz biz size. Malum, sizde bulunmaz. Gelenek filan bilmezsiniz.
Ada: Sağol abi. Ne yapacağımızı bilmeyiz biz onunla.
Mehmet: Neden? Kıçınız da mı orta anadolu sakilliğinden sayılacak? Avrupa Birliği'ne de girersiniz siz bu tepeden bakan hallerinizle.
Ada: Eksik kalsın. Yunanistan düşünce elinden tutup kaldıracaklarına adalarına göz dikti haysiyetsizler. Bize dost gibi dost lazım.
Mehmet: Ha sen bayağı bayağı Yunanistan'ı model alıyorsun.
Ada: Yok abi. Bizim Avrupa Birliğiyle, siyasetle, tilki tilki bölgesel strateji geliştirmeye çalışırken kümeste yakalanmalarla, sikletimizin üzerinde boks yapmalarla işimiz yok. Boksla da işimiz yok. Varsa yoksa dans edelim. O da öyle kendini göstermeli agresif göbek atmalar filan değil. Bizim milli dansımız bira şişesinin boğazından tutup hafif salınmasına izin vererek derin ritimlere "dans işlerini iyi bilirim ama bakma bıraktım" cool'luğunda sallanmalardan ibaret.
Mehmet: Satın alırız biz sizin bütün kıyıları abi. Para da yok sizde.
Ada: Satmak mümkün değil. Anayasa'mızda yeri var. "Kıyılar devletin hüküm ve tasarrufundadır" diyor.
Mehmet: Oha ezbere söyledin lan. Anayasa da mı yazdın.
Ada: 82 Anayasası'ndan arak. Ha bi de o var. Mecbur değilsen yaratıcı süreçlere baştan girmeyeceksin. Bilgileri ve kültürü tatbik ederek fayda yaratmaktan ziyade o bilgilerini meselelere tepeden bakarak kendini başkalarına yük olmadan iyi hissetmekte kullanacaksın mümkün mertebe.
Mehmet: Bu da mı Anayasa hükmü?
Ada: Hayır, gerçek Kime Ne Kıyılar Cumhuriyeti vatandaşıyla kaçak girmiş olanları ayırmakta kullanacağımız pek çok kriterden biri. Aranan bir yetenek.
Mehmet: Kaçak girene ne oluyor?
Ada: Sınırdışı. Zor gerçi.
Mehmet: Sınır dışı mı?
Ada: Hayır, girmesi. Yüksek voltajlı elektrikli telle ve duvarlarla çevrili çünkü KNKC.
Mehmet: Höst. Rahat güzel insanlar Ege ve Akdeniz'e Doğu Almanya kuruyor desene.
Ada: Yerse. Çok kalabalık ve mütecavizsiniz oğlum.
Mehmet: Beni salladın diğer tarafa anlaşılan.
Ada: Yozgat doğumlusun abi. Kusura bakma.
Mehmet: 5 gün kalmışım lan Yozgat'ta.
Ada: Üzgünüm. Toprak esasına göre vatandaşlık veriyoruz. Yasalarımız böyle.
Mehmet: Polis var mı lan KNKC'de? Yasaları uygulayacak.
Ada: Memleketteki polis yasaları mı uyguluyor abi? Kaçırmışım.
Mehmet: Bırak dedim mesaj kaygısını. Polis var mı yok mu?
Ada: Var ama...
Mehmet: Dur tahmin edeyim. Mini etekli roller-blade'li polis.
Ada: Yok lan. Altı okka Osman abi polis işte. TOMA'sı biber gazı filan yok sadece.
Mehmet: O niye?
Ada: Toplumsal olay beklemiyoruz. Baskı yok, özgürlük gani...
Mehmet: Maçta da mı olay çıkmayacak?
Ada: Maç yok abi.
Mehmet: Oha şimdi patladın işte. Gitti KNKC. Pazartesi kurarsan beş gün dayanır. Cumartesi gelip maç olmadığını anlayınca halk, cumhuriyetini yıkarlar. Maç niye yok lan?
Ada: TOMA almamız gerekir. Oylamaya sunacağız. Eli sopalı bi korsam TOMA'lı devlet mi yoksa belli belirsiz, antika TOMA'yı simleyip diskoda köpük sıkma dekoru olarak kullanan devlet mi, diye. Halkıma güveniyorum.
Mehmet: Pis bir ikilem. Sadece maçlarda kullansanız TOMA'yı?
Ada: Bozgunculuk yapma. Maç için halkımıza ayıp ettiğimize değmez. Bir gün dövüp bir gün kucaklayan Ferguson taktikleriyle işimiz yok.
Mehmet: Alex Ferguson?
Ada: Yok lan, Missouri Ferguson'da olay çıktı da elleri havada teslim olan zenci genci başından ve karnından vuran polis şefini değiştirdiler, yeni atanan şef de gidip milletin beher ferdini kucaklayarak Hasan Celal Güzel gibi elenseli öpücük politikasına girdi ya, o taktikleri söylüyorum. Maçta TOMA'yla dövüp ertesi gün "benim güzel vatandaşım" demece yok KNKC'de. Bak hem futbol bilinçliliği de düşürmüş. Ferguson referansını anlamayıp Alex Ferguson diyorsun.
Mehmet: Siz bilinçlilik istiyor musunuz ki lan? Cool olun yeter. O değil mi olay? Groove müzikler, derinden sallanmalar, bilinç ne lazım. Kafa zaten 1500.
Ada: Kültür seviyoruz abi. Sahaya indirmiyoruz biz kültürü. Tatbikat yok. Yoruluyoruz. Kültürü kendimizi elden ayrı hissedip rahatlamakta kullanıyoruz. Saha deyince, futbol işine dönersek, futbol bizim işimiz değil. Zaten takımlarımız ligde hep nal topluyor. Koşup terlemek falan. Seks yaparken terleyecek benim halkım.
Mehmet: Vay, seks de komünel mi? Çiçek çocuk hesabı?
Ada: Yok abi. Kimse kimseye karışmaz. Efendim şu kadar çocuk yapacaksın, kürtaj olmayacaksın, tecavüze uğrarsan olabilirsin, kızlı erkekli yaşamayın, şu bu. Özel hayata dair meselelerde "kime ne" politikası geçerli olacak.
Mehmet: Veledi zinadan geçilmeyecek yani.
Ada: Kime ne?
Mehmet: E hadi peki de, bir de, iki etti, nedir bu "benim halkım"? İlk meclise ilk cumhurbaşkanı mı olacaksın?
Ada: Varsa tavsiye edeceğin, Süleyman Seba gibi, asaletle ve doğallıkla lider olacak bir aday, düşünelim. Toprak esasını da uygulamayız ona, adam Seba gibi olduktan sonra.
Mehmet: Hikaye yapma şimdi. Süleyman Seba standardını tutturmak kolay mı? Buz gibi kendin cumhurbaşkanı olmak istiyorsun işte.
Ada: Kendi kurduğum cumhuriyette kebapçı mı olaydım?
Mehmet: Taktın kebaba. Atatürk olma projesi bu yani.
Ada: Haşa. Keyifli yaşama projesi. Az zamanda çok ve büyük işler yapma azmimiz filan yok bizim. Geniş geniş, sindire sindire, yavaş yavaş, az bir iş yapıp tebessümle göçüp gidenler ülkesi.
Mehmet: Yine Atatürk referansıyla sana cevap vermek isterim. Az zamanda çok ve büyük işler yapmış olan ve çok aşığı olduğun Atatürk neden "İlk hedefiniz Akdeniz" demiş peki, siz böyle yayacaksanız?
Ada: Memleketin Ege ve Akdeniz kıyıları hariç modernliğe ve medeniyete tutunası olmadığını gördüğünden elbet. Denge unsuru olsun diye. Atının üzerinde kılıcını çekmişken "Ordular, sadece bu iç kısımlar bizde kalırsa bittik oğlum, en ufak devrim yapamayız, yenilik getiremeyiz, iç kısımlar öylesini sevdiğinden padişah olmak zorunda kalırım, kıyılardaki aydınlığa inelim, yoksa perişanız" diye haykıracak hali yok. Hedef gösteriyor işte. Sence İzmir Kız Lisesi’nin merdivenlerinden inerken mi gelecek için daha umutlu Atatürk yoksa İç Anadolu’nun bozkırında mı? Atatürk’ün etrafında muziplik yapılan, candan coşkulu, cıvıl cıvıl, bağırışlı çağırışlı tek fotoğrafı görmek istersen Google’a “İzmir Kız Lisesi Atatürk Fotoğraf” yazıver.
Mehmet: Tamam tamam. Sakin ol. Öyle bile olsa, madem sonradan böyle bölünecekti, kıyıları alınca verseymiş iç tarafları.
Ada: Olmaz. Turizm yok. Aç kalırdık. Şimdi yeterli yatak kapasitesi var. Koskoca Atatürk, bir yatak kapasitesini mi hesaplayamayacak.
Mehmet: Bandırma gemisi diye Samsun'a yanlışlıkla gitti ya. Yatak kapasitesinin azlığını da gözden kaçırmıştır belki diye düşündüm.
Ada: Sadece yatak kapasitesi meselesi değil elbet. O kadar da basit değil. Bir de o senelerdeki tertemiz umut var tabi. İç kısımların 90 seneyi padişah arayışıyla geçireceğini ve kıyılarla iç tarafın birbirinden gittikçe kopacağını değil ikisinin de birbirine birşeyler katacağını ve kucaklaşacağını zannetmiştir. Beşer şaşar, Atatürk de olsa.
Mehmet: Hep mesaj hep mesaj. Ne bildin iki unsurun birbirine zenginlik katmayacağını?
Ada: Sana katıyorlarmış gibi mi göründü? Bir alış-veriş bir paylaşım mı var? Bir biri birini baskılıyor, bir diğeri ötekini. Güç kimdeyse. 90 yıl oldu. Yürümeyecek. Belli. Ayrılın kardeşim. Habire tansiyon ve gerginlikle geçen kötü evlilik yerine medeni boşanma. Çocuklar da üzülmesin.
Mehmet: Sizin bu cumhuriyette altı okka Osman abi polis ne iş yapacak?
Ada: Taksici kavgalarını ayırır. Sıcak, malum.
Mehmet: Başka?
Ada: Başka işte Yozgat'lı bozgunculara sınır dışına kadar eşlik eder.
Mehmet: Kulüp gibi cumhuriyet. Arkadaşa bakıp çıkıcam diyerek geçerim sınırı ben. Sen memuru benimle işgal etme boşuna. Başa çıkamaz. Zaten gelmek istediğimden de emin değilim.
Ada: Niye lan? Can atıyordun az evvel.
Mehmet: Sen konuştukça insanına uyuz olmaya başladım ben o cumhuriyetin. Yüzlerce gardrop içinden seçiyormuşcasına her gün ayrı bir kusursuz kıyafetle küçük ve sıkış tepiş evlerinden çıkabildikleri gibi, tek bir sosyal yaraya samimiyetle el atmadıkları halde gördükleri yaraları dış dünyaya haykırmakta herkesin üzerine çıkan insanların cumhuriyetinde benim işim yok.
Ada: Niye böyle ağır konuştun ki şimdi abi? İçeriklendirdin, şahsileştirdin meseleyi.
Mehmet: Anladım çünkü ben o cumhuriyeti. Rahat ve güzel insanlar cumhuriyeti değil elini taşın altına koymadan herkesi yetersizleyenler cumhuriyeti. Bir yandan kendisi zahmet edip oy vermezken bir yandan da muhalefet partisinin seçimlerin yaz aylarına gelmemiş olmasını sağlayamamasını zaaf olarak beyan edenlerin her akşam tekrar tekrar rakı masalarında kurtaracağı cumhuriyet senin olsun.
Ada: Ne alakası var yahu. Ben kendi halinde kimseye karışmadan yaşayacak "Kime Ne Kıyılar Cumhuriyeti"nden bahsediyorum, sen tutup orada yaşayanların cümlesini yargılıyorsun. 5 gün Yozgat yetmiş sana.
Mehmet: Beni içeri almazken de onlar beni yargıladılar abi. Mütecavizsiniz derken, yargı yok muydu? Hınçlandım ben şimdi.
Ada: Bitmez abi bu muhabbet.
Mehmet: Bitmez. Bu karşılıklı hınç da bitmeyebilir hatta, bu gidişin temellerinde değişiklik ve kucaklaşma olmazsa.
Ada: Gel de kucakla madem, içmeye gidelim.
Mehmet: Gel. Ayranımızı mı içeceğiz rakımızı mı içeceğiz, ne içeceksek, beraber, kimse karışmadan...