İran’da “yeterince örtünmediği” gerekçesiyle polis tarafından gözaltına alındıktan sonra hayatını kaybeden 22 yaşındaki Mahsa Amini’nin ardından yapılan cesur gösterilere bakınca da aynı şeyi düşünüyorum: Bazen tek bir kadın iktidarı sarsabilir.
Benim örneğim Rusya’dan. Savaş, baskı, yasak ortamları arasından bir anda sıyrılan 73 yaşındaki Alla Pugaçova’dan bahsetmek istiyorum.
Ben onu ilk kez 70’lerin ortalarında kazandığı Sofya Altın Orpheus Şarkı Yarışması’nı kazanan “Arlekino” şarkısı ile tanımıştım. Şarkıyı Esin Avşar “Alkışlarla” (“Sanatçının Kaderi”) olarak Türkçeleştirmişti.
80’li yıllarda Sovyetler Birliği’nde öğrenim görürken hemen her dönemimi Pugaçova’nın şarkılarıyla yaşamış, duygularımı onun müziği ile hafızama kazımıştım.
Alla Pugaçova hiç “eskimedi”, hiç yaşlanmadı, hiç unutulmadı. O her zaman en çok sevilen sanatçıların ön sırasındaydı. Bir Rus gazetecinin deyişiyle “ülkenin en ünlü kadını” idi ve galiba hâlâ da öyle.
Şimdilerde Pugaçova’nın başı (biraz dolaylı olarak da olsa) “ülkenin en ünlü erkeği” ile dertte. Putin’in Ukrayna Savaşı’na karşı çıkanlar arasında Pugaçova ve sanatçı eşi Maksim Galkin de var. Savaşın başlamasından kısa süre sonra yurt dışına çıkmışlardı. Pugaçova Ağustos sonunda Moskova’ya döndü.
Galkin iktidarı açıkça eleştirdiği için 17 Eylül’de “yabancı ajan” ilan edildi (son zamanlarda Kremlin’in muhaliflerini karalamak için yaygın olarak kullandığı bir yöntem bu). Bazı iktidar temsilcileri “Galkin ile yollarımız ayrı, ama sizin yeriniz müstesna” diyerek Pugaçova’yı saflarına çekmek veya kibarca sindirmek istedi.
Ünlü şarkıcı ise “Ben de eşimle birlikte yabancı ajan ilan edilmek istiyorum” diyerek Adalet Bakanlığı’na çağrı yaptı. Pugaçova'nın Instagram’da 3,5 milyon takipçisine yaptığı bu paylaşım 800 bini aşkın beğeni aldı.
Sadece eşiyle dayanışma içinde değildi, aynı zamanda ülkesine “barışçıl bir hayat ile ifade özgürlüğü” diliyordu ve “gerçekleşmeyecek hayaller uğruna gençlerin ölmesine karşı çıktığını” dile getiriyordu. Rus yandaş medyası, ilgili haberlerde, şarkıcının son cümledeki tehlikeli sayılan sözlerine yer vermedi. Kimileri yumuşak tavrı seçti veya bu “Pugaçova isyanı”nı görmezden geldi (1773-1775 yıllarında Pugaçov Ayaklanması Çarlık Rusyası’nı sarsmıştı).
Kremlin’in, kontrol ettiği medyayı ve propagandistlerini halkın çok sevdiği bir sanatçı olan Pugaçova’yı direkt hedef almamaları için uyardığını düşünüyorum. Çünkü ona dava açmak, onu içeri atmak kolay değildi. Pugaçova’nın, özellikle de anketlerde savaşı en çok destekleyen 40 yaş üstü insanların gönlünde taht kurmuş olduğu biliniyor.
Yine de belli olmaz tabii. Dün ve bugün bazıları Pugaçova’yı “hain” ilan etmekten geri durmadı. Bu arada “sıradan bir vatandaşın şarkıcının orduya saygısız sözlerinden rahatsız olarak şikayetçi olmaya hazırlandığı” haberi gözüme çarptı (ne kadar tanıdık senaryolar, değil mi?).
Sovyet dönemlerinden kalan ve SSCB’yi 18 yıl yöneten bir liderle ilgili sorulan soru ve cevabından oluşan bir fıkra ile bitireyim:
“Leonid Brejnev kimdir?”
“Alla Pugaçova döneminde yaşamış orta düzeyde bir siyasetçidir.”
Savaşta tehlikeli aşamaRusya-Ukrayna Savaşı’nın 7. ayı dolmak üzereyken Moskova’dan iki kritik karar geldi ve gerginlik ciddi ölçüde arttı. Birincisi, Ukrayna topraklarının aşağı yukarı yüzde 15’ine denk gelen dört işgal bölgesinde (Donetsk, Luhansk, Zaporojye, Herson) “yıldırım referandumlar” düzenlenecek ve muhtemelen Ekim başlarında referandumlardan çıkacak olumlu sonuçların Rus resmî makamlarında onaylanması ile Rusya Federasyonu genişleyecek. Sonrasında da bu bölgelere “yabancı güçler” tarafından yapılacak silahlı operasyonlara karşı, Moskova’nın nükleer silah dahil her türlü cevabı verme hakkı doğacak. (Bu arada Rusya’nın Donetsk’in yüzde 65’ine, Luhansk’ın yüzde 99’una, Zaporojye’nin yüzde 65’ine ve Herson’un yüzde 93’üne hâkim olduğunu vurgulayalım.) İkincisi, lider Putin aylardır tartışılan bir konuda sonunda adım atma kararı alarak “kısmi seferberlik” ilan etti. Seferlik kapsamında teorik olarak 25 milyon Rusya vatandaşı var ama resmî makamlar şu anda sadece 300 bin yeni askere ihtiyaç olduğunu söylüyor. Konuyla ilgili bir açıklama yapan Savunma Bakanı Şoygu, yaklaşık 7 ay boyunca 200 bin kişilik Ukrayna Ordusu’nun yarısını etkisiz hale getirdiklerini (ölüm ve yaralama olarak ifade etti), Rus silahlı kuvvetleri saflarında ise 5937 kişinin hayatını kaybettiğini söyledi. Yani Kremlin’in dediği doğruysa yaklaşık 6 bin kişilik kaybın karşılanması için 300 bin kişilik takviye hazırlanacak. Bu konuyu dün T24 YouTube Kanalı’nda ayrıntılı olarak yorumlamaya çalıştım: Putin tehlikeli oynuyor.Şu kadarını buraya da ekleyeyim: Şanghay İşbirliği Örgütü Semerkant Zirvesi’nde Putin’in Çin ve Hindistan liderleri Şi ve Modi ile yaptığı görüşmeler çok başarılı geçmedi. Şi'nin savaşa karşı mesafeli tutumunu koruduğu, Hindistan Başbakanı’nın ise “Bu zamanda böyle bir savaş olmamalı” diyerek Rus lideri uyardığı öne sürülüyor. Benzer tarihlerde yaşanan Azerbaycan-Ermenistan ve Tacikistan-Kırgızistan çatışmaları da Moskova’nın yakın partnerlerine artık söz geçiremediği değerlendirmelerine yol açtı. Buna Batı ile yükselen gerginliği ve son haftalarda Ukrayna’nın Rusya silahlı kuvvetlerini geriletmesini de ekleyin. Tüm bunlar Rus lideri kızdırdı. Dün seferberlik kararını açıklarken yalnızca Ukrayna’ya değil “kolektif Batı”ya karşı savaştıklarını belirterek “Bize yönelik kitle imha silahlarıyla tehditler savuruyorlar; oysa bizde de benzer silahlar var, üstelik daha fazla ve daha modern” demiş olmasının altını çizelim. Acaba bu günlerde Ukrayna’daki savaşla ilgili kaygılarını dile getiren Sırbistan lideri Vucic, “Bir veya iki ay içinde dünyada İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana görülmemiş büyüklükte çatışmalar yaşanacak” derken tam olarak neyi kastediyordu? |
WhatsApp’a bakmadığım zaman içinde iki mesaj gelmişti. Birincisi soğuk bir korkuyla birlikte soru işareti doğurdu:
“Mehmet Bey'i kaybettik...”
Mehmet?
Hangi Mehmet bu?
Yine kimi kaybettik?
Aklımdan tanıdığım Mehmetleri geçirmeye başlamadan, bir bölümü görünen diğer mesajı açtım aceleyle:
“Mehmet Toğaçar'ı kaybetmişiz. Çok üzgünüm. Başımız sağ olsun.”
Mehmet… Bizim Mehmet… Komünist Mehmet… Adanalı Mehmet… Geçen yüzyıldan beri tanıdığım ve on yıllardır “Moskovalı” dediğim Mehmet…
Bir an dondum. Nedense hiç olmayacak bir şey gibi göründü bana. Böyle şaka da olmaz tabii. Ama belki bir yanlışlık…
Şaşkınlık ve hüzün duyguları birbirine karıştı.
Telefon konuşmaları ve gelen başka bilgilerle birlikte şaşkınlık gitti, hüzün iyice ağırlaştı.
Öteki mesajlar izledi bunları…
“Mehmet’i kaybettik.”
Oysa aramızdan en geç ölmesi gereken oydu. Kendine, kılık kıyafetine, sağlığına çok dikkat ederdi. Her gün spor yapardı. Her konuda ölçülüydü.
18 Ağustos’ta bana bir fotoğraf göndermişti. Altına da şöyle yazmıştı:
“30 yıl önce bugünkü halin.”
Adanalı Mehmet’le Abhazyalı Larisa’nın nikahından bir fotoğraf. Ben de Mehmet’in şahidiyim. “Sağdıcım” derdi bana.
Kaç yıldır tanıyordum Mehmet’i? 35 yıl kadar mı?
Vaktiyle kaç kez gittiğimi düşündüm onun yaşadığı öğrenci yurduna. Onunla bazen kahkahadan geçilmeyen, bazen kederli yemeklerimiz aklıma geldi. Onun kibar ve ciddi haliyle “Bizim yurdun kızlarına asılma, yoldaş!” fırçasını duyar gibi oldum. Türkiye’ye, anacığına ilettiğim mesajını, onun bana ara sıra hatırlatarak defalarca teşekkür ettiği işsizlik dönemlerinden kalma birkaç dostça cümlemi…
Temiz, tertemiz bir insandı Mehmet. Az konuşurdu, dedikodu yapmazdı, olumsuz duygularını kontrol etmesini bilirdi.
Dosttu, arkadaştı, güvenilirdi.
Burada bir durdum şimdi. Bu sözleri söyleyebileceğim kaç kişi kaldı acaba?
Üzüntüm daha da katmerlendi.
Mehmet’le aynı partideydik, ikimiz de TKP’liydik. Sonra parti falan kalmadı. İkimiz de geçmişimizi defalarca gözden geçirdik.
Benden farklı olarak o hep komünist olarak devam etti. Birçok açıdan değişmedi. Prensiplerine bağlı kaldı.
En son geçen yazın ortalarına doğru Moskova’da, yanımıza çok sevdiğimiz yazar arkadaşımız Hakkı Yazıcı’yı da alıp Eski Arbat Sokağı yakınında neşeli bir yemek yemiştik.
Gerçi Ukrayna ve Putin konusunda birazcık tartışmıştık ama dostluğumuz zerre kadar zarar görmemişti.
Çünkü biz sadece bugünkü arkadaşlar değildik. Birbirimiz için geçmişin parçalarıydık. Adanalı, TKP’li, “Moskovalı” geçmişimizin…
Yazı bitti. Yazı boyunca Mehmet’le ilgili di’li geçmiş kullanmak ne kadar zor geldi bana, bilemezsiniz...
Hakan Aksay kimdir? Hakan Aksay, 1981'de 20 yaşında bir TKP üyesi olarak Sovyetler Birliği'ne gitti. Leningrad Devlet Üniversitesi Gazetecilik Fakültesi'ni bitirdi. Brejnev, Andropov, Çernenko ve Gorbaçov iktidarları döneminde 6 yıllık kıymetli bir SSCB deneyimi kazandı. Doğu Almanya'da 1,5 yılı aşkın gazetecilik yaptıktan sonra TKP'den ayrılarak Türkiye'ye döndü. Bir yıl kadar sonra bağımsız bir gazeteci olarak Moskova'ya gitti ve 20 yıl boyunca (Yeltsin ve Putin dönemlerinde) çeşitli gazete ve TV'lerde muhabirlik ve köşe yazarlığı yaptı. Bu dönemde Türk-Rus ilişkileriyle ilgili çok sayıda proje gerçekleştirdi. Moskova'da ‘3 Haziran Nâzım Hikmet'i Anma' etkinliklerini başlattı ve 10 yıl boyunca organize etti. Dergi ve internet yayınları yaptı. Rus-Türk Araştırmaları Merkezi'nin kurucu başkanı oldu. 2009'da döndüğü Türkiye'de 11 yılı T24'te olmak üzere çeşitli medya kurumlarında çalıştı; Tele1 ve Artı TV kanallarında programlar hazırlayıp sundu; Gazete Duvar'ın Genel Yayın Yönetmenliğini yaptı. Gazeteciliğin yanı sıra İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nde Rusya-Ukrayna danışmanı olarak çalışıyor. Türkiye'nin önde gelen Rusya ve eski Sovyet coğrafyası uzmanlarından olan ve "Puşkin madalyası" bulunan Hakan Aksay'ın Türkçe ve Rusça dört kitabı yayımlandı. |