Henry Moseley 1915 yılında hayatını kaybettiğinde 27 yaşındaydı. Eğer hayatta olsaydı, 1916 Nobel Fizik veya Kimya Ödülü için en güçlü aday olarak kabul ediliyordu.
Bu dahi bilim insanının ölümü bilim dünyasında şok etkisi yarattı. Hocası olan Ernest Rutherford'un tepkisi çok sert oldu: "Bu genç adamın savaş alanında ölümü, bir bilimsel yeteneğin kötüye kullanılmasının en çarpıcı örneğidir."
Oysa Moseley gönüllü olarak orduya katılmıştı.
Birinci Dünya Savaşı'nın bulanık ikliminde vatan sevgisi ve sosyal beklentiler, Henry Moseley'i, yaşıtlarının çoğu gibi savaşa gönüllü katılmaya itmişti. Yalnızca Moseley değil, savaşa gönüllü katılan yaşıtlarının birçoğu matematik, fizik ve başka bilim alanlarında büyük potansiyele sahip gençlerdi. Daha sonra "kayıp nesil" olarak adlandırılan bu gönüllü ve deneyimsiz gençler, diğer eğitimli İngiliz askerlerinin neredeyse iki katı oranında savaşlarda yitip gittiler.
Rutherford ve diğer İngiliz bilim isanları, gelecek vaat eden bilim insanlarını n, gönüllü olsalar bile, savaşa alınmamaları yönündeki taleplerini İngiliz hükümetine ilettiler. Bunun üzerine bir yasa çıkartılarak bilim insanlarının savaşa alınmaları yerine, savaş zamanı teknoloji geliştirmek üzere görevlendirilmeleri yönünde karar alındı. Ve bu tarihten sonra İngiliz bilim insanları bir daha gönüllü olsalar bile savaşmak üzere askere alınmadılar.
1915 yılı başında, Winston Churchill, Çanakkale boğazı yoluyla rahatça İstanbul’a ulaşılabilecekleri konusunda ısrarcıdır. Bunun üzerine İngilizler bu yolla Almanların müttefiki olan Türkiye'yi işgal ederek karşı tarafı zayıflatmayı ve onlara arkadan bir cephe açmayı amaçlayan bir plan yapar. Bu plan doğrultusunda, Ege Denizi'ne doğru küçük bir yarımada olan Gelibolu'yu ele geçirerek iç taraflara doğru ilerleyeceklerdir. Ancak Müttefik stratejistler belirlenen yerde çok ciddi bir direnişle karşılaşacaklarından habersizdirler.
İngiliz ve Fransız askerlerin yanısıra savaşmak üzere toplanılan Avustralyalı ve Yeni Zelandalı askerler Gelibolu'ya gelirler. Altı ay süren deniz ve kara saldırılarının ardından, Anzak olarak adlandırılan bu deneyimsiz askerler ilerlemeyi başaramazlar. Türk direnişi çok güçlüdür; bulundukları yeri haritada bile bulmada zorlanan Anzak askerleri asla hedeflerine ulaşamaz ve çatışmalar müttefik ordusunun tarihi yenilgisi ile sonuçlanır.
Ölen askerlerin arasında, savaşa gönderilmeden hemen önce periyodik tabloyu yeniden şekillendiren ve 1916 Nobel adayı genç bir fizikçi vardır: Henry Moseley. Onun ölümü, İngiltere'de tartışma konusu olacak ve savaşa gönderilecekleri belirleme kuralları yeniden şekillendirilecektir.
Oxford Üniversitesi'nde doğa bilimci ve anatomi profesörünün oğlu olan Moseley, babasını kaybettiğinde, 1891 yılında, daha dört yaşındaydı.
1910 yılında Oxford Trinity Kolej'den mezuniyetinin ardından Manchester Üniversitesi'nde radyoaktivite üzerine araştırmalar yapmakta olan Ernest Rutherford'un ekibine katıldı.
1900'lü yılların ilk çeyreği, modern fizik alanında keşiflerin ardı ardına yağdığı bir dönem. Alman fizikçi Wilhelm Röntgen'in 1895'de X-ışınlarını bulması ile tetiklenen keşifler zinciri Becquerel ve Curieler'in radyoaktiviteyi bulmaları ve 1902'de Rutherford ve Frederick Soddy'nin elementlerin radyoaktif bozunum yoluyla başka elementlere dönüşebileceğini kanıtlamaları ile hız kazandı.
Moseley, Rutherford 'un yanında radyoaktivite yerine X-ışını araştırmalarına yöneldi. 1913 yılında, Bragg kırınım yasasını kullanarak elementlerin X-ışını spektrumlarını ölçtü ve X-ışını spektroskopi yöntemini keşfetti. O, bu keşfi yaptığında henüz 25 yaşındaydı.
Bu sırada, Hollandalı fizikçi Antonius van den Broek yazdığı bir makalede periyodik tablodaki elementlerin atom ağırlıklarına göre değil atom numaralarına göre sıralanması gerektiğini ileri sürüyordu.
Moseley, X- ışını dalga boyu ile metallerin atom sayıları arasında sistematik ve matematiksel bir ilişki olduğunu gördü. Elementlerin atom numaraları büyüdükçe X- ışını frekansı da artıyordu: Yani, Van den Broek haklıydı.
Daha sonra atom numaralarının her bir elementin çekirdeğindeki proton sayısına eşit olduğunu buldu.
Böylece Modern fiziğin temelleri de atılmış oluyordu. Bu keşifler zamanla Moseley kanunları olarak bilim kitaplarında yerlerini aldılar.
Moseley kanunları, Bohr atom modelinin ilk deneysel kanıtı olarak bilim tarihinde geçti.
Moseley'in bulguları ile periyodik tablonun yeniden düzenlendi ve bu düzenleme henüz keşfedilmemiş elementlerin atom numaralarının belirlenmesini de mümkün kılıyordu.
Ve bilim insanları bilinmeyen elementleri bulma yarışına girdiler.
Moseley, yaşamını çok genç yaşta kaybetmemiş olsaydı acaba daha başka neler yapabilirdi?
Dünya'nın dört bir yanında bilim insanları, onun ölümü ile şoke oldular: Moseley gibi parlak bir zihin, savaşın içinde hatta yakınında bile olmamalıydı.
Ama oldu; onun genç ölümü, bilimin önüne konulmuş bir engeldi ve "savaşın bir maliyeti var mıdır" sorusunun da yanıtı. Ve faturasını da tüm insanlık ödüyor.
Bilim-kurgu yazarı ve biyokimya profesörü olan Isaac Asimov, Moseley için şunları yazmıştı: "Başardıkları göz önüne alındığında onun ölümü, savaşın maliyetinin insanlık için çok büyük olduğunun kanıtıdır."
Henry Moseley, artık Çanakkale'de; 27 yaşında ve Mustafa Kemal Atatürk'ün dediği gibi artık bize emanet!